PARRHESİAPAR

PARRHESİAPAR

Toplantımızın ana teması ve bizleri bir araya getiren ortak nokta, hepimizin Ermeni kadınlar olmasıydı. Her birimiz toplumda kadın olarak yaşadığımız sorunlar üzerine düşünmüş, bunları tartışmış, hatta çeşitli şekillerde aksiyon alma fırsatı bulmuş olsak da, Ermeni kadınlar olarak bu sorunları dile getirip çözüm aramamıza imkân verecek bir alanın eksikliğini derinden hissettiğimizi fark ettik.

Bir Ermeni masalında, güzel bir köylü kız olan Anahid, Tatar Nehri kıyısının Ağvanlı prensi Vaçakan’la evlenmek için ona bir zanaat öğrenmeyi şart koşar. Halı dokumayı öğrenen prens yıllar sonra esir alındığında, bu zanaat onun hayatını kurtarır. Prens, esir tutulduğu yeri, orada dokuduğu halının motiflerine, yalnızca karısı Anahid’in anlayacağı şekilde işler. Anahid, halıyı gördüğünde Vaçakan’ın işçiliğini tanır ve mesajı alır. Emeğini satarak hayatta kalmayı başaran prens, sonunda karısına kavuşur.

Koya adını veren Martha’nın hikâyesini hatırlamak, plajdaki son gelişmeleri anlamamıza yardımcı olabilir. Bir kadının bedenine yönelik, dışlayan ve sömüren bakış ile, eşi benzeri az bulunan bir sahile yönelik sahiplenme ve kontrol etme arzusu arasında, dikkate değer bir paralellik olduğu görülüyor. Martha Arat 1920 yılında doğmuş, Lübnanlı Ermeni bir kadın. Babasının Osmanlı Bankası’na tayin edilmesi üzerine, çocuk yaşta İstanbul’a gelmiş ve Saint Benoit Lisesi’nde eğitim görmüş.

Ermeniler 1915’ten çok önce, maruz kaldıkları aşırı vergilendirme ve vilayetlerde sürmekte olan diğer baskıcı politikalar nedeniyle, ABD’ye göç etmeye başlamışlardı. Bu göç merkezlerinden en iyi bilineni, William Saroyan’ın da memleketi olan Fresno. Bir diğeri ise, kuşkusuz, Philadelphia. Bugün de Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı bir eyalet olan Philadelphia’daki Ermeni ailelerin, Osmanlı vilayetlerinde yaşayan akrabalarıyla çok sayıda mektuplaşmaları, fotoğrafları, yani Ermenilerin 20. yüzyıl başındaki günlük hayat koşullarını belgeleyen aile arşivleri bulunuyor. Geçen yıl Stockton ve Montclair üniversitelerinde düzenlenen ‘The Armenian Genocide, One Family’s Story’ [Ermeni Soykırımı: Bir Ailenin Hikâyesi] başlıklı sergi, bunun iyi örneklerindendi.

Kumkapı’da, eski balıkçılar mahallesinde çekilmiş karelerin ‘Kumkapı Balıkçıları’ başlığı altında bir seçki olarak sergilenmesine, Ara Güler’in 1952 yılında, henüz genç bir foto muhabiriyken hazırladığı, Jamanak gazetesinde yayımlanan ‘Kumkapı Ermeni Balıkçılarıyla Birlikte’ başlıklı yazı dizisi ilham olmuş. Sergide, imzası niteliğinde olan ünlü fotoğrafların yanı sıra daha az bilinen kareler de bulunuyor. Âdeta imza hâline gelmiş, kimi zaman toplu hâlde, kimi zaman tek başına kadraja girmiş balıkçıların ve merametçilerin fotoğraflarında, hemen gözümüze çarpan kadınlar da var; en çok dikkat çeken de, Merametçi Saten Hanım.

24 Nisan Çarşamba günü, Nesim Ovadya İzrail’le birlikte, yaklaşık yirmi kişilik katılımcıyla yaptığımız hafıza yürüyüşü de, bizi mekânın hafızasıyla ve kitaplardan bildiğimiz, hikâyelerini okuduğumuz, anma törenlerinde fotoğraflarını gördüğümüz Ermeni düşünürlerin buluştuğu noktaya götürdü âdeta. Bir katılımcının da belirttiği gibi, yürüyüşümüzde, “resmî tarihten farklı olarak, daha gerçek gibi karşımıza çıkıyor[du] yaşananlar.”

Sergi kataloğunun da yazarı olan Pogossian, sergide Marco Polo’nun söz konusu bölgelerde görmüş olabileceklerini canlandırmak için, özellikle Ermenistan’daki El Yazmaları ve Araştırmaları Enstitüsü Matenadaran’dan, Ermenistan Tarih Müzesi’nden ve Venedik’teki Mıhitaryan Manastırı’ndan eserlerin biraraya getirilmesini sağlamış; bu kurumlardan, Marco Polo’nun geçtiği şehirlerde ya da bölgelerde bulunmuş haçkarlara ait parçalar getirtmiş.

Bursa yakınlarındaki Sölöz’de doğup büyüyen Hagop Oşagan’ın diasporada çok iyi bilinen bir yazarken, Türkiyeli Ermeniler arasında pek tanınmaması, eserlerinin Türkçeye çevrilmemiş olması önemli bir eksiklik. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemine ve vilayetlerdeki günlük hayata dair çok önemli veriler sunan bu eserler, edebiyat ile tarihin kesiştiği noktalarda son derece aydınlatıcı olacaktır.

Uzun bir araştırma ve yazım sürecinin ürünü olarak ortaya çıkan ‘The Prospectors’ romanındaki tarihsel çerçeve, baba tarafından Ermeni olan Djanikian’ın Amerikalı annesinin aile geçmişine dayanıyormuş. Djanikian romanı yazarken eski, yeni ve özellikle Klondike bölgesine dair unutulmuş kaynakları incelemiş ve edindiği bilgilerle, resmî tarih ile kişisel tarihten kesitleri birleştiren bu hikâyeyi kurgulamış.

Getronagan öğrencileri her bir kadın karakteri sadece metin üzerinden değil, o karakter gibi giyinerek, konuşarak, hareket ederek ve iletişime geçerek de yaşıyor. Ekmekçioğlu’nun, gösteriye eşlik eden ‘Hay Gin’ kitapçığında yer alan ‘Zaruhi Bahri’nin İzinde’ başlıklı yazısında paylaştığı, “Büyüdüğümüz yıllarda bu kadınların hikâyeleri hakkında bilgimiz olsaydı nasıl kadınlar olurduk?” sorusu, eminim bugün de birçok Ermeni kadının içinde beliren bir sorudur.