OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Kınıyor musun, kınamıyor musun?”

Rus şirketlerine, oligarklarına, hatta millî takımlarına vs. ambargo konması anlaşılabilir ama güneş altında Rus olan ne varsa hepsine karşı toptan cephe almak izansızlıktır. Bir kimseye sadece Rus olduğu için ırkçılığa varan bir tepki göstermek ahlak dışı olduğu gibi akıldan da yoksun bir harekettir.

Zor ve sıkıntılı zamanlardan geçiyoruz diyeceğim ama siz de diyeceksiniz ki “Ne zaman geçmedik ki?”. Haklısınız ama Putin’in Ukrayna’yı işgali, sıkıntıyı bir üst seviyeye çıkardı. Belirsizlik yalnız Türkiye için değil bölge, hatta dünya için yükseldi. Umalım ki küresel bir altüst oluşun kıyısında olmayalım.

Ânı moral bozucu, geleceği belirsiz kılan maalesef sadece işgalin kendisi değil, aynı zamanda onun tetikledikleri. Genel olarak söyleyecek olursak, moral bozucu olan, o kadar yaşanmış tarihe, deneyime, yazıya çiziye ve acıya rağmen insanların hâlâ en temel doğruları benimseyememiş, işler birazcık sarpa sarınca tüm değerleri, ölçüleri elden kaçırıp bir şekilde damgaladığı türdeşlerine saldırmaya bu kadar hazır olduğunu görmek. İşgale verilen tepkilerden bahsediyorum. Batılı devletler ve toplumlar, gerek Putin rejiminin, gerek diğer ülke yönetimlerinin daha sert ve ciddi tepki vermeleri gereken eylemlerini yıllarca sade suya tirit “Endişeliyiz” açıklamalarıyla geçiştirdiler, şimdi de bazı tepkilerinde kantarın topuzunu kaçırıyorlar. Ukrayna’nın işgalinin tepki ve öfkeyi yükseltmesi anlaşılır ve doğru. Fakat bu tepkiyi nasıl ifade edeceğimizi, kimi neyle sorumlu tutup tutamayacağımızı hâlâ öğrenememiş olmak kabul edilebilir değil.

New York Times’ın haberine göre, şehirdeki Rus barları ve restoranlarının sahipleri ve çalışanları, savaşa karşı olmalarına ve hatta kimileri Ukrayna’dan gelmiş olmalarına, işletmeleri ta 1980’lerde, daha ortada Putin falan yokken kurulmuş olmasına rağmen tacize uğruyormuş. Ama isteyerek, ama tacizlerden korunmak için, kapılarına Ukrayna bayrağı asanlar varmış. Tüm bunlar maalesef çok tanıdık, bildik bir korku filminin tekrarı gibi. O kadar bezdirici bir aynılık var ki, bazı ülkelerde dükkânların kapısına “Ruslar giremez” yazanlar dahi olmuş.

Rus şirketlerine, oligarklarına, hatta millî takımlarına vs. (evet, gerekirse siyaset spora, sanata karışır ve bunda genel ilkesel bir yanlış yoktur ama bazı müdahalelerin kendisi münhasıran yanlış olabilir) ambargo konması anlaşılabilir ama güneş altında Rus olan ne varsa hepsine karşı toptan cephe almak izansızlıktır. Bir kimseye sadece Rus olduğu için ırkçılığa varan bir tepki göstermek ahlak dışı olduğu gibi akıldan da yoksun bir harekettir, çünkü bunun neden olacağı yapacağı, birinci şey Putin muhalifi Rusları bile rejimin yanına itmektir. Farklı ülkelerde yaşayan Ruslar, sadece Rus oldukları içim sorumlu veya suçlu addedilemezler. Hatta, Ukrayna’nın işgalini savunmak bile ifade hürriyetidir. Başka konularda olduğu gibi burada da kimse kanaatini açıklamaya zorlanamaz. Dolayısıyla, önünüze gelen her Rus’a işgalin hesabını soramaz, onu işgali kınamaya zorlayamazsınız. (Biz Türkiyeli Ermeniler bu “Kına bakalım” baskısını çok iyi biliriz ama yalnız da değiliz.) Haber olarak ne kadar gerçek, tartışmalı olmakla birlikte, Tolstoy, Dostoyevski, Tarkovski gibi dev isimleri şu listeden bu listeden çıkarmak ise ancak histeriyle açıklanabilir.

Can sıkıcı olan başka bir durum da, gerek Ukrayna’nın, gerek diğer devletlerin savaştan canını kurtarmaya çalışan insanlar arasında açıkça ayrım yapması. Siyahların trenlerden atılmaları, Polonya sınırında üzerlerine silah doğrultulması ve içeri sokulmamaları insanlık içinde ırkçılığın hâlâ bu kadar kök salmış olduğunu göstermesi açısından son derece üzücü. Her şey bu kadar mı çabuk unutuldu, yoksa hiç öğrenilmemiş miydi? Bazı şeyler hiç öğrenilemeyecekse sonsuz savaşlara, katliamlara, soykırımlara mahkûm mu kalacağız? 

Ukrayna, Polonya gibi ülkeler ne kadar bizim büyük harfle kullandığımız anlamda Batı’dır tartışılır ama Batılı ülkelerin demokrasi yolunda çuvallamasına sevinen bir kesim var. Batı’ya duydukları hırs yüzünden Batı’nın başarısızlığından zevk duyuyorlar ama kaçırdıkları şu: Bu yalnızca Batı için değil, hepimiz için kötü haber; bu yalnızca Batı’nın değil, insanlığın başarısızlığı olur, çünkü dünyada farklılıkları eşit biçimde, bir arada, barış içinde yaşatmak için Batı’nınkine alternatif bir model, hâlihazırda yok. Onların yapabiliyor olması yapılabileceğine dair bir umut(tu). Batı tipi demokrasi çökerse hangi modeli takip edip huzurlu bir toplum yaratacağız? Rus otokrasisini mi, adı komünist olup emek sömürüsünü şahikasına çıkarmış Çin’i mi, yoksa İran İslam Cumhuriyeti’ni mi? 

Batı ‘cennetten çıkma’ veya ‘sorunsuz’ değildir. Batı’nın, özellikle Avrupa’nın tarihi hem kendi içine, hem dış dünyaya yönelik korkunçluklarla, vahşetle doludur ve bu da en çok gene Batı’da anlatılır. Batı o tarihini inkâr ederek değil, kabul ederek, konuşup tartışarak, içererek aşmıştır veya en azından aşmaya çalışmıştır ama görüldüğü üzere, hiçbir başarı nihai ve kaybedilmez değildir. Batı da kat ettiği mesafeyi kaybedebilir, demokrasi yolunda gerileyebilir. Ve maalesef son zamanlarda yaşananların gösterdiği o ki bu gerileme çok hızlı da olabilir. Bu da sevinilecek değil, üzülecek bir şeydir. 

Siyaset bilimi ve sosyoloji/antropoloji açısında da ilginç olan soru ise şu: Bunca zamandır bu kadar eleştirilen, yanlışlığı konusunda fikir birliği varmış gibi görünen ırkçılık niye hep aportta bekliyor ve uygun havayı bulduğu zaman fırlıyor?