OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

‘Kendine Müslüman’

Türkiye’de insan hakları savunusunda ilkesel tutarlılık sağlanamamasının tek sebebi sadece kültür ve kimlik olarak kendine yakın gördüklerini, ‘bizden’ saydıklarını savunmaktan ibaret değil. Hakları ihlal edilen insanların haklarını savunmanın siyaseten muarız kabul edilen bir harekete, akıma yarayacağı düşünülüyorsa Türkiye’deki çoğu ‘demokrat’ da kafasını öte yana çeviriyor, havalara bakıyor.

Hayatta bazı işler, bazı eylemler vardır ki değil kendilerinden önce meydana gelen gerçek olaylar, insan zihni teorik olarak bile onlara meşru gerekçeler üretemez. O eylemlerden evvel herhangi birinin yaptığı herhangi bir şey o eylemleri meşru ve kabul edilebilir kılmayacağı gibi, oturup o eylemler için farazi bir meşru gerekçe bulalım desek bulamayız. Örneğin, 365 kilometre kare içinde yaşayan 2,2 milyon insanı kitlesel olarak bombalayıp bir ayda 10 bin kişiyi öldürmenize, bunun içinde olmak üzere yaklaşık 4000 çocuğu bombalarla parçalamanıza herhangi bir meşru gerekçe, ne olmuş olaylardan ne de insan zihninden çıkabilir. Böyle bir meşru gerekçe yoktur, olamaz. Bu amaçla söylenecek her şey boşa düşer. Söylenenler, ancak kabul edilemez bahaneler olarak nitelenebilir.

Benzer şekilde, yüzlerce köy, kasaba ve şehirden çoluğuyla çocuğuyla, hastasıyla yaşlısıyla bir milyondan fazla insanı, bırakın katletmeyi, evlerinden zorla çıkarıp yollara, dağlara sürmenin bu hayatta hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Öncesinde kim ne yapmış olursa olsun, bu gibi kararlara ve icraata meşru gerekçeler üretmeye çalışmak beyhude çabadır. Nitekim, kolektif veya toplu cezalandırmanın insancıl hukukla bağdaşmadığı, savaş suçu olduğu, uluslararası hukuk tarafından da kayıt altına alınmıştır. Bunu bir ilke olarak kabul ettiğimizde ve ihlal etmediğimizde insanlık olarak daha huzurlu bir sosyal düzen ve hayat için önemli bir adım atmış olacağız. 

Türkiye’de ise bunun bir ilke olarak benimsenmesinden çok uzağız. Bu gibi durumlarda özellikle İslamcı ve Türkçü cenah kurbanın ve katilin kimliğine bakar. Eğer öldürülen Müslüman veya Türk, hatta Sünni değilse ya da öldüren de Müslüman’sa pek ilgi göstermez, hatta öldürülen Ermeni, Rum veya Yahudi’yse “yi olmuş” dahi diyebilirler. “Hamas, Hamas diyerek Filistinlilere istediğinizi yapamazsınız” dediğinizde sizi alkışlayanlar, “Taşnak-Hınçak diyerek Ermenilere canınızın istediğini yapamazs(d)ınız” dediğinizde “Vay, seni gidi terörist” derler. 

Türkiye’de insan hakları savunusunda ilkesel tutarlılık sağlanamamasının tek sebebi sadece kültür ve kimlik olarak kendine yakın gördüklerini, ‘bizden’ saydıklarını savunmaktan ibaret değil. Hakları ihlal edilen insanların haklarını savunmanın siyaseten muarız kabul edilen bir harekete, akıma yarayacağı düşünülüyorsa veya hakları ihlal edilenler bizzat o harekete mensup olarak görülüyorsa Türkiye’deki çoğu ‘demokrat’ da kafasını öte yana çeviriyor, havalara bakıyor. Bunun bugünlerde yaşadığımız bariz örneği Filistin ve Gazze. Filistin’in ve Gazze’deki insanların haklarını savunmak bir ‘İslamcılık davası’ olarak görüldüğü için Türkiye’deki ve Türkiye’nin dışındaki, kendine solcu veya demokrat diyen birçok Türkiyeli, Gazze’de katledilen sivillerin, çocukların hakkını yüksek sesle savunmuyor, kuvvetli bir itiraz ortaya koymuyor. Filistin siyasetinde İslamcı grupların ve söylemin kazandığı ağırlık göz önüne alındığında, bu hepten temelsiz bir tespit değil.

Gelgelelim, Filistin davası İslamcılara terk edilemez. Bunun ahlaki ve siyasi sebepleri var. Ahlaki ciheti şudur: Orada yalnız dün, bugün, bir haftadır, bir aydır değil, kuşaklardır zulüm altında yaşayan, tüm hakları çiğnenen insanlar var. On yıllardır istikrarlı bir şekilde ayrımcılığa uğruyorlar, özgürlükleri kısıtlanıyor ve hatta katlediliyorlar. Üstelik son bir aydır çocuk bedenleri kelimenin düz manasıyla paramparça ediliyor. İnsan olarak buna sırtımızı dönemeyiz. Velev ki kendi fırsatını bulsa aynısını Müslüman olmayana yapacak birtakım İslamcılar, bu meseleyi kendi hâkimiyetleri altına almaya kalksın. Oradaki insanların bizim sesimize ihtiyacı var. Buradaki İslamcıdan korkup, Filistin’de bombalar altında paramparça olmuş çocuğa gözümü kapayamayız.

Siyaseten baktığımızda da Filistin davası İslamcılara terk edilemez; bu siyaseten de akılcı olmaz, çünkü haklı bir hak davasını onlara terk ederek onlara ve söylemlerine daha fazla alan açmış, siyaseten yükselmelerine yol vermiş olursunuz. Filistin davasını İslamcı siyaset dışında çerçevelendirmek için gerekli ilkeler de, müktesebat da, söylem de ziyadesiyle mevcuttur. Bunun için gerekirse İslamcıyla da kavga edilir. Onlar Filistin için bir gösteri yapıyorsa, solcuların, sosyalistlerin, demokratların iki gösteri yapması gerek. Filistin davasının İslamcı siyasete terk edilmesinin siyasi sakıncalarından biri de, bunun tam da İsrail’in istediği şey olmasıdır. Böylece, “Filistin’e özgürlük” diyen herkesi “İslamcı teröristler” olarak yaftalaması, Filistin davasını şeytanlaştırması daha kolay olacaktır. Ayrıca, maksat İslamcı siyaseti geriletmekse İsrail’in yürüttüğü katliama o sebeple de karşı çıkmak gerekir, çünkü bu katliamların İslamcı siyasetin yalnızca Gazze’de değil, geniş bölgedeki sosyopolitik köklerini daha derinlere gömdüğü aşikârdır.