OHANNES KILIÇDAĞI
Bomba üzerinde otururken iskambil falı açmak
Hükümet, insanları, yaşamlarını ve faaliyetlerini İstanbul’dan başka bir yere taşımaya teşvik edecek mastır planlar ve projeler üretmek bir yana Kanal İstanbul gibi hem deprem de dahil doğa üzerindeki etkisi tartışmalı hem de İstanbul’da yeni konutları, yeni yerleşimi teşvik edecek projeler peşinde. Bir de işin halk boyutu var tabii. Devleti yönetenler bu konuda atalet içinde de halk tarafı nasıl?
Soykırımlara bütüncül ve karşılaştırmalı bakış
Ermeni Soykırımı 20. yy’ın ilk soykırımlarından biriydi ama maalesef sonuncusu olmadı. Dünya ondan sonra da, biri hala gözlerimizin önünde her gün devam eden, birçok soykırım gördü ve bunların farklılaştığı noktalar olduğu gibi benzeştikleri hususlar onları aynı üst kategorinin başlıkları yapar. Örneğin, bugün İsrailli devlet yetkililerinin söylemleriyle, daha doğrusu bahaneleriyle 110 yıl evvel Ermeni Soykırımı’nı gerçekleştiren İttihatçıların bahanelerine bakın ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz.
“Ahlaki üstünlük” veya neden her şey çok güzel olmayacak
Eğer meseleye, “Canım Ermenilerin zaten kaç oyu var ki ben şimdi bununla uğraşayım” diye bakıyorsanız bu, meselenin sizin için doğru ilkeler ve değerler meselesi değil bir sayı ve siyasi çıkar meselesi olduğunu gösterir. Gel gör ki ahlaki üstünlük iddiasında olan sayı hesabı, çıkar hesabı yapmaz; ilkesel olarak doğru neyse onu uygular.
CHP’ye ırkçılar mı yön verecek?
CHP’nin tabanının bir kısmı (bu anlayışta olanlar CHP’nin tabanıyla sınırlı değil) “Kürtleri” gösterilerde görmek istemiyor çünkü onların desteği olmadan da iktidar değişiminin mümkün olduğunu göstermek istiyorlar. Böylece, onlara ihtiyaç olmadığını da göstermiş olacaklar. Nitekim, aynı anlayışı “İstanbul belediyesi nasıl kazanıldı” ve “cumhurbaşkanı adayı kim olsun” tartışmalarında da görüyoruz. Bu grup, İstanbul’un kazanılmasının “Kürtlere borçlu” olunmadığını iddia ediyor ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de onların oyuna ihtiyaç olmayacağını dolayısıyla Mansur Yavaş gibi bir profilin aday olabileceğini savunuyorlar. Geçen yazıyı “Devlet zihniyetinin ve müesses nizamın öteden beri en çok çekindiği hatta korkulu rüyası diyebileceğimiz şey, şehirli eğitimli orta üst sınıf Türklerin Kürt siyaseti ve toplumuyla fikirsel, eylemsel, duygusal ve moral bir yakınlaşmaya girmesidir” diyerek bitirmiştim. Bu yakınlaşma aynı zamanda Türkiye demokrasisinin ilerlemesinin anahtarıdır.
Devletin korkulu rüyası
Devlet zihniyetinin ve müesses nizamın öteden beri en çok çekindiği, hatta korkulu rüyası diyebileceğimiz şey, şehirli eğitimli orta üst sınıf Türklerin Kürt siyaseti ve toplumuyla fikirsel, eylemsel, duygusal ve moral bir yakınlaşmaya girmesidir.
Anlaşmanın adı var, kendi yok
Eğer, Aliyev’in sık sık iddia ettiği üzere Azerbaycan, Ermenistan’ın kendine yönelik saldırgan emellerinden endişe ediyorsa, bu misyonun sınırın Azerbaycan tarafında da çalışmasını isteyebilir pekâlâ. Paşinyan yönetimi barış uğruna neredeyse ağzıyla kuş tutmaya çıkacakken, Ermeniler açısından önemli tavizler manasına gelen birçok adım atmış ve hâlâ atıyorken, bu endişenin ciddiyeti ve samimiyeti ayrıca tartışmalıdır. 2020’deki savaştan beri askerî yöntemlerden sonuç almış ve kendi iktidarı açısından bunun ‘tadına varmış’ olan Aliyev’in kendisidir.
Bir hikâyeye inanmakla başlar her şey
Siyasetinizin gücü, hikâyenizin gücüyle doğru orantılıdır. Başka bir deyişle, hikâyesi daha iyi olan, yukarıda saydığım işlevleri daha iyi yerine getiren hikâyelere dayanan siyasetler yarışa önde başlar. Örneğin “Biz Türk’üz”, “Biz Amerikalıyız” gibi bir önermenin arkasındaki hikâye, “Biz demokratız” gibi bir önermenin sunduğu hikâyeden çok daha güçlü olduğu için, kendini bunlara dayandıran siyasetler daha fazla taraftar toplar. Bunların arkasındaki hikâye niye daha güçlü?
Farklı telden çalanlar aynı nağmeyi nasıl tutturacak?
Bu yazıda, Öcalan’ın açıklamasının kapsamlı bir analizinden ziyade ‘silah bırakma’ meselesi üzerinde durmak istiyorum. (Sadece şu kadarını söyleyeyim ki metindeki kimi ifadeler insana “Öcalan’ın tecridi sandığımızdan da sıkıymış” dedirtecek derecede sahadaki gerçeklikten kopuk.) Elbette, silahların bırakılması her zaman nihai hedef olmalıdır. Silahla yaşamanın kendisi daimî bir amaç olamaz, olmamalı. Eşyanın tabiatına aykırı. Gelgelelim, ‘silah bırakma’ öncesiyle sonrasıyla bir plana, projeye, takvime dâhil edilmediği zaman tek başına çok manalı değil, nihai hedefe ulaşması da zor.
ERVAB ne yaşar ne yaşamaz
Yıllardır, Türkiye Ermeni toplumunun vakıflarının ve vakıf çatısı altında toplandıkları için okullarının ve diğer kurumlarının koordinasyon içinde çalışabilmesi için ortak bir teşekküle, az çok merkezî bir yapıya ihtiyaç olduğunu söylemekten yorulduk. Dolayısıyla, bu açıdan bakınca ERVAB gibi bir organın olması gerektiği açık; açık ama böyle bir organın düzenli, istikrarlı ve etkili çalışabilmesi için birtakım koşulların hayata geçirilmesi gerekiyor. Bunların başında, böyle bir organın çalışma ilkelerinin, nasıl bir yönetim yapısı olduğunun, hangi alt kurul veya komisyonları olduğunun, bunların nasıl oluşturulduğunun ve sorumluluklarının ne olduğunun, gerekli görevlere seçimlerin nasıl yapıldığının ve kararların nasıl alındığının yazılı ve resmî olarak kayda geçirilmesi geliyor.
İtimatsızlık bürosu
Söz konusu olan artık herhangi bir kişinin yaptığı herhangi bir spesifik yolsuzluk vakası değildir, ortada artık genel bir şüphe ve güven bunalımı vardır. Bunun aşılabilmesi için tam da Patrikhane’nin bir yıl evvel talep ettiği gibi kapsamlı bir mali inceleme yapılması gerekiyor. Ayrıca, ortada en azından henüz belli kişi veya kişiler hakkında bir ceza davası yok, dolayısıyla “Kanıtla gelin” demenin de çok manası yok. Öyle bir kanıt olduğu zaman iş zaten davaya dönüşür.