LORA BAYTAR ÇAPAR

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK

Temmuz 2003’te İsrail’e ilk kez, Avrupa Konseyi’nin İsrail’de düzenlediği ‘Beyond the Barriers’ başlıklı toplantısına Türkiye Ermenileri adına gitmiştim. Baron Hrant’a (Dink) katılımcı sorulduğunda, o da beni önermişti .Atölye çalışmalarında dünyanın pek çok ülkesinden genç katılımcı olduğu gibi İsrail’den ve Filistin’den de gençler vardı. Biraraya gelebiliyor, tartışabiliyor, fikirlerini çekinmeden söyleyebiliyorlardı. Hatta ilginç bir detay da şuydu: İsrail’de uyuyor, Filistin’de yemek yiyorduk.

Diyor ki takvim, “Bugün 6 Ekim. Depremin üzerinden sekiz ay geçti. Kış geliyor.” Peki biz buna hazır mıyız? Cevap çok net: “Hiç değiliz.” Doğruluğundan emin olduğumuz bir bilgiydi bu ve biz bu bilgiyi, bu hafta yaşayarak teyit etmiş olduk.

Böylece 2021 yılında, ‘her evden bir kadın’ sloganıyla Vakıfköy Kadın Kooperatifi kuruldu. 33 kadın, bir şirket gibi işleyen kooperatifin bir yandan kâr ortağı, bir yandan da işçisi. Yani kadınlar hem üretimde çalışarak yevmiye kazanabiliyor, hem de kar ortağı olup iki kez kazanç sağlamış oluyorlar. Köy kilisesinin vakıf yönetimi bu konuda sonsuz destek verdi kadınlara.

Bize bir iş verirken “Acaba yapabilir mi?” diye düşünmezdi Baron Hrant; işi verir, sonucunu çarşamba gecesi prova sayfalarda okurdu. Onlarca hata yaptık muhtemelen, ama hiçbiri için başımızı eğdirmedi, bize her şeyi yapabilecek güçte olduğumuzu fark ettirdi.

Antakya’ya göç etmek büyük bir karar gibi görünüyor olabilir ama aslında, İstanbul’a doymuş biri için gayet kolay bir karardı. 2009 yılında tanımıştım eşimi. 2012 yılında arkadaşlığımız evrilip evlilik yoluna girdiğinde, Cem’in İstanbul’a gelmesi gibi bir beklentim olmadı. Çünkü yaşam alanını değiştirmemek için kuvvetli gerekçeleri olan, köklerine, toprağına bağlı biri Cem. Bense İstanbulluydum ama köklerim Kayseri’de. Sarkis Seropyan’ın yanında Türkiye’nin her yerini dolaşmıştım, bu toprakların herhangi bir yerinde yaşamaya hazırdı ruhum.

Suriye-Beyrut-Kanada üçgeninde yaşayan ama Musadağlı olarak ölen Abrahamian, son nefesini vermeden önce, küllerinin eşi ve çocukları tarafından Musa Dağı’na serpilmesini istemişti. Şimdi bu son görevin zamanıydı. 15 Ağustos’ta, sıcaklığın 45 ile 50 derece arasında gidip geldiği gün gerçekleştirildi bu dilek.

Gelenek olduğu üzere, Musadağ’ın yedi Ermeni köyü için yedi kazan harisa hazırlandı. Ama hepsinin içi her yılkinin yarısı kadar doluydu. Mevcut şartlarda suyun bile zor bulunduğu böyle bir zamanda harisa kazanlarının başında toplanan köy halkı belki tarihinde ilk kez davul zurnasız harisa pişirdi. “Davul zurna çalmadan harisa pişmezmiş” derler; pişermiş meğer, yaşadıklarımız bize bunu da gösterdi.

Antakya’nın olmazsa olmazlarından biri de ‘bahur’dur – nazarı, kötülükleri uzaklaştırdığına inanılan kutsal tütsü... Antakya dışında hiçbir yerde karşılaşmadım ben bahurla; hatta, eskiden bunun sadece Ermeni kültürüne özgü olduğunu sanıyordum. Buraların özel bir şivesi de var; ben ‘Antakyaca’ diyorum buna, çünkü bilmeyen için anlaması zor. İlk şaşkınlığımı ‘konuşturmak’ kelimesini duyduğumda yaşamıştım.

Deprem bölgesindeki hava, mevsim normallerinin çok üzerinde, sıcak. Konteynırlarda hayat zor ama, hâlâ çadırlarda kalanların var olduğunu bilince, konteynır, bardağın dolu tarafı gibi duruyor. Yaşam şartlarına bakalım istiyorum, hayat pahalılığından bahsetmek... Farklı şehirlerdeki insanların yardım çabasına rağmen depremzedelerin birbirine karşı nasıl acımasızca davrandığından. Ev kiralarından başlayalım öncelikle.