“Önceden teyzeydim, ablaydım, evlattım, artık hiçbiri değilim”

6 Şubat depremini herkes aynı yaşamadı. Kimi evsiz kaldı kimi kimsesiz. Evini yurdunu kaybeden de oldu, uzuvlarını, ailesini akrabasını arkadaşlarını da. Hep kendimi ve yaşananları kendi gözümden anlatmaya çalıştım ama biraz da kalanların hikayesini aktarmayı kendime görev sayıyorum artık. Öğretmen arkadaşım Gülçin Aktuğ, annesi, babası, kız kardeşi, eniştesi ve iki yeğeninin cenazesini aynı binanın enkazından günler sonra alabildi. Yaşadıkları sonrasında “Artık kendimi kimsenin hiçbir şeyi değilmiş gibi hissediyorum. Önceden teyzeydim, ablaydım, evlattım ama artık hiçbiri değilim…” diyor.

Gülçin öğretmen (Gülçin Aktuğ) depremde tüm ailesini kaybeden Antakyalılardan. Depremde kaybettiği ailesinin cenazelerini defnettikten hemen sonra tesadüfen hayatta kalan iki çocuğu ve kocasıyla Ankara’ya gitti orada kendine geçici bir yaşam kurdu. Ancak tüm Antakyalılar gibi o da gurbette yapamayıp geri döndü. Arsuz’da deprem öncesi kız kardeşi ve anne-babasıyla birlikte yazlık olarak kullandıkları aile evinde yeni bir yaşam kurdu. Ve şimdi iki çocuğu ve eşiyle yeni, “kimsesiz” diye adlandırdığı hayatına alışmaya çalışıyor.

Depreme Antakya’da yaşadıkları Emlakbank evlerinde yakalanan Gülçin öğretmen, “6yıl öncesine kadar İzmir’de yaşarken de, burada da deprem bizim hayatımızın bir parçasıydı. Çocuklar banyo yaparken deprem olsa, ben sabunlamaya devam ediyordum. Hiçbir zaman bir depremde panik olmamıştık. Ama bu yaşadığımız çok değişikti” diyor ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:  

‘Bomba zannettik meğerse evler yıkılıyormuş”
“18 Aralık 2022 Pazar akşamı saat 20.00 – 21.00 civarında 5 şiddetinde bir deprem olmuştu. Dünya Kupası’nın final maçı akşamıydı. Biz o gün çocuklarla deprem olursa evde nerede buluşacağımıza yönelik bir karar almıştık.

6 Şubat sabahı deprem başladığı sırada oğlum Onur Çınar (7) tuvaletteydi hatta sallanınca tuvaleti sıçradı diye üzülmüş ben de ‘Tamam önemli değil deprem oluyor, planladığımız gibi şurada duralım’ dedim. Tatbikat gibiydi çünkü, hemen bitecek sanıyordum. Planladığımız söz verdiğimiz gibi gardırop ile yatağın arasında çömeldik. O sırada sarsıntıdan kızım Zeynep Defne (8) de uyandı yanımıza geldi, eşimi (Ahmet) uyandırdık ve belirlediğimiz yerde beklemeye başladık. Sarsıntı arttı, elektrikler kesildi, biz bitecekmiş gibi düşünürken üzerimize gardırop düştü, inanılmaz bir ses vardı ben ‘bomba!’ diye bağırdım. Bombalanıyoruz zannettik, meğer bomba diye düşündüğümüz bizim çevremizdeki binaların yıkım ve patlama sesleriymiş.

Eşim yanımda dua okumaya başladı, ben çocukların ellerini tuttum ve ‘kapatın gözünüzü bitecek’ dedim. Ama ben biteceğine inanmıyordum ve zannediyordum ki biz ölüyoruz. Sarsıntı durduğunda üzerimizde gardırop vardı. Gardırop camlı olduğu için camlar da üzerimize patlamıştı. Eşim dolabı kaldırmaya çalışıyordu ama kaldıramıyordu meğer önü kapanmış ve duvar da dolabın üzerine düşmüş. Bizim çıkmamız da çok uzun sürdü. İyi ki öyle bir yeri kendi aramızda tanımlamışız. Oradan debelene debelene çıktık, telefonumu el yordamıyla yastığın altında buldum. Merdiven vardı ama basamak yoktu, düşe kalka yuvarlanarak dizlerimizin üzerinde aşağıya indik. Göz alabildiğine duman vardı her yerde. Ortaokulda anlatılan kıyamet alametleri gibiydi.

Evimden çıkınca görmeye alışkın olduğum binalar vardı. Karşısı Emlakevler, sol tarafım Akevler, arkası Emek mahallesi, Güçlü Bahçe vb. Antakya’nın merkezi olarak tanımlanabilecek bir yerdeydim, Vali Göbeği’nin biraz üzerinde. Her yer bembeyaz dumandı. Sanki yer ve gök birbirine karışmıştı. Kendi etrafımda döndüm, Ahmet yanımdan gitmişti. Brandasının altına girebilelim diye motoru arıyormuş aslında, ama motor da sürüklendiği için bulamıyormuş. Herkes bağırış çığırış içindeydi, Ahmet de bırakıp gitmiş gibi hissediyordum. Bir komşu bize arabasını açtı arabaya sığındık. Elimdeki telefonla annemleri aramaya çalışıyordum tek tük internet bulabildikçe de sürekli mesaj atıyordum: ‘Neredesiniz?, Biz indik çok korktuk şuradayız’ vb. onların ölmüş olabileceği hiç aklıma gelmedi. Ben çıktım ya herkes benim gibi zannediyordum. Hatta geri eve gireceğiz ve ertesi gün okula gideceğiz zannediyordum. Karanlıkta çıktığımız için evdeki durumu da bilmiyordum. Halbuki duvarlar yıkılmış. Çocuklar zamanında yanımıza gelmemiş olsalar neler olacaktı kim bilir? Gün ışımasıyla yıkımı fark ettim, karşımızdaki siteden kollar bacaklar gözüküyor, çığlıklar geliyordu. 

Ahmet arabanın anahtarı için birkaç kez yukarı çıkıp indiyse de anahtarı bulamadı. Sonunda anahtarı buldu ama arabada mazotumuz da fazla yoktu, ısınmak için bile…”

Deprem sonrası Hatay

Yıkımın boyutu

Gülçin öğretmen yıkımın boyutunu nasıl kavradıklarını şöyle anlatıyor:
“Ben de çıkıp giyecek bir şeyler almak istedim, battaniye, çorap, ayakkabı… Onur Çınar’ın ateşi vardı o gece incecikti üstü. Korka korka yukarıya çıktım yıkımın boyutunu o zaman görebildim. Binada yanlardan ipten sarkıyor gibi molozlar sarkıyordu. Gardırobun üzerine duvar düştüğünden içerisinden hiçbir şey alamadım. Gömme dolabın arkası yıkıldığı için mont alabildim. Bir resim çerçevesini gördüm ve aldım. Gelin çiçeğimi gördüm, yere savrulmuştu onu aldım girişteki ayakkabılardan birkaç tane alabildim sadece. Banyodan süzme bir ışık geliyordu oraya doğru ilerledim ki banyo, küvetten itibaren yoktu. Aklımı kaçırır gibi oldum çığlık çığlığa aşağıya indim çünkü Onur Çınar depremin ilk anlarında tuvaletteydi. Orada kalsa aşağı uçacaktı, Zeynep Defne odasında olsa duvarlar üzerine yıkılacaktı.

Sonra tekrar eve çıkmadım. Annemlerden haber alamıyorum diye tedirgindim. Annemin evi 5 yıllıktı. Ben 25 yıllık binadayım diye bu hale gelmiş olabilir ama orası daha yepyeni bir bina olduğu için yıkılacağını düşünmedim bile. Dışarıdalardır, telefon yanlarında değildir diye düşündüm hep. İçim içimi yiyordu Marvel filmlerindeki gibiydi sanki büyük bir canavar şehrin üzerinde yürümüştü.”

“9 katlı binanın en üstüne 3 adımda çıktım”
Antakya’da lüks evlerin olduğu 75. Yıl Bulvarı’ndaymış evleri. Kilim mağazasının üstündeki Handan Apartmanı’nda. “Annemler kız kardeşimin çocuklarına bakmak için 2 ay önce o binaya taşınmıştı.” diyor Gülçin öğretmen ve o gün yaşadığı ulaşamama sürecini ise şöyle anlatıyor:

“Normalde 6 dakika süren yolu 1 saatte geçememiştik, binalar birbirine girerek yıkılmıştı, her sokak kapalıydı. Yön kalmamıştı ve kaos vardı, ortalık mahşer yeri gibiydi. 75. Yıl caddesinin ortasına kadar geldim binaların hali çok kötüydü yarı yola kadar geldiğimde normalde annemlerin binasını görürdüm ‘Ahmet’ dedim ‘bina yok!’ çığlık atarak koştum 5 adımda enkazın üzerindeydim İnci’nin oyuncağı, annemin perdesi… kum yığını gibi yıkılmış bina. Öyle bir çaresizlik ki binanın etrafında dönüp duruyorum yönümü anlamaya çalışıyorum 9 katlı binada 3 adımda en üste çıkabiliyorum. Çığlık çığlığa ‘Anne, baba, İnci! ses verin!’ diye bağırırken o adamı gördüm geri geri gidip kafasını demirlere tosluyordu. Doktormuş, eşi çocukları ve annesi de binadaymış kendisi nöbetten çıkıp gelince ailesini bulamadığı için sinirden öyle yapıyormuş o olay bana bir tokat gibi geldi ve sakinleştim. Annemin bardak takımını gördüm salonda üst üste dururdu. Kırılmadan aşağıya inmişler. Çocuklar da benimle enkazdaydılar. ‘Anne İnci’nin oyuncağını buldum!’, ‘Anne bu İpek’in oyuncak arabası değil mi?’… Annemin ilacı, perdesi her şey önümüzdeydi…

Yardıma geleceklerinden o kadar emindim ki hep ‘şimdi gelecekler’ diye bekledim. Kurtaracak olanlar dışarıdan gelecek niye kimse gelmiyor diye düşünüyordum. İnternet ara ara çektiğinde okuyordum, ‘Maraş depremi’ deniyordu, Hatay’ın adı bile geçmiyordu, kimsenin haberi bile yoktu sanki. O beni daha da öfkelendirdi. Zaten acımla boğuşmaya çalışıyorum yalnız olduğunu bilmek yokmuşuz gibi sayılmak zor geldi.

Çocuklar açız deyince ‘Ahmet bir şeyler bul’ dedim ama hiçbir şey alacak yer yoktu arabanın mazotu bile. Bir kıtlık bilinci yüklendi, ‘bundan sonra sokaktayız’ diye düşündüm. Yanımızda arabada eskiden kalmış 1 şişe su vardı ben içmiyordum eşime de içirmiyordum çocuklara da yudum yudum veriyordum. Ne olacağımız belli değildi çünkü.

Kafamı enkazdan çevirdim ilk yüzleşmeden sonra yağmalamaları gördüm. Bir tane bisküvi bile bulamadık biz. Benzincide dondurma dolabında bisküvili dondurma vardı onu yiyerek uyudu benim çocuklarım.”

Gülçin Aktuğ'un kız kardeşi Pelin, eşi Ömer ve çocukları İpek ile İnciGelmeyen kurtarma ekipleri
Kurtarma ekiplerinin olmayışını da işte şöyle anlatıyor Gülçin öğretmen:

“İlk 3 gün kimse gelmedi, 4.gün gelenlerde ise ekipman yoktu. Ekipman bulunduğunda adam yoktu, adam varken alet bulunamadı. Zaten ses geliyorsa yardımcı oluyorlar, halbuki aç-susuz bağıracak hali bile yoktu enkaz altında kalanın. İnanılmaz bir telefon trafiği vardı sanki çok iş yapılıyormuş gibiydi ama ortada bir şey yoktu. En sonunda eşim yan enkazın önüne yatarak bir kepçe bulup getirtti. Kepçenin ilk hamlesinde annem ve babam birbirine sarılmış olarak yataklarında bulundular. Tost gibi olmuşlar, babamın gözünde uyku bandı vardı onu bile çıkarmaya vakti olmamış.
Kardeşimin eşi inşaat mühendisiydi. O binayı projesi çok iyi diye seçti, çünkü depremden çok korkardı. Projesi çok iyiyidi aslında ama uygulama hatası yapılmış.

Annem babam deprem anında ölmüş ama kardeşim için aynı şeyi söyleyemem.

Kız kardeşim (Pelin) ve eşi (Ömer) çocukları (İpek, 5 ve İnci, 3) kucaklamış bir araya gelmişler kurtarılmayı bekliyorlarken 8. günde ölü olarak bulundular.

Kız kardeşim ve ailesinin çıkacağına umudum hep vardı. Hatta annem ve babamın cenazesini gömmek istemedim. ‘Pelinler çıksın birlikte karar veririz’ diyordum.”

Geriye dönüp bakınca
Geriye dönüp bakınca pişmanlığı kaldı mı, diye merak ediyorum. En son ne yapmak isterdi onlarla acaba diye sorunca işte böyle anlattı Gülçin öğretmen:

“Pazar günleri ben yemeğimi haftalık hazırlardım. Hafta içi akşam 19.00’da eve gelince kolaylık olsun diye birkaç çeşit yemeği hazırlıyordum. Tüm haftanın ütüsünü vb yapıyordum. O gün Pelin  ısrarla beni 4-5 kere aradı ‘Abla gel kahve içelim’ dedi. ‘Gelemem işim çok’ dedim. ‘Çocuklar çok özledi’ dedi. ‘Yok’ dedim ‘evimin işini halledeyim’... Keşke gitseymişim. Ne kadar sevse de insan anne babanın ölmüş olmasını kabullenebiliyor ama asla kardeşimi kabullenemiyorum”

Peki ya şimdi ne hissediyorsun?  “Artık kendimi kimsenin hiçbir şeyi değilmiş gibi hissediyorum. Önceden teyzeydim, ablaydım, evlattım ama artık hiçbiri değilim…”

Halbuki o bir anne, iyi bir eş ve mükemmel bir öğretmen. Farkında olmasa bile işte bu hayata tutunmak için pek çok neden…

Kategoriler

Güncel Dosya


Yazar Hakkında

Lora Baytar Çapar

MUTLU AZINLIK