PARRHESİAPAR
Bekleyiş
Arek Khachikian, 1895’de “Haç Işığı” anlamına gelen Khachaluys köyünde, bugünkü Hınıs (Ermenicesiyle Hnus) kasabasında doğmuştu. Saygın bir aileden geliyordu ve köy okulunda oldukça başarılıydı. Genç kızken varlıklı bir ailenin oğluyla nişanlanmıştı. Kaderin cilvesi bu ya, geçirdiği talihsiz bir kaza onu topal bırakmış ve bu durum karşı tarafın nişanı bozmasına neden olmuştu. Neyse ki yoksul bir aileden gelen Sako onunla evlenmeyi kabul etmişti. Ancak, 1915’de jandarmalar Sako’yu ve Arek’in iki küçük oğlunu öldürmüştü.
Konya Ereğli’den İstanbul’a: Yayamın Hikayesi
1940’lı yıllarda Ereğli’de bir Ermeni kilisesi bulunmadığı için, yayamın babası Artin, vaftiz için Kayseri’den bir papaz getirmiş. O dönem vaftiz edilmemiş ne kadar çocuk varsa, bir günlüğüne yayamların evinde toplanmış, kepenkler kapatılmış, sessizlik içinde, kimse duymadan hep birlikte vaftiz edilmişler. Yayam da bu şekilde, 7 yaşında vaftiz olmuş. Konya Ereğli’de Cumhuriyet döneminde ne bir Ermeni kilisesi ne de bir Ermeni okulu varmış. Bu nedenle Ermenice öğrenememiş. Her sohbetimizde, bu eksikliğin onda bıraktığı hüznü derinden hissederdim.
Bir keman, bir evlilik ve yüzyıllık hayat
Bu yazı, Berlin’deki Villa Oppenheim, Charlottenburg-Wilmersdorf Müzesi’nde sergilenen “Re-Membering: Diasporadaki Ermeni Yaşamının İzleri” sergisi için kaleme alındı. 17 Nisan’da açılan sergi 14 Eylül’e kadar açık. Sergi, Charlottenburg-Wilmersdorf Müzesi ile Akebi ve Houshamadyan iş birliğiyle gerçekleştirildi. Küratörlüğünü Asuman Kırlangıç’ın üstlendiği bu sergide Tamar Sarkissian'ın daveti üzerine sergilediğim aile yadigârı kemanın ve fotoğrafların hikâyesini, bu kez gazete sayfalarında okuyucularla paylaşıyoruz.
Yaşayan bir edebiyata sahip olduğumuzu fark etmek
Aklımıza şu soru geliyor: Ermenice dili ve Ermeni edebiyatı yalnızca nostaljik midir ve geçmişe ait olmaya mahkum mudur? Batı Ermenicesinin bugünkü edebi temsili suskunluk ve travmadan öteye gidemez mi? Veya Batı Ermenicesinin ve kökenlerin önemi Batıdan gelen keşifle mi değer kazanır ki bu da bir çeşit oryantalizm değil midir?
Wasafiri’nin “Armenia(n)s: Elevation” Sayısı Üzerine Düşünceler – Dil ve Kültür
Boyadjian, Batı Ermenicesinin yalnızca bir hayatta kalma aracına indirgenmesini sorunlu buluyor. Ona göre bu yaklaşım, dilin tarihsel coğrafyası olan Batı Ermenistan ve Kilikya’dan koparılmasının yarattığı bir travma tepkisi. Eğer dil esasen iletişim içinse, Batı Ermenicesini konuştuğunu iddia eden bazı bireylerin bu iletişimde nezaket ve sabırdan yoksun oluşu dikkat çekici. Boyadjian bu nedenle, dil aktarımında sabır ve anlayışın özellikle diaspora bağlamında ne kadar gerekli olduğunu vurguluyor. Onun bu tespitleri, İstanbul ve Beyrut’taki deneyimlerle de örtüşüyor.
Tarihin melekleri: Yayalarımız
İstanbul dışında doğan yayaların Ermenice ile ilişkileri de son derece ilginçti. Bazıları hiç Ermenice öğrenmemişken, bazıları yerel lehçelerinde konuştukları için ayıplanmışlardı. Özellikle İstanbul Ermenicesinin ideal ve hatta Ermenicenin en güzel versiyonu olduğuna ilişkin yanlış bilinç, bilinen yerel lehçelerin de hızla kaybolmasında aktif bir rol oynamıştı. Diasporada yaşayan arkadaşlarımızın yayalarının hikâyeleri ise, bizlerin hikâyelerinden farklı. Gerek Kilikya bölgesinden göç eden ve Halep-Beyrut hattında yaşayan Ermenilerin, gerek ABD’ye göç edenlerin yayaları, Türkiye’de kalanların yayalarından farklı hikâyeler taşıyor.
Silva Bingaz ile ‘Opus 3c’: Görünmeyenin ve kaydedilmeyenin izinde
Fotoğraf sanatçısı Silva Bingaz’ın “Opus 3c” başlıklı kişisel sergisi 22 Mart’a kadar Öktem Aykut’ta görülebilir.
Bir performatif idol olarak İstanbullu Ermeni kadın
İstanbullu Ermeni kadından beklenen performans, bayramlarda sofralar düzmek, akrabaları ağırlamak, iyi yemek yapmak, geniş ailenin bir araya getireni olmak, evin sürekli tertemiz, düzenli tutmak, her daim bakımlı ve şık olmaktır. Yani, mükemmelin de ötesinde bir insan türü olmalıdır İstanbullu Ermeni kadın! Madalyonun bir yüzü ev içindeki performanssa, diğer yüzü de cemaat içinde aktif olmak, kadın kollarında çalışmak, orada da görev almaktır. Buralarda var olmak için yukarıdaki beklentileri karşılamış olma ön şartı, söylenmeyen bir gerçek olarak karşımızda durur.
14 Şubat ve Ermeni bayramları
Bu sene Diyarnıntaraç 14 Şubat’ta, Surp Sarkis Yortusu ise 15 Şubat’ta kutlanacak. Bu bayramlar Aziz Valentine’le ilişkilendirilebilir mi bilmiyorum ama Ermeniler için bu günlerin umut, bereket, evlilik ve arınmanın yanı sıra, toprak ve ekinle bağdaştırılabilecek anlamları da bulunuyor. Diyarnıntaraç, Ermeni Kilisesi için İsa’nın kırk günlükken tapınağa getirilişini temsil eder. Bu bayram farklı yörelerde ‘Molorod’ (Malatya), ‘Meled’ (Harput), ‘Derindas’ (Amasya, Harput), ‘Derindes’ gibi isimlerle anılır. Surp Sarkis Yortusu ise Paskalya’dan dokuz hafta önce, cumartesi günü kutlanıyor.
Bir üstünlüğün anatomisi: İstanbul Ermeniliği
Ermenilerin İstanbul’a gelişleri, gerek Bizans döneminde gerek Osmanlı döneminde gücün merkezinde bulunanların, hükmedenlerin iradesiyle olmuştu. Celali isyanlarından batıya doğru kaçan Ermeniler İstanbul’a yakın yerlere yerleşmişlerdi ama İstanbul, kapılarını öyle kolay kolay açmamıştı. 19. yüzyılda kavarlı [İstanbul dışında, özellikle de doğu vilayetlerinde, ‘yergir’de yani memleketlerinde yaşayan] Ermeni erkekler gelebilmişti başkente – ucuz gündelik işçi olmaya, hamal olmaya, fırıncı olmaya… 20. yüzyılda ise, felaketlerin sonrasında kısa aralıklarla, katliamlardan, sürgünlerden kurtulan kadınlara ve yetimlere açmıştı kapılarını ‘Der Saadet’.