OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

AKP’li yıllar tarih olmadı ama bir tarihi var

Tarihte mümkün olan yüzlerce (binlerce de olabilir mi?) olay dizgisi veya olay kombinasyonundan sadece birini yaşar ve olduğumuz âna ulaşırız. “X olmasaydı veya olduğu gibi olmasaydı ne olurdu?” sorusu hep ilgi çekicidir ve birçok fantezi esere konu olmuştur. Bu tür soruları düşünmek zihin açıdır ama “şöyle olurdu” diye kesin bir yanıt vermek de mümkün değildir. Fakat, elimizde olan yani yaşanmış olay dizgesi hakkında yorum yapabiliriz.

AKP’nin Türkiye siyasetine girmesinin üzerinden 20 yıldan uzun bir süre geçti. 1998’de Refah Partisi’nin kapatılmasıyla başlayan süreç AKP’nin doğumuna neden oldu. Süreci kısaca özetlemek gerekirse, kapatılan Refah Partisi’nin yerine parti kurmak çok zor değildi. Millî Görüş çizgisindekiler partilerinin kapatılmasına ve yerine başka açmaya zaten alışkındılar. Nitekim, kapatılan partinin yerine Fazilet Partisi kuruldu. Fakat, Ahmet Necdet Sezer başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi yalnızca partiyi kapatmamış, ‘kadim’ lideri Necmettin Erbakan’a da siyaset yasağı getirmişti. Bu durumda yeni partiyi resmen kimin yöneteceği sorusu ortaya çıktı. Türkiye siyasetine yerleşmiş tabirle, bir emanetçi aranıyordu; aranan emanetçi Recai Kutan’ın şahsında bulundu. Gelgelelim, parti ve hareket içinde bu ‘aç-kapa’ işinden sıkılmış, bunun hareketi bir yere götürmediğini, bu döngüden çıkmak için hareketin çizgisinde birtakım değişiklikler yapılması gerektiğini düşünen, başını Abdullah Gül, Bülent Arınç, Recep Tayyip Erdoğan ve Abdüllatif Şener’in çektiği, ‘gençler’ veya ‘yenilikçiler’ olarak adlandırılan bir grup vardı. (Bugün onlar artık yaşlandı.) Temel olarak, Türkiye’deki müesses nizamla, yani ordu ve yargı bürokrasisiyle ve Batı’yla daha az çatışmacı bir siyaset izlenmesini istiyorlardı. Bu grup, Fazilet Partisi içinde liderliği ele almaya çalıştı, hatta Mayıs 2001’deki kongrede Abdullah Gül’ü aday olarak çıkardılar. Gül, beklenenden fazla oy almasına rağmen seçilemedi.

Bu grup Fazilet Partisi içinde liderliği ele almakta başarılı olamadı. Ne yapacaklarını düşünürken, tabiri caizse AYM imdatlarına yetişti. Zamanın meşhur Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın açtığı dava sonucunda, Fazilet Partisi, Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle AYM tarafından Haziran 2001’de kapatıldı. Yenilikçiler için bu bir fırsat, uygun bir ortam yarattı ve Fazilet’in yerine kurulan Saadet Partisi’ne geçmektense Ağustos 2001’de kendi partilerini yani Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdular. Meclis’teki Fazilet vekillerinden 51’i yeni kurulan AKP’ye geçti. Malum, ondan sonraki ilk seçimlerde AKP tek başına iktidar oldu. 

Tarihte mümkün olan yüzlerce (binlerce de olabilir mi?) olay dizgisi veya olay kombinasyonundan sadece birini yaşar ve olduğumuz âna ulaşırız. “X olmasaydı veya olduğu gibi olmasaydı ne olurdu?” sorusu hep ilgi çekicidir ve birçok fantezi esere konu olmuştur. Bu tür soruları düşünmek zihin açıdır ama “şöyle olurdu” diye kesin bir yanıt vermek de mümkün değildir. Fakat, elimizde olan yani yaşanmış olay dizgesi hakkında yorum yapabiliriz. Yukarıda özetlediğim olay dizgesine bakınca da, “Refah ve/veya Fazilet kapatılmasaydı ne olurdu?” sorusuna kesin bir yanıt vermek mümkün olmasa da, bu partilerin zamanın yargı eliti tarafından kapatılmasının AKP’nin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı açıkça görülüyor. AKP’nin siyasi hayata hâkim olmasının sebeplerini 2010 referandumunda arayanların biraz da dönüp bu döneme bakmalarında fayda var. Daha AKP kurulduktan sonra yaşanan 367 komedisine, AKP’yi kapatma davasına değinmedik bile. 

AKP’nin kuruluşundan bu yana geçen yirmi küsur yılı ve dolayısıyla AKP’yi değerlendiren iki bakış açısı olduğunu görüyoruz. (Başka yorumlar da var tabii ki; ben birbirleriyle ilişkileri açısında bu ikisine dikkat çekmek istiyorum.) Bunlar içerik, ideoloji, dünya görüşü açısından birbirine taban tabana zıt diyebileceğimiz iki grup. Biri solda, öbürü sağda. Fakat, AKP’yi değerlendirme biçimleri bir noktada örtüşüyor; ikisi de AKP’nin ve onun en belirleyici aktörü olan Erdoğan’ın ilk günden bu yana değişmediği fikrinde. Birine göre ilk gün de kötüydü, bugün de kötü; ötekine göre ise o gün de iyiydi bugün de iyi. İkincisine göre, AKP’nin ve Erdoğan’ın bugünkü yanlışları onlardan değil MHP’yle ‘yapmak zorunda olduğu’ ittifaktan kaynaklanıyor. Yani, kötülüklerin sebebi MHP. MHP çizgisinin bu ülkeye 60 senedir verdiği zararlar ortada ama burada AKP ve Erdoğan’ı temize çekemeyiz. MHP’yle ittifak bilinçli bir tercihtir. Kaldı ki, tüm icraatları MHP’ye atfetmek de gerçekçi değil. Aralarındaki ittifakı senelerdir, aşılmaz bir doku uyuşmazlığı olmadan, hatta pek uyumlu biçimde götürüyorlar.

Türkiye’nin AKP’li ve Erdoğan’lı yılları henüz geride kalmadı, o anlamda tarih olmadı ama bu hareketin de artık bir tarihi var ve her hikâye gibi soyut bir iyilik veya kötülük atfının ötesinde, kendi olay dizgesi içinde analiz edilmesi gerekir. AKP’nin hiç değişmeden bugünlere geldiğini söylemek gerçeklerle bağdaşmayan, tarihdışı (ahistorik) bir iddia olur. Değişen kadrolar, hatta AKP içinden çıkan kadroların şu anda AKP’ye rakip olması belli bir değişime işaret eder, örneğin. Ya da AKP’nin ilk döneminde izlediği AB politikasıyla, şu anda öyle bir politika dahi olmaması, AB’yi doğru bir hedef olarak görüp görmemenin ötesinde, başka bir değişim konusudur. Burada kimileri “takiye” diyecektir. O sırada Erdoğan ve diğerlerinin aklından ne geçiyordu bilemeyiz ama ilk dönemlerde AB reformları kapsamında yapılan yasal düzenlemeler somuttu. O düzenlemeler yapılırken AKP’nin şimdiki ortağı MHP ve Bahçeli Erdoğan’ı Yüce Divan’da yargılatma vaatleri veriyordu. Bu kadar değişim içinde hiçbir şey değişmemiş olamaz.