YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Ermenistan'da Rus oligark Samvel Karapetyan'ın kurucusu olduğu ve partileşme aşamasında olan "Bizim Yöntemimizle " hareketinin düzenlediği son toplantıda Nobel ödüllü ekonomist Daron Acemoğlu'nun gönderdiği bir görüntülü mesaj paylaşılmış ve Acemoğlu'nun harekete danışmanlık yapacağı belirtilmişti. Acemoğlu Agos'a yaptığı açıklamada "Onların konferansı için bir mesaj gönderdim ama parti ile hiçbir bağlantım yok" dedi.

Barış elbette önemli. İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılarda en az 67.869 kişi hayatını kaybetti. Bu kişilerin çoğu kadın ve çocuk. Binlerce insan sürgün edildi, evlerini kaybetti. Ancak olup bitenin arka yüzüne de bakmak zorundayız. İki devletli çözüme ne oldu? İsrail’in 1967 işgali öncesi sınırlarına çekilmesi taleplerine ne oldu? İsrail’in Filistin’de “işgalci” konumda olduğu kayda geçirildi mi, geçirilecek mi? İki yıl süren “Soykırım” uygulamasından ne zaman söz edilecek?

DEM Parti yöneticileri de 8 Ekim’de Adalet Bakanlığı’na yürüdü ve burada bir açıklama yapıldı. “Bizzat hükûmete sormak istiyoruz. Bu barış nasıl olacak? Demirtaş'ı, Yüksekdağ'ı, cezaevinde tutarak barış inşa edilebilir mi?" dendi. Bunlar gayet haklı sorular. Beri yandan iktidarın aklında ise öyle görünüyor ki Demirtaş’ın bir süre daha özgür olmadığı bir “süreç” var. Bu süre nedir bilmiyoruz. DEM Parti hem mücadele hem de müzakere yürütürken “açmaz” diyebileceğimiz durumla karşı karşıya. Seçilmiş siyasetçiler ısrarla hapiste tutulurken nasıl “mücadele” edilecek, nasıl “müzakere” edilecek? Bu soruya aslında DEM Parti’den çok iktidarın yanıt vermesi gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasındaki zirve 25 Eylül’de Beyaz Saray'da gerçekleşti. Görüşme iki saati aşkın sürdü. İki liderin görüşme öncesi yaptığı açıklamalara göre, F-16 ve F-35 alımı, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması, Halkbank Davası, ABD'nin Türkiye'ye yönelik ticari yaptırımları ile Türkiye'nin Rusya'dan petrol ürünleri alımı ana gündemi oluşturdu. İki lider görüşme öncesi basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Heybeliada Ruhban Okulu konusunda gerekli adımların atılacağını, konuyu döndüğünde Patrik Bartholomeos ile görüşeceğini belirtti. Uzun süredir Türkiye Rum toplumunun bu yönde bir beklentisi vardı. Erdoğan’ın açıklamalarını uzun yıllardır bu konular üzerinde çalışan Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Elçin Macar ile konuştuk.

Bütün bu sorular sorulmamıştı. Asıl kritik gelişme ise Erdoğan yurda döndükten sonra yaşandı. New York'ta basına konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, "KAAN'ın motorları ABD Kongresi'nde bekliyor, onların lisansı durmuş durumda" dedi ve bunun "müttefiklik ruhuna, stratejik ortaklık ruhuna yakışmadığını" söyledi. Nasıl yani? Büyük bir tanıtım kampanyasıyla duyurulan yerli ve milli KAAN uçaklarının motorları meğerse ABD’den mi gelecekmiş? Bu açıklama da bir fırtına kopardı desek yeridir. Fidan bu konuşmayı bilerek mi yapmıştı? İktidarın içinde çatlak mı vardı? Bu sorulara yanıt ararken NTV Washington temsilcisi Hüseyin Günay’ın Beyaz Saray bahçesinde Trump-Netanyahu görüşmesinin sonuçlanmasını beklerken canlı yayın hazırlığı sırasında bir gazeteci ile yaptığı konuşma nasıl olduğu anlaşılmaz bir şekilde sosyal medyaya düştü.

Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’li isimlerin tüm sert açıklamalarına rağmen İsrail’in Gazze’deki soykırım politikalarını durdurmakta etkisiz kalıyor. Üstelik bu politikaların en büyük destekçisi ABD’nin başkanı Trump ile Erdoğan’in görüşecek olması AKP medyası tarafından bir müjde imişcesine sunuluyor. Çizgi romanlarda şöyle bir kalıp vardır: “O esnada başka bir yerde”... Evet o esnada başka bir yerde iktidarın, yani Cumhur İttifakı’nın ortağı ve aynı zamanda İmralı Süreci’nin başlatıcısı ve yürütücüsü MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli şu açıklamayı yapıyordu: "Dünyaya meydan okuyan ABD-İsrail şer koalisyonuna karşı akla, diplomasiye, siyasetin ruhuna, coğrafi şartlara ve yeni yüzyılın stratejik ortamına en uygun seçenek 'TRÇ' ittifakının inşa ve ihya edilmesidir." Bütün bunlara bakıp “İttifakta çatlak mı var?” sorusunu yöneltmek bence anlamsız.

Barışa, Kürt meselesinde eşit ve adil bir çözüme ne kadar inansak ve destek versek de, AKP-MHP ittifakının önümüzdeki seçimlere yönelik hesabı ayan beyan ortada duruyor, bunu da görmezden gelmek mümkün değil: İmralı Süreci eğer ilerlerse seçmenlere yeni bir proje sunmak ama bu iktidarın seçimle değişebilme ihtimalini yargısal yollarla kapatmak. İki soru var. İlki: AKP-MHP ittifakı İmralı Süreci’nin başlattı ama devamını nasıl getireceğini biliyor mu? İkincisi: CHP’ye yönelik bu kampanya iktidarın istediği biçimde ilerleyecek mi?

Gazeteci-yazar Serdar Korucu 6-7 Eylül 1955 pogromunun hayatta olan tanıklarıyla konuşarak yeni bir kitaba imza attı: “Akşam İstanbul’da Çok Fena Şeyler Oldu” başlıklı çalışma, İstos Yayınları’ndan çıktı. Kitabın başlığını oluşturan sözler Marina Kalumenu’ya ait. Kendisi Dimitrios Kalumenos’un, yani 6-7 Eylül 1955’i fotoğraflayarak, pogromun hafızalara kazınmasını sağlayan Patriklik fotoğrafçısının kızı. Kitap, Türkiye, Yunanistan ve Fransa’da yaşayan 32 “son tanığın” dilinden o gece yaşananları aktarıyor. Hatırlanacağı üzere “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” başlıklı sahte bir haber üzerine 6 Eylül gecesi İstanbul’da Rumlar başta olmak üzere gayrimüslimlere ait evler, dükkânlar, kiliseler yıkılmış, yakılmış ve yağmalanmıştı. Resmî verilere göre yalnızca İstanbul’da 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 3.584’ü Rumlara ait olmak üzere 5.538 ev ve işyeri yakılıp yıkıldı. İHD’nin raporlarına göre 35 kişi hayatını kaybetti. Korucu ile yeni çalışmasını konuştuk.

AKP ve Erdoğan artık öyle bir durumda ki, iktidarda olmazlarsa siyaseten tükenecekler. MHP ise AKP ile ittifak döneminde yargı, polis ve orduda elde ettiği kadro gücünü korumak için her hamleyi yapıyor. Aslında buna İmralı ile yürütülen süreci de eklemek mümkün. CHP Genel Başkanı Özel bu denklemi bildiği için MHP’ye oynamaya çalıştı.

Bu satırları okuyunca insanın aklına başka fikirler de üşüşüyor. Yazısında şöyle de bir cümle var: “Fırat ve Dicle havzası, Türkiye için hem teknik hem demografik hem de siyasi açıdan hayati önem taşır." Taşır tabii. Taşır taşımasına da şöyle bir 110 yıl öncesine gidelim. Bu havzada kimler yaşardı, o toprakları kimler işler, şenlendirirdi?