OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Mide bulandırıcı bir sinizm

1990’ların başında akşam haberlerinde Bosna’dan gelen görüntüleri üç-beş dakika görüyorduk ama sonra geçiyordu. Hâlbuki bu sefer gün boyu Gazze’den gelen, hepsi birbirinden korkunç görüntülere arka arkaya şahit oluyoruz. Gazze’deki katliamın hem mekân olarak küçük bir alana sıkışması hem kurban sayısının hızla artması da tabloyu daha vahim hâle getiriyor.

İsrail’in Gazze’de beş aydır sürdürdüğü, bizim de canlı canlı seyrettiğimiz katliam ve yıkım politikası, muhtemelen, henüz ilk çeyreğini yaşadığımız 21. yüzyılın en korkunç vakalarından biri olarak anılacak. Tabii ki bu, tarihin ilk soykırımı değil ama iletişim olanaklarının, sosyal medyanın ulaştığı seviye sebebiyle bu kadar yakından, neredeyse ‘içinden’ tanık olduğumuz, herhâlde ilk soykırım.

Daha öncekiler bir yana, ne Bosna ne Ruanda soykırımlarını bu kadar yakından ‘gördük’. Evet, 1990’ların başında akşam haberlerinde Bosna’dan gelen görüntüleri üç-beş dakika görüyorduk ama sonra geçiyordu. Hâlbuki bu sefer gün boyu Gazze’den gelen, hepsi birbirinden korkunç görüntülere arka arkaya şahit oluyoruz. Gazze’deki katliamın hem mekân olarak küçük bir alana sıkışması hem kurban sayısının hızla artması da tabloyu daha vahim hâle getiriyor. Bosna gibi görece geniş bir alanda yaklaşık üç senede öldürülen Boşnakların sayısının, Srebrenitsa’da öldürülen 8000 civarında erkek ve çocuk da dâhil olmak üzere, 80 bin civarında olduğu tahmin ediliyor (Britannica). Gazze’de ise beş ayda çoluk çocuk katledilenlerin sayısı 30 bine ulaştı, üstelik Gazze gibi 360 kilometrekarelik küçük bir alanda. (Not düşmek için söylemek gerekirse, Ruanda Soykırımı’nın yoğunluğu bu ikisinin de katbekat üzerinde. Orada Nisan–Temmuz 1994 arasında öldürülen Tutsilerin sayısı tahmini olarak 500 bin [Human Rights Watch]. Ruanda’nın yüzölçümü Gazze’nin 73 katı olsa da, dört ayda 500 bin kişi inanılmaz bir sayı. Gün başına kabaca 4000 cinayet! Orada ‘machete’ denen bir çeşit pala şeklinde kesici aletin yaygın olarak kullanıldığı düşünüldüğünde vahşetin boyutları daha da korkunçlaşıyor. Gerçi, insanları palalarla mı yoksa tonluk bombalarla mı öldürmek daha vahşi, o da tartışılır.)

Gazze’de yaşananların bir farkı da sanırım, bu soykırıma verilen tepkileri diğer örneklerde olmadığı kadar fazla ve eşzamanlı olarak gözlemleme imkânımızın olması. Ermeni Soykırımı, Yahudi Soykırımı gibi tarihsel örneklerde tepkileri, özellikle de kitlenin tepkilerini gözlemleme imkânımız, hem üzerinden geçen zaman hem de kitleler tarafından üretilen malzemenin o günün şartlarından dolayı çok kısıtlı olması sebebiyle bu kadar fazla değil.

Bugün ise bunu, sadece değil ama özellikle İsrail toplumu özelinde eşzamanlı olarak gözlemlemek mümkün. Bunu felsefi ve sosyopolitik açıdan ilginç kılan şu ki, soykırımlara imkân veren, soykırımları normalleştiren, meşrulaştıran popüler zihniyetin, kitle psikolojisinin oluşumunu ve işlemesini gözlemleme imkânı veriyor. Şöyle ki, bir yanda dünyanın dört bir tarafında İsrail’in Gazze’de yaptıklarını “Not in my name” (“Benim adıma değil”) diyerek protesto eden, acil ateşkes çağrısı yapan ve her türlü saygıyı hak eden yüz binlerce Yahudi, öte yanda çektikleri videolarla Gazzelilerle, onların katledilmesiyle dalga geçen İsrailliler var. 

Dünyaya baktığımız zaman gördüğümüz ise, birkaç istisna hariç, bu konuda özellikle Batı ülkelerinin hükümetleriyle halkları arasında bir ayrışma olduğudur. Hükümetler daha ziyade İsrail’i desteklerken halklar ateşkes ve İsrail’in durdurulması çağrısı yapıyorlar. Batı ülkelerinde demokratik süreçler ve sivil toplum görece gelişmiş olduğu için, oralarda kitleler hükümetlerinin aksi yöndeki politikalarına rağmen kimi örneklerde yüz binlerle sokağa çıkıp protestolarını dile getiriyorlar. 

Türkiye’de ise farklı bir durum var. Bu konuda halkın geniş kesimi ile hükümet arasında bir ayrışma yok ama halkın kendi içinde, hemen her meselede olduğu gibi bunda da bir yarışma var. AKP’nin tabanını oluşturan kitle bu konuda da hükümetle ayrışmıyor ama o kadar ayrışmıyor ki sahibinden işaret almadan hiçbir hareket yapmayan evcil bir hayvan gibi onun dediğinin ve yaptığının ötesine geç(e)miyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Gazze konusunda konuştuğu zaman esip gürlüyor, mangalda kül bırakmıyor ama beş aydır somut bir adım atılmış değil. Dindar muhafazakâr tabanda ancak bir avuç insan bunu sorgulayabiliyor. Örneğin, başka zamanlarda çok cesur olan bu kesim, Türkiye’den İsrail’e vızır vızır giden gemiler söz konusu olunca havalara bakıyor.

AKP’ye, Erdoğan’a, rejime muhalif kesimlerin Gazze karşısındaki tutumuna gelince, gene bir avuç istisna hariç, mide bulandırıcı bir kayıtsızlık ve sinizm içindeler. Duygu ve düşünce bagajlarını az çok tahmin edebiliyorum. Herhâlde, Gazze/Filistin davasını İslamcılık davası olarak gördüklerinden ve kendilerini de İslamcılık muhalifi olarak tanımladıklarından, öldürülen sivilleri de, çocukları da umursamıyorlar. Buz gibiler. (Hatta aralarında, Türkiye’de başlarına bir şey gelmeyeceğinden emin olsalar, kimi İsraillilerin yaptığı gibi Gazzelilerle dalga geçen Tik Tok videoları çekecek olanlar dahi vardır.)

Hâlbuki, daha evvelki bir yazıda söylediğim gibi, Filistin davası haklı bir hak davasıdır ve bunu İslamcı siyasete terk etmek ne ahlaken, ne de akılcı siyaset açısından doğrudur. Kaldı ki, Gazze’deki soykırıma kayıtsız kalmak insan hayatı, hakları ve özgürlükleri üzerinden AKP’ye yaptığınız muhalefetin de kıratını düşürür. Bebeklerin, çocukların parça parça edilmesine sırtınızı dönerseniz, sizin derdinizin insan hakları olduğuna kim inanır?