LORA BAYTAR ÇAPAR

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK

6 Şubat dün gibi

Önce uzaklaştık şehirden, sonra geri döndük. Farklı şehirlerde hayat kurabilenler, dönme umuduyla, yaşamlarını ‘gurbet’te sürdürüyor. Her doğan günün sabahına “Bir gün Antakya’ya döneceğim” umuduyla uyanıyor. Ama kuramayıp geri dönenler ya da farklı hayat imkânları olmayanlar için eğreti hayatlar bitmek bilmedi. O kara gecenin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ çadırlarda yaşayanlar var.

Tesadüfen hayatta kaldığımız ve onlarca yıl birden yaşlandığımız gecenin üzerinden 365 gün geçti. Bir süreliğineymiş gibi yaşadığımız hayatlar kaderimiz oldu. O gün ölüsü de dirisi de bulunamayanlar, kaybolan çocuklar artık aranmıyor bile, kanunen onlar artık ölü. Çok şey değişti hayatta ama aslında hiçbir şey değişmedi. Birbiri ardına platformlar kuruldu. Antakya sevdalısı onlarca gönüllü, şehrin yeniden kuruluşu için kolları sıvadı. Toplantılar yapıldı, projeler üretildi ama hâlâ başlangıç noktasındayız. 

6 Şubat, bir türlü sabaha ulaşamayan, bitmeyen bir gece oldu. Ruhumuz hâlâ karanlık. Antakya dediğimiz boş bir tarla sanki; şehir, sokakların birbirine karıştığı, yolumuzu tahminen bulduğumuz koskoca boşluklardan ibaret. 

Önce uzaklaştık şehirden, sonra geri döndük. Farklı şehirlerde hayat kurabilenler, dönme umuduyla, yaşamlarını ‘gurbet’te sürdürüyor. Her doğan günün sabahına “Bir gün Antakya’ya döneceğim” umuduyla uyanıyor. Ama kuramayıp geri dönenler ya da farklı hayat imkânları olmayanlar için eğreti hayatlar bitmek bilmedi. O kara gecenin üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ çadırlarda yaşayanlar var. İlk günlerde arabada ya da domates-salatalık serasında uyumak, idareten bile zor gelirken, şimdilerde kader oldu. Bazı yerlerde deprem konutları bitmek üzere. Kimlere kısmet olacak, şimdilik belirsiz. Hâlâ hak sahipliğinde ne yapacağını bilemeyen onca insan var. Yerinde dönüşüm iyi bir şey mi? Yıkılan yerde tekrar ev yapılmalı mı? Altımızdan geçen faya ne oldu? Yine üzerine ev yapsak bizi yıkmayacak mı? vb. onlarca soru aslında geleceğimizken, hiç bizden değilmiş gibi cevapsız kaldı.

Konteynırlar ilk günlerde insana yalı dairesindeymiş gibi hissettiriyordu kendini. Arabada iki büklüm uyumaya çalışırken çadıra geçen insanlar, ayaklarını uzatacak konfora erişmişti. Tuvaleti-lavabosu da içinde olan konteynıra kavuşmak, lüks bir yaşam vadediyordu depremzedeye – sarsıntılardan korkmamak, üzerine yıkılacak bir şeyin olmadığı güvencesiyle uyumak da ‘bonus’u... Ama mevsimler değişti; fırtınalar, yağmurlar, konteynır yaşamını da çekilmez kılmaya başladı. Her yağmurda sular altında kalan eşyalar, elektrik kesintileri yüzünden çalışmayan ısıtıcılar, kışın soğuk yüzünü her yönüyle yaşattı insanlara. Evlerde kalanlar için de çekilmez günler yaşandı. Çılgın yağmurlarda, dış cephe çatlakları yüzünden evler hep su oldu. Elektrik kesintileri soğukla sınav verdirdi evi yıkılmayana da.

Bütün bu süreçte kendi başımızın çaresine bakmayı da öğrendik. Çünkü usta sorunu da var buralarda. Ustalara ulaşamamak, günlük hayatının bir parçası oldu. Zanaatın, geçersiz diplomalardan çok daha kıymetli olduğunu da gördük bu süreçte. Çocuklarınızı okumaları için zorlamayın; herkes mimar, mühendis, öğretmen, avukat vb. olamıyor. İşsiz kalacaklarına, bırakın zanaat öğrensinler. Mobilyacı, tesisatçı, elektrikçi olsunlar. 

Şimdi yine Şubat geldi. O hep gelmesinden korktuğumuz günlerdeyiz. Adım adım yaklaşıyoruz 6 Şubat 04:17’ye. Son zamanlarda yine her gece 04:00’te uyanmak bir tesadüf olmamalı. Çünkü aynı mevsim, aynı hava. 6 Şubat soğukları bunlar. İnsana içinde korkuyu, ölümü, çaresizliği hissettiren soğuk, ıslak hava. Bitmeyen, bir türlü dinmeyen yağmurlar... Okullar bile aynı tarihte açılıyor. Pazar akşamı nasıl sabah olacak da Pazartesi günü ikinci dönem başlayacak? İçimizde hep bu sızı.

Çeşitli platformlar 6 Şubat için anma etkinlikleri düzenliyor. Sabaha karşı herkes Antakya Köprübaşı, Samandağ, İskenderun ve Arsuz’da toplanacak. Mezarlık ziyaretleri yapılacak, konuşmalar, karanfiller, reyhanlar vb. ile şehrin pek çok köşesinde tüm güne yayılan programlar. Bence o gün herkes için yas günü ilan edilmeli. 6 Şubat, deprem farkındalığı konusunda tüm yurtta milat olmalı. Herkes duyarlılığını geliştirmeli ve kendini, evini, mahallesini depreme hazırlamanın yollarını aramalı. Nesiller boyu bu farkındalıkla şehirler kurulmalı ve korunmalı. Okullar kapalı olmalı ve isteyen etkinliklere katılarak, isteyen başka şekilde, kendi bildiğince anmalı kayıplarını. Normal bir gün değil o gün, normalmiş gibi yaşamamız beklenmemeli. 

Antakya için bir şeyler yapmak istiyor insanlar. Kimi şarkı besteliyor, seslendiriyor, kimi video çekiyor, kimi tek kare fotoğrafla hislerini dışa vurmaya çalışıyor. Hepsi o kadar kıymetli ki. An, anda kalmıyor, çünkü her bir görüntü, her fotoğraf karesi şehrin dönüşümü içinde eskiyebiliyor.

Bir yıldır zaman hem çok hızlı geçiyor, hem de inanılmaz yavaşlıkta ilerliyor. Hiç acelesi olmayan emekliler gibiyiz. Geçen bir yılda günlük yaşamın akışı film gibi. Bir otobüsü saatlerce bekleyebilirsiniz, özel aracınızla gidiyorsanız işler planladığınız gibi gitmeyebilir. Yol kapanmıştır, bina yıkılmıştır, taş düşmüştür. Yollar bozuktur, bol çukurludur, bitmeyen yağmurlarla suların biriktiği, sizin o su birikintisini görüp de çukur olduğunu göremediğiniz dijital oyun tuzakları gibidir. Ancak oyunlardaki gibi can hakkınız yoktur Antakya trafiğinde. Elektrik güvence vermez size; birden gider, çamaşırınız, bulaşığınız makinede, yemeğiniz fırında kalır. Göndermeyi planladığınız dosyalarınız, epostalarınız yolda kalır. Bazen telefonda tek başına konuşurken bulursunuz kendinizi. Çekmemiştir hatlar, karşınızdakinin telefonu çoktan kapanmıştır. Sabah aklınızdaki planla başladığınız gün ile akşam biten gün birbirinden farklı olabilir. Doğa da kendi değişkenliğiyle şaşırtır sizi. Tüm bu olumsuzluklar içinde inadına yaşıyoruz Antakya’da, doğayla ve yoksunluklarla didişircesine. 

İşte böyle geçti koskoca kısacık bir yıl. Bir arkadaşım sordu, “Hâlâ ilk günlerdeki kadar güçlü bir şekilde, ‘Antakya’yı kurtaracağız’ diye düşünüyor musun?” diye. Tabii ki evet ama içten içe. Hep söylediğim gibi, Antakya’yı Antakyalı var edecek, buna şüphe yok. İçinde ben de olacağım, eminim ama gel gelelim pratikte tek başına güç yetmiyor.