Türkiye’nin yakın komşularıyla sağlam dostluklar kurabilmesi için daha çok uzun bir zamana ihtiyaç var. Maalesef gerçek bu. Türk dış politikası (ister istemez) iç politikanın baskısı altında kaldığı sürece bunun değişeceğine inanmak hayal olur.
Türkiye’nin komşularıyla ilişkisini, Suriye’deki özel durumu göz önüne almazsak, iki bölüme ayırmak gerekiyor. Birisi kadim dostluk yerine uzun yıllar düşmanlık seviyesinde sürdürülen ve bugün net bir pozisyon belirlenemeyen komşular. Bir diğeri ise uzun yıllar ‘kadim düşman’ iken bugün artık birincil derecede düşman addedilmeyen ve bahse konu komşularla geçmişten bugüne süregelen sorunların yastık altına itildiği komşular.
Birinci grupta, hiç şüphesiz, ilk sırada Ermenistan yer alıyor. İkinci grupta ise başı Yunanistan çekiyor. Diğer komşularsa, bu yazının konusu değil.
Ermenistan ile sürdürülen ilişki (ilişkisizlik) durumu, Türk dış politikasının en büyük açmazlarından biri. Kadim düşmanlık pozisyonundan önce ‘sıfır sorun’ noktasına, ardından da ‘kadim dostluk’ hedefine doğru yol alması gereken Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde, Türk dış politikası bugün net bir pozisyon belirleyemiyor.
Bir ülkenin uluslararası ilişkileri veya dış politikası, bahse konu ülkenin iç siyasetinde kucaktan kucağa oturtuluyorsa, sorunlara kısa vadede çözüm bulmak da imkânsızlaşıyor.
“Dış politikasını ülke iç siyasetine alet eden ülkeler arasında Fransa başı çekiyor” diyenler ve son tahlilde Sarkozy’nin Ermeni oyları uğruna Türkleri karşısına aldığını dile getirenler, bu anlamda haklı. Ama işin ilginç yanı, benzer bir tutumun Türkiye için de geçerli olduğu her nedense görmezden geliniyor. Bugün Türk dış politikasının Türkiye’deki iç siyaset cenderesinden çıkamadığı, aksine iç siyasetteki gidişata göre dış ilişkilerde pozisyon belirlendiği görmezden geliniyor. Oysa dış politika günlük siyasi kaygılarla şekillenen iç siyasetten arındırıldığı ölçüde sağlam temeller üzerine oturtulabilir.
Türkiye’nin dış politikasında birtakım temel pozisyonların değişmesi gerekiyor. Bazıları Türk dış politikasının bu temeller üzerine oturduğunu ve değiştirilemeyeceğini düşünüyor olabilir. Bu temellerin ülkeyi komşularıyla sürekli gerginlik seviyesinde ve hatta düşmanlık sınırında tuttuğunu da gayet iyi biliyor olmalılar.
Mesela Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkisinin, Ermenistan ile sürdürmesi gereken ilişkiye engel olması son derece yanlış. Bakınız, Türk dış politikası, artık, Kıbrıs konusunu Yunanistan ile olan ilişkiler bağlamında birincil derecede argüman olarak kullanmamakta ve iyi de yapmakta. Yani Yunanistan’la olan ilişkiyi Kıbrıs’taki durum tayin etmemekte, etmemeli de. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz’ın açıklamaları Yunanistan’la olan ilişkiyi zehirlemiş olsa da, sürdürülmeye çalışılan ilişki olumlu yolda.
Gel gelelim, Ermenistan konusu bir türlü ulusal sistemin, iç siyasetin çarklarından çıkamıyor. Eskiden Türk dış politikasının başlıca hedefi Batılılaşmaydı. Bugün başlıca hedefin sadece bu olmadığını ve Türkiye’nin kendi doğasına uygun yeni hedefler belirlediğini görüyoruz. İşte bu noktada Ermenistan ile sürdürülen ilişki (ilişkisizlik) durumu, Türk dış politikasının en büyük açmazlarından biri olarak artık kalmamalı. Fakat ne acıdır ki, Türkiye’nin sorunu ülke bazında sadece Ermenistan değil, bizatihi beşeri ilişkiler noktasında da Ermenilerle. Bugün 5.yılına giren Hrant Dink cinayeti davasındaki süreç bile bu vahim tabloyu gözler önüne sermekte.