PINAR ÖĞÜNÇ
“Doğum sancısı gibi bir huzursuzluk var”
Çocukları, 80 yaşındaki insanları çalışmaya mecbur bırakan, gençleri kapkara bir geleceğe doğru bir başına bırakıp kadınları ya evlerine ya kayıtdışı işlere iten, velhasıl işçi haklarının günden güne tırpanlandığı bir saldırının ortasında buna direnenlerin arasında, önünde duranlardan o. 38 yaşındaki Neslihan Acar, depo, liman, tersane ve deniz işçilerini temsil eden bağımsız sendika DGD-SEN'in başkanı. UMUT-SEN'e bağlı diğer sendikaların çatısında filizlenen diğer grevleri, nöbetleri, eylemleri de ekleyince 24 saati bu mücadeleyle akıyor. 10 yaşında tekstilde kendi gibi çocuk işçilerin ölümüne tanık olarak biriktirmeye başladığı öfkesi var, bir de örgütlenme çalışmasında bulunduğu alanlardan ilk temasta eklenenler. Acar'la işçi hareketlerini, bir yandaki hareketsizliğin nedenlerini ve tabii böyle erkek baskın bir işkolunda “bıyıksız” bir başkan olmanın, kadın olarak öncülük etmenin neye benzediğini konuştuk.
Azınlıkların itildiği psikoloji, psikolojide azınlıkta kalanlar
Psikoloji alanında Kürt meselesi üzerine ilk lisansüstü tez hangi yılda yapılmış olabilir? Bu kadarına şaşırıyorsunuz: 2009. Bu bilgi 2013'ten beri internet üzerinden yayıncılık yapan Onto dergisinin “Azınlığın Psikolojisi, Psikolojinin Azınlığı” başlıklı sayısından. Dokuz makale ve Psychology Kurdî dergisinin ekibiyle yapılan söyleşiden müteşekkil sayı, alan dışı okurlar için de anlamlı, düşündürücü. Rudi Sayat Pulatyan'ın dergideki “Türkiyeli Genç Ermenilerin Kimlik Algıları ve Hrant Dink Suikastı” başlıklı makalesi kendisinden yola çıkarak yazdığı tezine dayanıyor. Haçı saklamak, Ermenice ismin yanında “güvenli” bir Türkçe isim bulundurmak, canlı eğilimlerden.
“Turistler evine!” dedirten vahşi turizm
Aşırı turizmin bir diğer hasarı da ekonomik düzeyde. Türkiye'nin turizmle temas eden noktalarında tecrübesi olanlar bilecektir ki bu, hizmet sektöründen sağlığa tüm fiyatları yukarı çeken bir faktör; turizmle geçici olarak şişen yerel ekonomi yılın kalanını bunun hasarıyla geçiriyor. Bu kadar insanın barınması ayrı bir sorun yelpazesi açıyor: Türlü formda turistlere kiralanan konutlar yüzünden genel olarak kira fiyatları yükseliyor. Bu artış kent sakinlerini “turizmsiz” başka bölgelere göç etmeye mecbur bırakan seviyeye ulaşabiliyor. Kitle turizmi, dönemsel olarak o bölgedekiler için bir istihdam alanı gibi görünse de sektör ucuz emek gücünün de ulusal düzeyde “turizmine”, transferine dayandığından aslında yöre sakinlerine çok yansımıyor. Turizm endüstrisi tüm dünyada emek sömürüsüyle, işçi haklarını hatta kimi zaman insan haysiyetini hiçe sayan koşullarla dönüyor
“Ölüm dürtüsü ağır basan bir toplumda yaşamak çok zordur”
Hükümetin sokak hayvanlarına “ötanazi” gibi bu mevzu için irrasyonel bir kavramı kullanarak başlattığı tartışma, yasalaşıp Resmi Gazete'de yayınlanır yayınlanmaz Türkiye'nin dört yanından katliam haberleri gelmeye başladı. İşkenceyle öldürülmüş köpeklere ve kedilere dair görüntüler kan dondurucu. Daha da ürkütücü olan bu sahnelerin ardındaki toplumsal rıza ve zaman içinde yol açabilecekleri. Konuyu psikiyatrist ve psikanalist Uzm. Dr. Didem Aksüt ile konuştuk, çünkü buna ihtiyacımız var.
Çocuklar “resmen” işçileştirilirken
Acı bir bilanço: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'nin erişebildiği olaylardan derlediği verilere göre 2024'ün ilk yedi ayında en az 42 çocuk işçi hayatını kaybetti. Ölen çocuklardan en az dokuzunun MESEM programı kapsamında çalıştığı biliniyor. 2016 ve 2021 yıllarında Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklikler, haftada bir gün kağıt üzerinde “eğitimle” çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılmasının önü açtı. İşçileştirilen çocuklar çalışırken ölüyor, yaşarken onları bekleyense işçi haklarından azade, yoğun şiddete maruz kaldıkları, fiziksel ve ruhsal olarak yaralandıkları bir hayat. Yıllardır çocuk hakları alanında çalışan ve FİSA Çocuk Hakları Merkezi'nde MESEM'lere yoğunlaşan bir programın parçası olan Ezgi Koman ile konuyu görüştük.
Dijital kent aktivizminin potansiyeli
Sosyal medya koca bir kazan, üstelik bir dolu yararsız, kasten manipüle edici mesaj dolu bir kazan. Görünür olmak, sıyrılmak bir mesele olsa da, bunun gereklerini öncelik haline getirmek bu tür dijital aktivizmi kötürüm de kılabilir. Bu anlamda Yaşar Adanalı'nın önerisi herkesin deneyimini buluşturan toplu bir hesabın gücüne yaslanmaktansa daha fazla kent sakininin/ aktivistin bu maksatlı video içerik üretmesi ve bu tazyikle alanda çalışan kurum ve inisiyatifleri iletişim stratejilerini değiştirmeye yönlendirmek. Bir “etki akademisi” gibi çalışacak, topluluk oluşturma perspektifine sahip programlar böylelikle dijital aktivizmi besler hale gelecek.
Soykırımın parçası olmayı kabul etmeyenler
Birçok benzeri gibi askerliği yücelten İsrail toplumunda ordunun parçası olmayı reddedenler ve hatta aileleri, büyük dışlanmaya, hakaretler ve tehditler eşliğinde hain muamelesine maruz kalıyor. Orduyla ilişkilerinin kesilmesiyle sınırlı kalmayan, tüm hayata yayılan bir etki bu
Karanlık akan nehirler
Büyük Menderes Havzası'nda sekiz günlük bir saha araştırmasının ana izleğini oluşturduğu rapor, belli bir bölgeye odaklanarak derinleşiyor ama bununla kalmıyor. Aynı zamanda bu nehirden dünyanın denizlerine ulaşacak bir bakış açısıyla, örneğin Aydın'ın bir köyünden küresel ölçeğe çekilen hatlarla çevresel yıkımın motifini çıkarıyor. Bilimsel veriler raporu güçlendiriyor fakat veriye boğmadan, kimi zaman bir günce gibi, kimi zaman edebiyattan, psikolojiden çentiklerle anlatıyı bir “hikâyeye” dönüştürüyor.
Cezaevi gibi okullarla hesaplaşma
Şükran Demir ve Özgür Ünal'ın birlikte hazırladığı “Şiddet ve Asimilasyon Aracı olarak YİBO” adlı kitap Van, Urfa, Diyarbakır, Dersim, Hakkari, Bitlis, Muş, Batman gibi kentlerde YİBO'da okumuş otuz kişiyle yapılan görüşmeleri esas alıyor. Kitaptaki tanıklıkları bir arada okuyunca, YİBO'larda 1980 öncesiyle sonrasının ayrı konuşulması gerektiği ortaya çıkıyor. Erken mezunlar her şeye rağmen bu okulları bir “eğitim fırsatı” olarak değerlendirebiliyor. Sonrasında ise asimilasyon ve şiddet politikalarında farklı bir seviyeye gelindiği, çocuklardaki travmanın büyüdüğü görülüyor.
Tarihin dipsiz çukurları
Bu klasik bir aile tarihi arama hikâyesi sayılmaz. 16 yaşındayken kaybettiği ve özellikle bir sır gibi sakladığı için Ermeni kimliğine dair hiçbir şey bilmediği anneannesini ve tabii onun annesi Maria'yı köyünde, resmi belgelerde, olası kilise kayıtlarında soruşturuyor Uskan. Yaşananların bilincinde olduğundan hiçbir şey bulamamayı doğal sayan bir arayış bu. Adana'nın dar sokaklarında, Apkaryan Okulu'nun harap koridorlarında, kırsalın yaban doğasında, kamerayı bugüne dokunan bir ele dönüştürerek geziyor.