OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkiyelilik bir uzlaşma ve barış çağrısıdır

Peki, Türkiyeli diyeceğiz de ne olacak, bu tabirde ısrar niye? Başta da söylediğim gibi, bizim ihtiyacımız olan şey bu ülkede yaşayanların üzerinde anlaşabileceği, herkesin kendini ait hissedebileceği bir tanım ve kategori yaratmaktır. Türkiye’de toplumsal barışı tesis etmenin yolu buradan geçer, çünkü böylece kimse kendini siyasi ve sosyal bir hiyerarşinin alt basamaklarında görmeyecek, eşit olduğunu hissedecektir.

Bu ülkede devletin yönetimi altındaki kitleyi ve o kitlenin de kendini tanımlamasında bir sorun, bir anlaşmazlık olduğu malumdur. O kitleyi hangi sözcüğün bütünüyle kapsayıp tanımlayacağı konusunda bir türlü fikir birliğine varılamaz. Zaman zaman alevlenen “Türk mü diyeceğiz, Türkiyeli mi?” tartışması, bu anlaşmazlığın en net gözlemlendiği alandır. Öyle görünüyor ki Türk gömleğini bu ülkedeki herkese zorla giydirme takıntısı ortadan kalkmadıkça ne bu tartışma bitecek, ne de huzur gelecek. Aslında bu tartışmada söylenmedik bir şey de kalmadı, ne söylesek kendimizi tekrar etmiş olacağız. Paradoks şurada ki, tartışmayı da bırakamıyoruz, çünkü kendi kendimizi tanımlamamız ve bunu ifade etmemiz yaşamın kaçınılmaz bir unsuru. Bir taraf herhangi bir vesileyle ve herhangi bir bağlamda doğru olduğuna inandığı terimi ve tanımlama şeklini kullanınca diğer taraf da hemen kendi iddiasını ortaya atıyor. Böyle dedim ama aslına bakacak olursanız bu konuda daha fazla ‘hassasiyet’ gösterenler, bu ülkedeki herkesi Türk olarak tanımlamak ve öyle kabul ettirmek isteyenler. Nerede bir ‘Türkiyeli’ kullanımı görseler hemen ateşli bir şekilde itiraz ediyorlar.

Bu ülkedeki herkesin Türk olmadığını söylediğinizde hemen anayasadaki vatandaşlık ve Türklük tanımını hatırlatıyorlar ve bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk olduğunu, çünkü anayasada böyle tanımlandığını söylüyorlar. Peki, anayasa nedir? Anayasa da sonuçta bir kanundur, yani bazı insanların bir araya gelip yazarak ortaya çıkardığı bir metindir, insan yapısıdır. Orada yazılanlar tarihle, sosyolojiyle uyumlu değillerse sadece anayasada öyle yazdığı için doğru olmazlar. Anayasaya, “Türkiye’de güneş doğudan batar” yazsanız, bu, güneşin doğudan battığı manasına gelmez. Anayasa da dâhil, önce hukuk hayata uyacak ki sonra hayat hukuka uysun. Kaldı ki, Türklüğü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına indirgersek veya ikisini birbirine bağlarsak o zaman şu soruyu sormamız gerekir: Türkiye Cumhuriyeti’nden evvel tarih sahnesinde Türkler yok muydu ki Türklük, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıyla ortaya çıkmış olsun? Benzer şekilde, bugün dünyada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan Türk yok mudur? Buna “yoktur” diye cevap verecek kimse olduğunu sanmıyorum. Öyleyse, şurası çok açıktır ki Türklük ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı iki ayrı kategoridir; kesişim kümesi olmakla birlikte iki ayrı kümedir.

Peki, Türkiyeli diyeceğiz de ne olacak, bu tabirde ısrar niye? Başta da söylediğim gibi, bizim ihtiyacımız olan şey bu ülkede yaşayanların üzerinde anlaşabileceği, herkesin kendini ait hissedebileceği bir tanım ve kategori yaratmaktır. Türkiye’de toplumsal barışı tesis etmenin yolu buradan geçer, çünkü böylece kimse kendini siyasi ve sosyal bir hiyerarşinin alt basamaklarında görmeyecek, eşit olduğunu hissedecektir. ‘Türkiyeli’ tabiri de bunları sağlamak, hayata geçirmek için yapılmış bir öneridir. En iyi öneri olmayabilir ama bunca zamandır daha iyi bir öneriye rastlamadım. Başka bir deyişle, amaç Türkiye’deki tüm grupların, birbirlerinin ayağına basmadan, barış içinde yaşayacakları bir siyasal ve sosyal düzenin fikrî altyapısını oluşturmaktır. “Türkiyeli” dendiğinde kimse başka bir kimliğinden vazgeçmek zorunda değildir. Ermeni, Kürt, Yahudi, Çerkes vs. olmak Türkiyeli olmaya engel olmadığı gibi, Türkiyeli olmak da Türk olmaya engel değildir.

Bu tartışmanın bir versiyonu da “Türk Edebiyatı mı diyeceğiz, Türkçe edebiyat mı?” sorusu etrafında yaşanıyor. Burada konu edebiyat ama aslında sorun aynı: ‘biz’i tanımlama sorunu. Bununla birlikte, tabii ki edebiyat tartışmasının kendine özgü hususları da var. Şöyle ki, kanımca edebiyatın temel belirleyeni dildir. Bir edebiyat eserini tanımlar ve belli bir kategoriye dâhil ederken bakılması gereken ilk unsur ne yazarının millî-etnik kimliği, ne de hangi ülkede yazıldığıdır. Bunlar tabii ki yerine göre çok önemli unsurlardır fakat bir edebiyat eseri bir sıfatla tanımlanacak olduğunda bu ilk ağızda o edebiyat eserinin ortaya konduğu dil olmalıdır. Onun için de Türkçe edebiyat, Fransızca edebiyat, Rusça edebiyat vs. daha doğru tanımlamalardır. Örneğin, Fransa’da bir Cezayirli Fransızca bir roman yazarsa o Fransız edebiyatı değil Fransızca edebiyattır. Benzer şekilde, Türkiye’de bir Kürt Türkçe roman yazarsa o ne Türk edebiyatıdır ne de yazarı Kürt diye Kürt edebiyatıdır, Türkçe edebiyattır.

Peki, bu tartışmaları yapmaktan başka bir yol yok mu? Anlaşamayacağımız konusunda anlaşabilirsek, aslında başka bir yol da olabilir. Örneğin, Türklüğü ve vatandaşlığı tanımlamaktan kaçınmak bunun bir yolu olabilir. Tanım(lar)da anlaşmadan eşitlik temelinde haklar ve özgürlükler konusunda anlaşabilirsek, buradan bir çıkış olabilir. Gel gelelim, Türkiye kitlesi o noktadan da çok uzak görünüyor.