‘Yargı, masalsı sahtelikten politik hakikat alanına geçti’

Demokrat Yargı Derneği yöneticilerinden Hâkim Faruk Özsu, geçen hafta gerçekleşen ve sonuçları daha uzun süre kamuoyu gündeminden inmeyecek gibi görünen HSYK seçimleri sonuçlarını değerlendirdi. Halen Mersin’de görev yapan Özsu, yargıdaki mücadelenin milliyetçilik bağlamında yeni saflaşmalara neden olacağı, bu yüzden de kriz doğurabilecek provokasyonlar olabileceği uyarısında bulunuyor.

FERDA BALANCAR
ferda@agos.com.tr

  • HSYK seçimlerini tek cümlede özetlemek gerekirse ne denilebilir?

Bu seçimin gerçek sonucu ileride belli olacak ama bu gün itibariyle söylersek: “Cemaat kaybetti, AKP'nin durumu kısa vadede olumlu, uzun vadede belirsiz” diyebiliriz.

Yargıda Birlik Platformu (YBP) AK Parti'nin desteklediği oluşum değil mi? YBP kazanmışken AK Parti’nin durumu neden belirsiz olsun ki?

YBP, Cemaat karşıtlığının bir araya getirdiği bir oluşum, bir koalisyon. Koordinatörü ise Hükümet. Ama Hükümetin yargıda yeterli kadro ve tabanı olmadığı için Cemaat dışı diğer büyük gruplarla kurduğu bir seçim ittifakı bu. Neticeye bakılırsa da –usül ve yöntemleri ayrı bir konu– bu ittifakın son derece gerekli ve fonksiyonel olduğu anlaşılıyor. Zira yargıdaki Cemaat varlığı korkulanın da üstünde bir seviyede imiş. Biz yargıdaki Cemaatin sıradışı varlığına hep dikkat çektik ama doğrusu böylesini hiç düşünememiştik. Kâbus gibi bir durum bu... Düşünün, 12 Ekim günü ülkedeki diğer tüm siyasal gruplar, yani AKP, MHP, CHP'nin YARSAV'da kalan bir grup hariç kalan kesimi, Aleviler, Kürtler vs. yani ülkenin yüzde 99'u birleşti ve ülkede siyasal-toplumsal varlığı yüzde 1'i geçmeyen Gülen Cemaati ile yarıştı. Ve kıl payı kazandı seçimi... Bu durum asla gözden kaçırılmaması gereken son derece önemli bir problemdir. Bir varlık-yokluk sorunudur adeta... Cemaatin sosyolojik-kültürel varlığına kategorik bir karşıtlığım ya da YBP'ye ekstra bir sempatim olmamasına rağmen seçim akşamı pusulalar okunurken hissettiğim duygu tam anlamıyla şuydu: “Bu bir kâbus!”... Nitekim pusulalar okunmaya başladığında @demokratyargi hesabından şu tweet’i atmıştım: “Hale bakın: Koca ülke AKP'lisi, CHP'lisi, MHP'lisi, Alevisi, Kürdüyle bir olmuş, tek başına Cemaatle yarışıyor. 'Ört ki ölem!'”...

  • Sonuçta AK Parti yargıyı ele geçirdi diyebilir miyiz?

HSYK 22 üyelidir. Bakan hariç, 7'şer üyeli 3 daire olarak çalışıyorlar. Bakan, genel kurula katılabiliyor yalnızca. Her dairenin üyelerini genel kurul belirliyor. Şu anda bu tabloya göre AKP genel kurulda çoğunluğu ele geçiremedi. Bu şu demek: AKP genel kurulda CHP ve MHP'li üyeleri de göz önüne almak zorunda... Yani bu ‘koalisyon’un ortaklaşa kabul etmediği bir konu genel kuruldan geçemeyecek demektir. Bu hayırlı bir sonuç. CHP için önemli bir şerh koyalım: Mevcut CHP yönetiminden farklı bir CHP'lilik hali var burada. İşçi Partili denemese de mevcut CHP yönetiminden ziyade, ulusalcı kesime daha yakın oldukları söylenebilir. Perinçek sevinmekte haklı olabilir yani, özellikle MHP'li üyeleri de buna eklediğinizde...

İleride ne olacağını Cemaat karşıtı koalisyonun yaşayacağı ayrışmalar belirleyecektir. Ama şimdilik YBP'deki uyum nedeniyle sorun yaşanmayacaktır. Fakat bugün bile AKP, MHP ya da CHP'li üyeleri de göz önüne almak zorunda kalacaktır. Yani bu tabloya göre net olarak yargının AKP tarafından ele geçirildiği söylenemez. Zira genel kurulda çoğunluk için gereken 12 sayısını bulamadılar. YBP'deki uyum sürdüğü sürece sorun yaşanmayacaktır. Ama milliyetçilik bağlamında çıkacak bir rejim krizinin ittifakı sallayabileceğini ve her grubun kendi siyasal tabanına yaklaşacağını tahmin edebiliriz. Cemaatin tüm yapacağı ise merkezi konumunu ve kadrosunu mümkün olduğunca koruyarak, Türkiye'de Milliyetçilik bağlamında ciddi bir siyasi kriz çıkmasını beklemektir. Böyle bir durumda YBP'deki koalisyonun milliyetçi unsurları Cemaatle siyasi işbirliği ve ittifaka hazır hale gelebilir çünkü. Bu nedenle, bahsettiğim krizi yaratmaya namzet provokasyonlar –maalesef ki– beklenmelidir...

  • HSYK seçimleri sonucunda ne değişecek? ‘Adalet’ adına ümit var mı?

YBP'den HSYK'ya seçilen Mehmet Durgun, “Türk yargısını fabrika ayarlarına geri döndüreceğiz” demiş. Durgun'un sözleri yaşananları ya da yaşayacaklarımızı, daha doğrusu ‘Yeni’ yargının bize vadettiğini pek güzel anlatıyor aslında: Belli ki ‘Cemaat parantezi’ kapatılacak ve “dağılan müesses nizam yeniden tesis edilecek.” Bunun olabilirliği ayrı bir mesele tabii. Fakat yargının fabrika ayarlarında maalesef, toplumun ezilmiş ve dışlanmışları, yoksullar, çocuklar ve kadınlar, Kürtler, gayrimüslimler, eşcinseller, velhasıl tüm ‘ötekiler’ için bir ümit ışığı belirmiyor yazık ki. Yani yaşanacak olanlar Durgun'un söylediği ile sınırlı ise ‘yeni hukuk’ ve adalet bekleyenler ‘biraz daha’ beklemek zorunda kalacaklar demektir.

Lakin iyimser taraftan bakarsak, ‘aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz’ ilkesi gereği 2010 öncesine dönülse bile hiç bir şeyin aynen tekrar etmeyeceğini söyleyebiliriz. Bir kere yargı tabusu yıkıldı. Yargı, Sami Selçuk ‘ekolü’nün on yıllardır yerleştirmeye çalıştığı “Kutsallık” alanından dünyevi-seküler bir alana geldi. Bunun neticesinde yargı, nispeten kamusallaştı ve toplumsallaştı. Bu sayede yargı artık toplumun ve siyasetin demokratik gözlem menziline ve denetim alanına girmiş oldu. İlk defa yargıda kimlikler konuşulur oldu. Yargı, masalsı bir sahtelikten politik hakikat alanına dahil oldu. Bu çok önemli bir kazanımdır ve ülkenin bu kazanımına sahip çıkması gerekir.  

İkinci olarak ‘Demokrat Yargıçlar’ın yıllardır ısrar ettiği üzere tüm o yavan “Yargı bağımsızlığı” klişesinin ne kadar sahtekârca bir retorik olduğu toplumun sağduyusuna yerleşti. Toplumun geneli “Siyaset yargıdan uzak dursun. Yargı yargıya bırakılsın” söyleminin nasıl bir dolandırıcılık yöntemi olduğunu ve nasıl da yargı eliyle diktatörlük aracı olarak kullanıldığını görmüş oldu. Yargının toplamda yüzde 35-40'ını işgal eden Cemaatin ‘yargı bağımsızlığı’ diye çığlık atması bunun en gülünç örneklerindendir. Şunu artık ezberlememiz gerekiyor: Siyaset dışı inşa edilen bir yargı, yargı değildir; bürokratik bir mekanizmadır. Böylesi bir yapı hızla bir ‘politik tekel’ oluşturup karşıt grupların tepesine bir balyoz olarak inebilir. Doğru olan, toplum tüm çeşitli siyasal-toplumsal grupların temsiline dayalı bir yargı inşa etmek ve yargıyı demokratik denetimin menzilinden çıkarmamaktır.

Beş maddede HSYK seçimlerinin gösterdiği

“Son HSYK seçimi ile ‘2010'da kaybedilen eşek geri bulunmuş’ gibi olsa da, yeni durumun olumlu taraflarını da görmek lazım. Bunlar da özetle:

(1) Cemaatin yargıdaki ‘politik tekel’inin kırılması,

(2) Yargının düne oranla çok daha geniş bir temsile kavuşması,

(3) HSYK'daki dağılım itibariyle, AKP'nin CHP, MHP ve hatta Ulusalcı ve Alevi kesimle de uzlaşmak zorunda olması; başka deyişle AKP'nin “Politik tekel” oluşturmasına şu an için imkân bulunmaması,

(4) Cemaatin yargı geleneğini dibe vurdurarak ülkedeki yargı gerçeğini toplumun sağduyusuna yerleştirmesi,

(5) Yargı tabusunun yıkılması.

Seçilenler ‘Fabrika ayarlarına dönmeyi’ yeterli görebilir ama siyasal alanın çok daha farklı bir işleyişi vardır. Demokrat kamuoyuna da bu çerçevede çok önemli görevler düşmektedir, çünkü yargı yargıya bırakılamaz.”

Kategoriler

Güncel Gündem