OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

En temel doğruları ifade eden bu sözler karşısında âdeta infiale kapılarak öfke dolu cevaplar veren, yorumlar yapan sadece mevcut iktidarın destekçileri de değil; en az onlar kadar kendini muhalif olarak tanımlayanlar da Babacan’ı “bölücü”, “hain” olarak tanımlamaktan kaçınmamışlar. Bu da bize, Türkiye’deki demokrasi sorununun iktidarla sınırlı olmadığını bir kere daha gösteriyor.

Her çağın yaşlılığı (o manada çocukluğu, gençliği de) ve yaşattığı tecrübeler aynı değil. Bu söylediğim yalnız teknolojik ve tıbbi imkanlarla sınırlı olan bir durum da değil. Çağa göre değişim gösteren zihniyet, kültür ve onlar vasıtasıyla toplumda yaşlıya ve yaşlılığa olan bakış da en az onlar kadar etkilidir. Bunlar, yani teknoloji, tıptaki gelişmeler ve kültür hepsi içiçe geçmiş biçimde ilerler.

Pangaltı Mıhitaryan Katolik Vakfı seçimi de dâhil olmak üzere, adında ‘Katolik’ ibaresi bulunan vakıflarda, Katolik olmayan Ermeniler oy kullanamadı. Gelin, bu uygulamaya tutarlılık açısından bakalım. Başka bir deyişle, vakıf seçimlerinde ve faaliyetlerinde mezhep ayrımı yapmanın farklı gereklilikleri nelerdir, ona bakalım.

Türkiye gazetesi yazarı Necmettin Batırel, “Kılıçdaroğlu’nun vizyon belgesini FETÖ’nün övdüğü ermeni Daron Acemoğlu hazırlamış, kan çekmiştir” diyerek çıtayı ırkçılık boyutuna çekti, daha doğrusu indirdi. Olumlu manada şaşırtıcı olan, geniş bir kesimden bu ifadeye karşı verilen tepkilerin boyutu oldu. Öte yandan, tepkilerin bazıları ise ya gene ırkçıydı ya da siyaseten yanlıştı

Karmaşanın büyük bir kısmı ise pek de iyi niyetli olduğunu söyleyemeyeceğiz kimi mevcut yönetimlerin seçim yönetmeliğindeki yanlışlıkları, eksiklikleri, boşlukları istismar etmelerinden kaynaklanıyor. Bu tip girişimlere karşı Patrik Sahak Maşalyan ve bazı vatandaşlar VGM’ye, ilgili bakanlığa şikâyette bulunuyor ki bu da anlaşılır. Fakat, işin paradoksal yanı şu ki başvurulan yerler, makamlar, yönetmelik yazma işini geniş istişareyle yapmayıp bu karmaşanın yaşanmasının yolunu açanlar.

Lozan’da mübadele edemedikleri Ermenileri, takip eden yıllarda, Anadolu’da yaşadıkları yerlerden çıkararak Lozan’da yapamadıklarını yapmış oldular. Müslüman olmayan azınlıkların sosyal ve kültürel kimliğinin, varlığının korunması için Lozan’da verilen taahhütleri uygulamaya, en başından beri hiç niyetleri yoktu.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu’nun en azından 8-10 şehrinde, kendi hâline bırakılsa gelişip serpilebilecek Ermeni toplulukları bulunuyordu. Fakat devleti yönetenlerin istemediği, tam olarak buydu. Nitekim, sayıların da gösterdiği gibi, Anadolu’da kalan Ermenileri doğrudan ve dolaylı yollarla İstanbul’a sürdüler.

Soykırımlar öyle süreçler ki, bazı insanlar, tüm insanları bağlayan, en azından bağlaması gereken tüm ahlaki, vicdani ve hukuki bağlardan, zorunluluklardan kurtuluyorlar, “elleri tamamen serbest kalıyor.” Soykırım bağlamlarında şiddet, sadece devletin yukarıdan aşağı uyguladığı bir eylem olmaktan çıkıp, yatay bir şekilde genele yayılıyor.

Müslümanlaştırılmış Ermeni gruplarından kimileri takip eden kuşaklar boyunca Ermeniliklerinin veya Ermeni köklerinin bilincindeyken, kimileri son 20-25 senelik süreç içinde bu köklerini fark ettiler. Fark edenlerin bu köklere tepkileri de farklılıklar gösterdi.

Bütün sorumluluğu sadece devlete yüklemiyorum; Ermeni toplumu içinde kendi küçük iktidarları uğruna devleti, bazen devletin niyetlerinin veya kastının ötesine de geçerek, bir sopa gibi kullananlar var. Ama tekrar etmek gerekirse, bu, devlet böyle istediği için böyle, en azından izin verdiği, o insanları kendi politikaları için kullandığı için böyle.