Koharig yayamla ilgili en canlı hatırladığım durum yerinde duramayan halleri ve olağanüstü yemek hazırlama meziyetiydi. Evde ne varsa onları bir araya getirip lezzetli sofralar hazırlardı. Anneannem sürekli yemek hazırlayarak, sevdiklerini (bazen zorla) besleyerek hayatına anlam katan biriydi. Belki de aile hikâyelerini anlat(ma)manın yolunu bu şekilde bulmuştu. Ursula K. Le Guin, “Taşıyıcı Torba Kuramı” başlıklı denemesinde, edebiyattaki kahraman anlayışına eleştirel bir pencere açar. Uzun vadede tahrip edici bir güce dönüşen kahramanlık anlatılarının yerine, taşıyıcı anlatıları önerir. Kahramanın silah taşıyan erkeksi bir figür olması yerine, ilk kültürel aracın öldürmek için değil, taşımak ve saklamak için kullanılan bir torba olduğunu hatırlatır. Antropolog Elizabeth Fisher’ın da desteklediği bu görüş, anlatının merkezine yaşamı sürdürmeyi, beslemeyi ve dönüşümü alır.
AYLİN VARTANYAN
Anneannem Koharig’in çocukluk ve gençlik hikâyesini çoğunlukla Kınalıada’da geçen, detaylarını çok bilmediğim yaşamı üzerinden kurguladım. Kınalıada’da doğmuş büyümüş ve adadan gelin çıkmış “yerli” adalı bir kadın olması, yazlıkçı olan ailemin ada ile olan bağlantısında bir katma değer yaratıyordu. Gençlik yıllarımda anlatmaktan keyif aldığım bir hikâyeydi bu. Yaş aldıkça ve evde sözlere dökülmeyen hikâyelerin içeriği zenginleştikçe, Kayseri kökenli anneannemin aile hikâyelerine belki birkaç eklemeler geldi ancak boşluklar pek tamamlanmadı.
Anneannem çok konuşkan, dışadönük biriydi, hatta bazen sınırları aşarak başkalarının işlerine bulaşır ve ortalığı karıştırırdı. Her tanıdığı hakkında anlatacak bir hikâyesi vardı ancak sıra kendi aile hikâyelerine geldiğinde hiçbir şey anlatmazdı. Biz de sormazdık.
Koharig yayamla ilgili en canlı hatırladığım durum yerinde duramayan halleri ve olağanüstü yemek hazırlama meziyetiydi. Evde ne varsa onları bir araya getirip lezzetli sofralar hazırlardı. Anneannem sürekli yemek hazırlayarak, sevdiklerini (bazen zorla) besleyerek hayatına anlam katan biriydi. Belki de aile hikâyelerini anlat(ma)manın yolunu bu şekilde bulmuştu. Anneannemin en büyük marifetlerinden biri de turşu ve reçel yapımıydı. Eminim çoğumuz büyüklerinin evlerinde, dolaplarda sırasını bekleyen farklı büyüklük ve genişlikteki iştah açıcı rengarenk kavanozları hatırlar.
Bu kavanozların berisindeki emek ve adanmışlığın neye denk geldiğini yıllar sonra, fazla gecikmiş olarak pandemi döneminde turşu ve komposto yapmaya karar verdiğim zaman anladım. Anneannemin sesi kulağımda, becerikli tombul elleri gözlerimin önünde, ilk turşumu kurdum. Bazen insanın büyüklerini anlaması ne kadar uzun sürüyor. Sadece yiyecek değildi hazırladığım. Turşu yapımı üzerinden bir devrin, bir hafızanın, bir sessizliğin içindeki hikâyeleri yeniden canlandırıyordum adeta. Birden şunu fark ettim: Anneannelerimiz anlatmadıkları birçok şeyi böyle kavanozlarda sakladılar. Sözleri yerine tariflerini bıraktılar. Yazılmayan tarihleri sofraya koydular. Yokluğu reçelle, kaygıyı tuzla dönüştürdüler.
1986 yılında Ursula K. Le Guin, “Taşıyıcı Torba Kuramı” başlıklı denemesinde, edebiyattaki kahraman anlayışına eleştirel bir pencere açar. Uzun vadede tahrip edici bir güce dönüşen kahramanlık anlatılarının yerine, taşıyıcı anlatıları önerir. Kahramanın silah taşıyan erkeksi bir figür olması yerine, ilk kültürel aracın öldürmek için değil, taşımak ve saklamak için kullanılan bir torba olduğunu hatırlatır. Antropolog Elizabeth Fisher’ın da desteklediği bu görüş, anlatının merkezine yaşamı sürdürmeyi, beslemeyi ve dönüşümü alır.
Le Guin “katil hikâyeleri” adını verdiği, doğrusal ilerleyen, bir krizi çözmek adına bir başkasının yok edilmesiyle sona eren anlatıların karşısına, yaşamı taşıyan, çatışma yerine bakım sunan, son yerine dönüşüm öneren hikâyeleri koyar. Bu hikâyeler anlatılmaz; taşınır. Kavanozlarda, torbalarda, sözsüz aktarılır. Aile büyüklerinin ellerinden geçerek şekillenir; bazen bir reçel kavanozunda, bazen bir turşu kabında kendini var eder. Kavanoz, burada bir anlatı aracına dönüşür. Le Guin’in torbası gibi, o da hikâyeyi taşır.
Fermantasyon yalnızca bir koruma yöntemi değil, aynı zamanda bir direniş, bir iyileşme ve dönüşüm pratiği. Turşu kurmak ya da reçel yapmak; savaşlardan, sürgünlerden, yoksulluklardan geçen kadınların hayatta kalma stratejisi olmuş yıllar boyu. Sadece tarif değil, sezgi, sabır, sabit bir ritim ve bakım aktarılır bu işlemlerle. Sandor Elix Katz’ın da ifade ettiği gibi, Latince “fervere” kökünden gelen bu süreç, kaynama, taşma, kabarma ile tanımlanır. Yüzeyin altında sessizce süren bir dönüşüm, bakterilerin ve mantarların görünmeyen çalışması, aynı zamanda içten içe çalışan bir hafızadır bu. Kavanozlar, bu bağlamda bir zaman kapsülü gibi çalışır. İçine koyulan her şey kimlik değiştirir. Ekşir, tatlanır, kıvam kazanır. Ama her halükârda dönüşür. Tıpkı acılarla biçimlenen ama tek bir kimliğe indirgenemeyen insan hikâyeleri gibi.
Bu nedenle turşu kurmak bir hayatta kalma biçimidir. Sadece fiziksel değil; duygusal, kültürel, hatta etik bir hayatta kalış.
Koharig yayamın hangi acılara tanıklık ettiğini asla tam olarak bilemeyeceğim. Ne yaşadı, neyi sustu, neyi içine gömdü, neyi anlatmak istemedi—bunların çoğu kelimelere dökülmeden kaldı. Ama bilmediğim bu hikâyelerin ağırlığı, bir gün, beklemediğim bir anda, kendi bedenimde belirdi. Sanki onun yaşamı, zor zamanlarda ailesini doyurmak, bir arada tutmak, hayatı bir kap yemeğe sığdırmak için geliştirdiği bilgeliği, içimde bir yerden —adı olmayan bir yerden— çıkıp geldi. Talin Suciyan’ın da bu köşede daha evvel yazdığı gibi , yayalarımızın çoğu “tarihin melekleri” gibi yaşadı—felaketi görüp sessiz kalan, anlatamayan tanıklar olarak. Belki de tarifler, elleriyle yaptıkları, aktaramadıkları hikâyelerin yerini aldı. Acıya verilen sessiz bir yanıt gibi: Mayalayarak, dönüştürerek, şifaya çevirmeye çalışarak.
Bu yüzden, yayamın hikâyesini bilmesem de onunla karşılaşıyorum. Her zor anımda, onun görmediğim, ama içimde yankılanan yüzüyle. Onun acıya verdiği cevabın bir parçası hâlâ bende yaşıyor. Şifa bazen anlatılan değil, tekrarlanan bir şey oluyor. Sustuklarımız bile, bir gün içimizden doğabiliyor. Tıpkı travmanın aktarıldığı gibi, dayanıklılık da aktarılıyor.