Devletlerin sahip olduğu yıkıcı güç egemenlikleri altındaki toplumlara da sirayet edebiliyor, yayılabiliyor. İşte bunu engellemek, insanlığı insanların kötülüğünden korumak için büyük bir mirastır evrensel beyanname ve evrensel hukuk. Ama ne yazık ki bugün, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde, ilkeleri insan hakları rejimince belirlenmiş ancak uygulaması devletlerin insafına bırakılmış bir dünyada, devletler ‘biz’i kurarken öteki olarak tanımladığını dışarı atıyor. Yurttaş olup olmadığına bakmaksızın egemenlik alanlarındaki insanların haklarını ihlal ediyor, insanların bir kısmını geçici ya da sınırlı haklarla tanımlıyor, insandışılaştırıyor.
“İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz”
Bu söz, İsrail Savunma Bakanına ait. Filistinlileri insandan saymayan, insanlıktan çıkaran ve mücadele yöntemini de bir tür zararlı haşere ile mücadeleye indirgeyerek meşrulaştırmaya çalışan bu sözler karşısında yer yerinden oynamadı, bütün dünya duydu ve sustu. Kuşkusuz bu sözler ve bu bakış açısı ilk değildi, nitekim son da olmadı ama dünyaya ilan edilmesi bakımından son örneklerden biriydi. Susulduğu için de sonuçları korkunç oldu olmaya da devam ediyor.
Buradaki mesele, İsrailli bakanın bu sözleri sarf etmesinden ziyade bütün dünyanın bu sözleri duyup da susmasıdır ve asıl mesele de budur.
Bir yandan insan hakları evrensel hukuku adını verdiğimiz koca bir külliyatımız var. Sayfalar dolusu yasal düzenlemeye sahibiz, öte yandan insan olmaktan kaynaklanan haklarımız sürekli ihlal ediliyor, sınırlanıyor.
İnsan hakları kavramı ve mücadelesi her zaman bize öğrettikleri nedeniyle değerlidir, eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesi neredeyse insanlık tarihi kadar eski olsa da insan hakları rejimi ancak II. Dünya Savaşı sonrasında normatif düzeyde şekillenmiştir.
Modern devletin krizi ve kaçınılmaz sonucu olarak faşizmi bütün korkunçluğuyla yaşamış olan dünya devletleri, ortak değerler etrafında birleşerek evrensel bir deklarasyona imza atmıştı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve ardından gelen normatif düzenlemeler esas olarak; insanlığın bir kısmı bir daha diğer hiçbir kısmını insanlıktan çıkaramasın, devletler kendi yurttaşlarına bir daha insanlık dışı muamele yapamasın diye imzalanmıştı.
Çünkü artık uluslararası hukukun öznesi sadece devletler değil insandır.
Değer taşıyıcısı ve değer üreticisi, eşitleriyle birlikte kendisini kuran, oluşturan, biçimlendiren, yapan bir tür olarak insan…
Çünkü her türlü yasadan önce ve her türlü yasadan bağımsız olarak önce insan vardı, önce hak vardı. Evrensel hukuk, her türlü yasanın içermesi gereken dokunulamaz özelliklerin, insan olmak bakımından sahip olunan niteliklerin tasnifidir bir bakıma.
Devletlerin sahip olduğu yıkıcı güç egemenlikleri altındaki toplumlara da sirayet edebiliyor, yayılabiliyor. İşte bunu engellemek, insanlığı insanların kötülüğünden korumak için büyük bir mirastır evrensel beyanname ve evrensel hukuk.
Ama ne yazık ki bugün, sadece ülkemizde değil dünyanın pek çok ülkesinde, ilkeleri insan hakları rejimince belirlenmiş ancak uygulaması devletlerin insafına bırakılmış bir dünyada, devletler ‘biz’i kurarken öteki olarak tanımladığını dışarı atıyor. Yurttaş olup olmadığına bakmaksızın egemenlik alanlarındaki insanların haklarını ihlal ediyor, insanların bir kısmını geçici ya da sınırlı haklarla tanımlıyor, insandışılaştırıyor.
İnsan olmak, varlığını sürdürme gücünün asla elinden alınamayacağı bir varoluştur. Kendi varlığını sürdürme gücü elinden alındığında ortadan kalkan bir varlıktır sözünü ettiğimiz.
Yurttaş olmaktan çıkarılarak ‘tehlikeli’ ve ‘düşman’ ilan edilenlerin yaratacağı ‘tehlikenin’ önlenmesi adına kafamızın içindeki düşüncenin dahi cezalandırılabileceği ‘düşünce ceza hukuku” yürürlüğe konuyor, yani varoluşun kendisi cezalandırılıyor.
Bu pratiği biz yıllardır yaşıyoruz. Çünkü iktidarını güçlendirmek için bu devletin hep ötekine, tehlikeli olana, düşmana ihtiyacı var. Bunun için toplumun bir kesimini yurttaş olmaktan çıkarıyor, düşman ilan ediyor, yalnızlaştırıyor ve böylece iktidarını güçlendiriyor.
TBMM’ye Hüdapar milletvekillerince sunulan son kanun teklifi, tam da bunu yapmayı amaçlıyor. LGBTİ+ bireylerin varoluşunu hedef alıyor.
LGBTİ+ kimliğini kriminalize ediyor.
Teklifin gerekçesinde kullanılan, ayrıştırıcı, ayrımcı, toplumun bir bölümünü dışlayıcı nefret dili LGBTİ+ bireylere yönelik şiddeti de meşrulaştırma potansiyeli taşıyor ve çok tehlikeli.
Teklif, özel yaşama açık müdahale niteliği taşıyor, ifade özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü, eşitlik ilkesini, ayrımcılık yasağını, adalete erişim hakkını ihlal ediyor ve bütün bunlar bir torba yasa ile yapılmak isteniyor. Anayasaya, yasa yapma tekniğine tamamen aykırı olması bir yana ‘yasa’ diye sundukları şeyin bütün olarak kendisi sorunlu çünkü bu torbanın içinde insan yok.
Ama bu ağır insandışılaştırmanın adına yasa diyerek bir yandan adaletsizliği görünmez kılıyor bir yandan da ‘bizden değil’ mesajı verilerek toplumun yeni düşmanla nasıl ilişki kuracağını da belirliyor egemen.
Biliyoruz ki zulüm karşısında kayıtsızlık, egemenin zulmetme kapasitesini güçlendiriyor. Ermenilere, Kürtlere, Alevilere, kadınlara, çevrecilere, LGBTİ+ bireylere eziyet edilmesine verdiğimiz her izin, rejimin insandışılaştırılarak eziyet edebilme kapasitesini güçlendiriyor ve yaygınlaştırıyor.