OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“İnsan alt türü” söyleminin de çok tehlikeli, birçok soykırımın toplumsal mayasını oluşturan bir söylem olduğunu bilmek gerekir. İnsanları bu şekilde alt tür-üst tür diye sınıflandırmanın en lanetli örneklerinden biri Nazilerin Nietzsche’den aldıkları ve Yahudi soykırımının ideolojik ve söylemsel dayanaklarından biri haline getirdikleri “übermensch” yani “insan üstü” kavramıdır çünkü bir “üst” tanımladığınız anda otomatik olarak bir de “alt” tanımlamış olursunuz veya tersi. Velhasıl, insanlar arasında tür bazında sınıflamaya atıfta bulunan söylemler, söyleyenin anlık niyetinden bağımsız olarak ırkçılığın değirmenine su taşır.

Gazze’deki kıyım tabii ki birçokları üzerinde ruhsal ve duygusal manada etkili oluyor. Yazar, ressam ve stand-up aktörü Vahe Berberian da 17 Ağustos’ta kendi bloğunda, “Ben Hâlâ Bu Soykırımın Suç Ortağıyım”, başlıklı bir yazı yazdı. Şöyle diyor Berberian: “Ermeni Soykırımı’ndan sadece 40 sene sonra doğdum. Ailemin iki tarafı da katledilmiş…Sadece yayam o zamanlar bir yaşında olan babamla sağ kalmış…Çocukluğum soykırım hikayeleri dinlemekle geçti. Yayamın sesi hep aynı şaşkınlık ve acıyı yansıtırdı: ‘Dünyanın bunun olmasına nasıl izin verdiğini hiçbir zaman anlamayacağım. Nasıl olur da bütün bir milletin katledilmesini seyrederler ve hiçbir şey yapmazlar?’”

1970’lerin başında okul sayısı 32, öğrenci sayısı 7400 civarında; 2000’lerin başında ise okul sayısı 18, öğrenci sayısı 3800 civarındaydı. Bugün ise öğrenci sayısı 2500 civarlarına kadar düşmüştür. Bunda tabii ki Türkiye Ermeni toplumunun azalan nüfusunun önemli payı vardır ama sorun ondan ibaret değildir. Okullara olan rağbet de azalmıştır. Bunun da hem Ermeni toplumundan ve onun eğitim kurumlarından hem de içinde yaşadığımız ülkeden kaynaklanan nedenleri vardır.

Türkiyeli olmak Türk olmaya veya Türk olmak Türkiyeli olmaya engel değil. Tıpkı Türkiyeli olmanın Kürt, Ermeni, Laz, Yahudi vs. olmaya engel olmadığı gibi. Burada maksat herkesin kendini dahil edebileceği bir kategori ve kimlik yaratabilmek. Üst kimlik olarak tanımlanan bu kimliğin içinin mümkün olduğu kadar boş olması lazım ki herkes orada kendine yer bulabilsin. Türk tabirinin herkesi kapsamamasının en önemli nedenlerinden biri belki de birincisi de bu zaten: Türk tarihsel anlamda çok yüklü, içi çok dolu spesifik bir kavram.

Tek cümleyle halledilecek bir mesele olmamasına rağmen Türkiye için yasama veya yürütme organında etno-dinsel gruplara kota uygulaması kanımca şart değildir. Daha önemli olan, kimlikler üzerindeki baskıların kaldırılması, korunmaları ve gelişmeleri için eğitim ve diğer alanlarda gerekli önlemlerin alınması, yönetimde de yerele daha fazla inisiyatif verecek reformların hayata geçirilmesidir.

Kürtleri Türklük içinde tanımlamak ve eritmek nasıl işlemediyse Müslümanlıkla çerçevelemek de işlemeyecektir çünkü bu çerçeveyi benimseyecek milyonlarca Kürt olabileceği gibi benimsemeyecek milyonlarca Kürt de olacaktır. Aynı şekilde, milyonlarca Türk de Müslüman kimliğini öncelemeyi tercih etmeyecektir. (Bu ikilinin yanına Arapların eklenmesinin arkasındaki motivasyon ve amaç ayrı bir yazı konusu. Ayrıca sormak lazım, “Hangi Araplar?” diye.) Kaldı ki, bu “ümmet perspektifinin” somut meselelere dair ne söylediği de belli değil.

Kimisi peygambere laf söyletmiyor kimisi cumhuriyetine. Herkes beğenmediği sesi susturma gayretinde, sopayı ele geçiren diğerini dövme veya dövdürme peşinde. Bu bağlamda bunları söylediğiniz zaman da “Ne yani sen Çamlı’dan yana mısın, onun dediğine katılıyor musun?” diye soruyorlar veya Çamlı’nın ne kadar çapsız biri olduğunu anlatmaya koyuluyorlar. O adamın üç cümlesini dinleyen biri ne kadar çapsız olduğunu anlar zaten ama konunun bununla bir ilgisi yok çünkü ifade özgürlüğü demek sadece kaliteli ve komplike fikirler ifade edilebilir; saçma fikirler, safsatalar edilemez demek değildir. Aynı şekilde, “Sen de mi öyle düşünüyorsun?” sorusu da ifade özgürlüğünün doğru fikir-yanlış fikir ikilemiyle ne derece özdeşleştiğini ortaya koyuyor. Halbuki, “bu sözler, ifade özgürlüğü kapsamındadır” demek o sözlerin mutlaka ifade edilmesi gerekir, söylenmesi doğrudur demek değildir; söylendiğinde veya başka bir yolla ifade edildiğinde kamu otoritesi tarafından cezalandırılmamalı demektir.

Bu sözleri sıradan bir vatandaşın kullanmasıyla bir içişleri bakanının kullanması etki ve yetki açısından aynı şey değildir. Nitekim, kendisi “bu alçaklığın hukuk önünde hak ettiği cezayı göreceğini” söyleyerek olası bir yargılamayı yönlendirmiş, yetkisini aşmıştır. Ayrıca, “sevgili peygamberimize yönelik alçaklık” diyerek kamu görevlisinin dinlerine bakılmaksızın bütün vatandaşlara eşit mesafede durma, dolayısıyla laiklik ilkesini çiğnemiştir çünkü her ne kadar sayısal azınlık olsalar da bu ülkede Hristiyan, Musevi ve başka dinden vatandaşlar da vardır. Bir Tanrı’ya veya herhangi bir dine inanmayanlar da cabası. Bir bakan bütün bu grupları görmezden gelerek tek bir dinin peygamberinden “peygamberimiz” diye bahsetmemeli.

Türkiye’deki Ermeni toplumunun haklarının çiğnenmesi münhasıran Ermenistan’ı veya Yunanistan’daki Türk/Müslüman toplumunun haklarının çiğnenmesi münhasıran Türkiye’yi değil bütün hak savunucularını ve diğer devletleri de ilgilendiren bir konudur. “Soydaş siyaseti” bizim eleştirdiğimiz bir siyaset tarzıdır, ister Türkiye yapsın ister Ermenistan. Peki, Ermenistan ülkesi ve toplumu Türkiye Ermenileri için “hiç kimse” midir veya diğer ülkeler neyse öyle midir? Türkiye Ermenilerinin Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde oynayacak bir rolü yok mudur?

Maksat bölgeyi nükleer silah tehdidinden arındırmak ise meseleye sadece İran bazında değil daha bütünlüklü yaklaşmak gerekir. Şöyle ki, dediğimiz gibi İran gibi baskıcı, otoriter, halkına zulmetmekten kaçınmayan bir rejimin nükleer silah sahibi olması istenmez fakat İsrail gibi yalnız hukuka değil ahlaka dair de bütün ilkeleri çiğneyen, hiçbir kırmızı çizgi tanımadan soykırım yapmaktan çekinmeyen bir devletin elinde nükleer silah olması neden İran’ın nükleer silah sahibi olmasından daha az tehlikeli, daha az endişe verici olsun ki? Üstelik İsrail’in nükleer silah sahibi olması geleceğe dair bir ihtimal değil bugüne dair bir gerçek!