RİCHARD GİRAGOSİAN

Richard Giragosian

Türkiye’deki sismik değişim

Bu üç sismik değişimin ikinci bir bileşeni de, Ermenistan-Türkiye ‘normalleşmesi’ üzerindeki doğrudan etkisiyle ilgili. Şimdiden, bölgede ciddi bir değişim olduğu görülebiliyor. Daha önce sürekli olarak başvurulan saldırgan tehditler, yerini işbirliğine vurgu yapan, birlikte hareket etmeye açık bir söyleme bıraktı. Öte yandan, hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de seçimler yaklaşırken, bu tür bir ‘normale dönüş’, kalıcı bir siyasi olgunluk seviyesinden ziyade geçici bir sapmanın işareti olabilir. Türkiye’nin komşularına bakışındaki, [Güney] Kıbrıs’ın yardımını başlangıçta geri çevirmesinde de kendini gösteren olası sınırlılıklar, analiz düzleminde bu tereddüdü güçlendiriyor.

Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesi süreci donmuşken, 6 Şubat’ta Türkiye’yi ve Suriye’yi vuran büyük depremler, söz konusu süreç bağlamında, Ermenistan açısından bir dönüm noktası oldu. Türkiye hükümeti, otuz yıldır sürdürdüğü Ermenistan sınırını kapalı tutma politikasına, ‘deprem diplomasisi’ çerçevesinde son verdi.
Türkiye bu adımı büyük ölçüde ihtiyaç nedeniyle, Ermenistan’ın yolladığı acil insani yardım malzemelerinin ve uzman afet müdahale ekibinin bölgeye ulaşmasını hızlandırmak amacıyla attı. Altta yatan neden ne olursa olsun, Türkiye’nin bu noktadan sonra geri adım atıp kapalı sınır politikasına dönmesi diplomatik açıdan çok zor. 

Ancak, Ermenistan-Türkiye normalleşme sürecindeki bu gelişme, ‘kriz yönetimi’ni ‘uyuşmazlığın sürdürülmesi’nin önüne koymaya dönük, basit bir deprem diplomasisi uygulamasını aşan, çok daha geniş bir zemine oturuyor. Bu durumun emareleri, yaşanan kayda değer sismik değişimde, üç farklı şekilde tezahür ediyor. 

Türkiye’yi sarsan siyasi artçı depremler
Bu üç sismik değişimin ilki, ülke içindeki gelişmelerle ilgili. Deprem Türkiye’de bir ‘insani acil durum’ yaratmasının ötesinde, siyasi bir kriz doğurdu. Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine sadece birkaç ay kalmışken, deprem siyaset alanında da çok önemli artçı şoklara neden oldu. Erdoğan’ın seçimleri Mayıs ortasında yapma yönündeki ilk planı, liderliğini, daha önce yaşamadığı ölçüde zora sokabilirdi. (Yasaya göre, seçimlerin en geç 18 Haziran 2023’te yapılması gerekiyor.) 

Yirmi yılı aşkın bir süredir iktidarda olan Erdoğan’ın popülerlik seviyesi daha önce hiç bu kadar düşmemişti. Eleştirilerin hedefindeki hükümet, deprem krizinden önce bile, dirençli bir şekilde yüzde 60 ila 80 arasında sabitlenen enflasyonu da barındıran, iktisadi bir cenderenin içindeydi. Cüretkâr, hatta netameli politikalarından hiçbir şekilde geri adım atmayan bir siyasetçi olan Erdoğan, seçim hazırlıkları için milyarlarca dolarlık harcamalara başlamıştı. Ayrıca, ekonomi alanındaki gerilemeye karşı, iktisadi aklı göz göre göre hiçe sayıp faiz oranlarını düşürdü ve asgari ücrete yüzde 50, memur maaşlarına yüzde 30 zam yaparak devlet harcamalarını yükseltti. 

Siyasi artçı depremler, Erdoğan’ın kişisel itibarını ve siyasi statüsünü tehlikeye sokarken, iktidarda olan partisinin gücünün ve konumunun altını daha da fazla oyacak. Kriz dönemleri, tüm siyasetçiler gibi Erdoğan için de, bir liderlik sınavı olduğu kadar siyasi kazanç fırsatı da oluşturabilir. Diğer yandan, Erdoğan’ın depremleri kendisinin ve partisinin çıkarına kullanma konusundaki sicili kabarık. 

Yorgun cumhurbaşkanı, yaralı aday
Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı olarak seçmen tabanını pekiştirmesinin ardından, 1999’da, dönemin hükümetinin o yıl yaşanan ve 17 binden fazla insanın canına mâl olan deprem sonrasındaki çabalarının yetersizliğine yönelik sert eleştirileriyle ülke çapında öne çıkıp iktidara geldi. Söz konusu siyasi eleştirilerden en etkili olanları, hükümetin, ciddi can ve mal kaybını en aza indirgemek üzere tasarlanmış, sismik açıdan hassas ve katı inşaat kurallarını hedef alıyordu. 

2019 yılında, tam olarak aynı mesele (depreme dayanıklı yapı inşasına ilişkin yönetmelikler) dönüp Erdoğan’ı sıkıntıya soktu. O dönemde yeniden cumhurbaşkanı olmak için gürültülü bir seçim kampanyası yürütmekte olan Erdoğan, partisinin, depreme dayanıklılıkla ilgili gereklilikleri karşılamayıp standartların altında kalan inşaatlara af getiren yasayı açık açık savunuyordu. 

Daha geniş etkiler
Bu üç sismik değişimin ikinci bir bileşeni de, Ermenistan-Türkiye ‘normalleşmesi’ üzerindeki doğrudan etkisiyle ilgili. Depremler, Türkiye’nin seçim öncesi atmosferini şekillendiren siyasi artçı şokların çok ötesinde, bölgesel gerilimin aşılması konusunda daha fazla ümit vadeden bir ortamın oluşumu açısından da yeni bir dönem başlattı.

Şimdiden, bölgede ciddi bir değişim olduğu görülebiliyor. Daha önce sürekli olarak başvurulan saldırgan tehditler, yerini işbirliğine vurgu yapan, birlikte hareket etmeye açık bir söyleme bıraktı. Depremin vurduğu bölgeleri ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, Türkler tarafından ‘komşuluğa yakışır’ şekilde karşılandı. Dendias’ın, Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu eşliğinde yaptığı ziyaret, Erdoğan’ın daha birkaç ay önce, pek de üstü kapalı olmayan bir şekilde savurduğu işgal tehditleriyle tam bir tezat oluşturuyordu.

Öte yandan, hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de seçimler yaklaşırken, bu tür bir ‘normale dönüş’, kalıcı bir siyasi olgunluk seviyesinden ziyade geçici bir sapmanın işareti olabilir. Türkiye’nin komşularına bakışındaki, [Güney] Kıbrıs’ın yardımını başlangıçta geri çevirmesinde de kendini gösteren olası sınırlılıklar, analiz düzleminde bu tereddüdü güçlendiriyor.

Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Kornelios Korneliu’ya göre Türkiye, ülkesinin, deprem sonrası çabalara destek olmak üzere arama kurtarma ekibi yollama teklifini reddetti. (AB Sivil Koruma Mekanizması çerçevesinde yapılan bu teklifin reddedilmesinin ‘tanımama meselesi’yle ilgili olduğu kaydediliyor). Ancak, sonradan Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Dimitris Dimitriu’nun da teyit ettiği gibi, bu karardan süratle dönüldü.

Ermenistan-Türkiye ‘normalleşmesi’nde bir dönüm noktası
Depremin getirdiği üçüncü değişim ise, Ermenistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin ‘normalleşmesi’ üzerindeki daha yerel ama doğrudan etkisiyle bağlantılı. Bu alanda bir dönüm noktası oluşturan sınırın yeniden açılması, ‘deprem diplomasisi’nin en bariz uygulaması oldu. Türkiye’nin uzun zamandır sürdürdüğü, sınırı kapalı tutma ve Ermenistan’la diplomatik ilişki kurmama politikasına son vermesi, sınırı yeniden kapamaya dönük herhangi bir adımın savunulmasını zorlaştıran ve diplomatik açıdan elverişsiz kılan yeni bir norm olarak öne çıkıyor. 

Dahası, Türkiye sınırı tekrar açarak, Ermenistan’ın iyi niyet gösterisine rasyonel bir karşılık vermiş oldu. Bu, iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi süreci açısından da kayda değer bir gelişme, çünkü şimdiye dek, sınırın açılması, bununla bağlantılı bir amaç olarak diplomatik ilişkilerin kurulmasından daha zordu. Ayrıca, yaklaşan seçimlerin zamanlaması hesaba katıldığında, Ermenistan meselesinin Türkiye’nin iç siyasetindeki hassasiyet derecesinin eskiye göre çok daha düşük olduğu görülüyor. Bu da, normalleşme sürecine dair beklentileri karşılamaya yönelik iç siyasi hesaplara yeni bir iyimserlik katıyor.

Jeopolitik açıdan bakıldığında ise, Türkiye’nin attığı adım, Azerbaycan ve Rusya’yla ilgili stratejide yüz seksen derecelik bir dönüş teşkil ediyor. En önemlisi de, Türkiye’nin liderlerinin, sınırı açmadan önce ne Azerbaycan’ın teyidini almış, ne de Rus yetkililere danışmış olmaları. Bu Azerbaycan’ın, Türkiye’nin Ermenistan’a ilişkin dış politikası üzerindeki ipoteğinin artık eskisi kadar güçlü olmadığı anlamına gelebilir, ki bu da, Azerbaycan’ın Ermenistan’a yönelik süregiden tehditleri ve Karabağ üzerindeki kuşatması göz önünde bulundurulduğunda, büyük önem taşıyor.

Sonraki adımlar
Bu sismik değişimler bundan sonra olacaklara dair beklentileri yükseltse de, Türkiye’nin izleyeceği yol henüz hem eksik hem de çok belirsiz. Ermenistan ile Türkiye arasındaki çekişmenin son bulması için atılması gereken dört adım var. Öncelikle, otuz yılın ardından tekrar açılan sınırın açık tutulması gerekiyor. Bu, deprem yardımının acilen ulaştırılması için atılan adımla oluşan ivmenin korunabilmesi açısından elzem. 

İkincisi, sınır trafiğinin tek bir geçiş noktasına sıkıştırılmayıp genişletilmesi için çalışmaların devamının getirilmesi, bu yönde ciddi bir çaba sarf edilmesi gerekiyor. Söz konusu hazırlık, iki taraflı bir gümrük rejimi oluşturulması, kamu sağlığını gözeten kısıtlamalar getirilmesi ve sınır operasyonlarının ve hareketliliğinin güvenliğini sağlamaya dönük diğer önlemlerin izlenmesi ve başlatılması konularında işbirliği yapılmasını gerektiriyor.

Üçüncü adım, yalnızca normalleşme sürecini geliştirmek için değil, sınırdaki geçişleri etkili bir şekilde yönetebilmenin önkoşulu olarak da, hızla diplomatik ilişkiler kurulması. Dördüncü ve son adım ise, iki tarafın da siyasi iradesini daha fazla ortaya koyması. Ermenistan ve Türkiye’nin dışişleri bakanlarının Mart’ta Antalya’da yapacakları toplantı, bunun için çok elverişli bir ortam olacak.

Sonuç
Dolayısıyla, Ermenistan-Türkiye çekişmesindeki dönüm noktasında oluşan ivmenin sürdürülmesinin önünde ciddi engeller bulunuyor. Bu riskler, seçim öncesinde tehdit diline ve milliyetçi tavırlara dönülmesinden, Azerbaycan’ın saldırgan tehditlerle Ermenistan tarafına baskı yapmasına ve Karabağ’ı kuşatmasına kadar uzanıyor. 

Kaygı uyandırması ve hafifletilmesi gereken bir başka risk de, Azerbaycan’ın sonradan muhalefet ya da müdahale etmesi ve Rusya’nın iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesine ilişkin politikasının değişmesi. Yeni, daha olumlu ortam Azerbaycan’a da bağlı, çünkü Karabağ nüfusu üzerindeki kuşatma ve Azerbaycan’ın her yerde Ermenilere karşı saldırgan tehditlere başvurması süregiden bir sorun teşkil ediyor. Ancak ‘deprem diplomasisi’yle beklenmedik bir anda yaşanan diplomatik gelişme, ilerleme açısından hakiki bir fırsat sunuyor ve Ermenistan-Türkiye normalleşme sürecinin, sıkıntılarla dolu Güney Kafkasya’da ender görülen türden, büyük bir olumlu adım olarak ayrıştığını bir kez daha ortaya koyuyor. Net bir şekilde ifade edecek olursak, söz konusu normalleşme ‘yakınlaşma’dan çok daha iddiasız ama aynı zamanda, bir nihai uzlaşmaya varılması açısından elzem; Ermeni Soykırımı konusunun en dolaysız şekilde tabloya girdiği nokta da burası. 

(Richard Giragosian, Yerevan’da bulunan düşünce kuruluşu Bölgesel Araştırmalar Merkezi’nin direktörüdür)