Artık konuşmaktan hiç hoşlanmadığım bu konudan kaçamıyorum, malum gün yaklaştıkça her yönden üzerime geliniyor. Türk ve dünya basını günlerdir bu konuyu koyup kaldırıyor. Sanal ortamda, ucuz feylesofların döktürdüğü emsalsiz inciler dolanıyor. Papa da “Evet” diyerek ‘yalancı’ Ermenilerin ‘asılsız’ iddialarının üzerine tuz biber ekince, gerginlik had safhaya ulaştı. Hiç yakışır mıydı, koskoca bir dinî lidere böylesi bir yalan dolana alet olmak? Sanki “değil” deseydi ne değişecekti? Ha, o zaman belki “Bak, Papa bile ‘değil’ dedi, demek ki bu Ermenilere ‘yalancı’ demekte haklıyız” denecekti herhalde. Şimdi bu durumda, Papa bile ‘yalancı’ mı olmuş oluyor acep? Bilemedim valla.
Bu yazı yazılırken daha haftabaşı, daha kirkaç gün var. O gün neler olur, neler yaşanır bilmiyorum ve bir tahmin de yürütemiyorum. Aynı gün Çanakkale Savaşı’nın 100. yılını anma etkinlikleri için kocaman bir organizasyon düzenlenince, hatta inat gibi Obama ve Sarkisyan bile davet edilince, nasılsa bütün dikkatler oraya odaklanır, varsın Ermeniler de kendi kendilerine toplaşıp ağlaşsınlar. Hem onlara kim inanır ki zaten? Bakmayın böyle dillerinin uzamasına, tepemiz attı mı ‘deport’ ediveririz ha! Cumhurbaşkanı’nın o lafına çok güldüm valla. Hangi danışmanı akıl vermişse, nasılsa kimse anlamaz demişlerdir, ülke halkı külliyen cahil ya, ele güne karşı da büsbütün “demedi” olmasın. Tabii ki bunun cevabı kesin, “O laf sizin için değil, ucuza çalıştıklarından varlıklarına göz yumulan kaçak Ermenistanlılar için söylendi” olacaktır ama biz satır aralarını da okumayı iyi biliriz.
Biz Türkiye Ermenileri yıllarca acımızı gizli yaşadık. Sustuk, susturulduk. Büyüklerimiz konuşmamayı seçti. Ülkenin dört bir yanında, sağ kalan Ermeniler ortak bir karar almışlardı sanki. Bu sayede kin duymadan büyüyebildik, eş dost edinip sevebildik belki. Ama acı dediğin şey genlerden devralınabiliyormuş meğer, ruhtaki yara, tıpkı bedendeki gibi tedavi edilmezse kangren olabiliyormuş. Bunu zaman içinde kendimiz keşfettik. İçten içe, sızım sızım sızladıkça yaralar ve kanadıkça... Keşke kendi ağzıyla anlatsaydı anneannem, kimi akrabaların gizli gizli anlattıklarından ve annemin kaçamak cevaplarından öğrenmemiş olsaydım. Bir gün yazabileceğime ihtimal verseydi, ya da ne kadar gizlense de acının kandan kana geçtiğini bilseydi, anlatır mıydı acaba? Gizli bir acıyla yüreği dağlanırken, mutlu büyükanneyi oynamak ne kadar zor olmuştur kim bilir... Kaldı ki ben, her bir tebessümünde saklı olan hüznü hep sezerdim.
Ya dedem? Babamın babası Hacı Boğos dedem? Onun Çanakkale gazisi olduğunu, öldükten sonra öğrendim. Gencecik bir oğlanken, ailesine bir zarar gelmeyeceğini sanarak, Türk ordusunda savaştığını, ölümden kıl payı kurtulup döndüğünde, evini bomboş bulduğunu ne o anlattı, ne de babam. Babaannemin sağlığında, teknelerle Mudanya’dan kaçarken kucağında ölen bebeğini, tıpkı o filmdeki gibi denize atmak zorunda kaldığını, şen kahkahalarla gizlerken, acısını hiç bilmedim. Çanakkale Savaşı anmaları, benim o ‘sözde’ soykırım acısını anarken duyacağım acıya misilleme olmaz ki. Çifte acı olur.
Ben, o Cumhurbaşkanı’nın tepesi attı mı ‘deport’ edebileceği bir sığıntı değilim. Lütfedildiği için yaşamıyorum bu topraklarda. Sonradan da gelmedim. Zaten vardım. Atalarımın yüzyıllardır yaşadığı, onca kurban verdiğim bu topraklar benim de vatanım. Askerlik yapıyor, savaşıyor, vergimi ödüyor, oy kullanıyorum. Tüm vatandaşlık haklarından yararlanma hakkına sahibim. Ne yok sayılmaya tahammülüm var, ne de dışlanmaya. Hele yalancı, hiç değilim. Kişisel olarak bana en çok koyan da bu. En çok ‘Ermeni yalanları’ yakıştırması yaralıyor beni, aşağılayıcı geliyor.
Ayrıca, kimse düşünmüyor mu? Nasıl oluyor da dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeniler, hep beraber ağız birliği edip yüz yıldır aynı yalanı sürdürüyorlar? Bir yerden fire vermez, birinden biri, bir yerde gaf yapmaz mıydı? Hem sonra, bu olay söz konusu olduğunda, tarihteki benzerlerinden örnek verilince niteliği değişir mi? İkide bir Kızılderililerden, engizisyon kurbanlarından, Aborijinlerden hatta Azteklerden, İnkalardan dem vurulduğunda, bu suçları işleyen milletler “Ay, vaktinde biz de neler yapmışız, susup oturalım” mı diyecekler? Hem zaten kimse inkâr etmiyor ki. Evet, kelime hangi tarihte sözlüklere girmiş olursa olsun, tarih boyunca soykırımlar yapılmış. Bu da onlardan biri. Yüzleşmek gerekir. Daha kabul etmeden sonuçları öngörüp, aksini ispat etmeye çalışmakta, bu kadar diretmenin ne anlamı var? Hele bir efendice “Üzgünüz” densin de, gerisi sonra tartışılsın. Bakın, ne yaparsanız yapın, gerçek tektir. Değişmez.