BERİL DEDEOĞLU

Beril Dedeoğlu

Dış Köşe

İnsani sorunlardan devletlerarası sorunlara

Soykırım konusunun, her toplumda kimyayı bozucu sonuçları oluyor. Konu, acı çekenlerle acı çektirenlerin yan yana gelmelerini sağlayıp yaraları sarmaya hizmet edeceğine, bir yandan bu kesimleri karşı karşıya getiriyor, öte yandan suç ve acıların nesiller boyu taşınıp durmasına yol açan bir sahiplenme durumuna neden oluyor. Dolayısıyla düşmanlıklar sürekli yeniden üretilirken, bir de üstüne üstlük yeni düşmanlıklar gelişebiliyor.

Fransa Meclisi’nden geçerek Senato gündemine gelen ve soykırımın inkârının cezai müeyyide görmesini sağlayan yasa tasarısı, toplumlar arası ve devletler arası ilişkilerin hangi noktalara tırmanabileceğini göstermesi bakımından önemli bir örnek durumunda. Yasa, ifade özgürlüğünün sınırlanması ile şiddet suçlarını övmenin yasak kılınması arasında bir yerlerde değerlendirilebilir, tartışılabilir. Tarihi konuların yargı yoluyla karara bağlanması ile yerleşmiş kanıların hukukta karşılık bulmasının doğal sayılması konuları da tartışmaya dahil edilebilir. Mesele bu boyutlarıyla neresinden tartışılırsa tartışılsın, sonuçta insancıl hukuk ve birey hakları alanına girer, devletlerarası ilişkileri doğrudan bağlamaz.

Ancak eğer bu tür yasaları çıkaran devletler, kararı kendisine yönelik olarak değerlendirecek ve tepki gösterecek devletlerin olduğunu biliyorlarsa, o zaman konu ne yazık ki gerçek mecrasından çıkar ve devletlerarası bir krizin konusunu oluşturur.

Türkiye, bu yasayı Fransa’nın Türkiye düşmanlığına bağlamış durumda. Fransa’nın Türkiye’yi AB içinde istemeyen siyaseti, NATO içinde etkisiz kılma arayışları ve Akdeniz’de Türkiye’yi by-pass çabaları olduğu biliniyor ve yasa da bu tutumun bir uzantısı olarak görülüyor. Kültürel ve sosyal düzeyden başlayan karşı atak girişimleri, sokak isimlerinin değiştirilmesi gibi dâhiyane fikirlerin ötesine geçip bilimsel, kültürel toplantıların ve değişim programlarının iptaline kadar uzanabiliyor. Bu da etkisiz olur diye düşünenler, “Sen kendi soykırımına bak” anlamına gelebilecek bir taktikle Cezayir konusunu gündeme getiriyorlar. Bu, bir yandan “Herkesin soykırımı kendisini ilgilendirir” diyerek bir itirafta bulunmak anlamına geliyor, hem de bu konuda kendisine sahip çıkan ülke olarak Türkiye’yi görmek istemeyen Cezayir’i, bunu açıklamaya itiyor.

Öte yandan, konuyu iki devlet düzeyine indirgeyen tek tarafın Türkiye olmadığı açık. Fransa’da da yasanın Senato’da kabul edilmesini istemeyen çevreler, Fransa’nın Türkiye’deki yatırımlarına ve başta enerji ve savunma sanayi olmak üzere yeni yatırım arayışlarına dikkat çekiyorlar. Dolayısıyla, “Türkiye’yi kaybetmeye değer mi?” anlamında bir soru soruyorlar.

Fransa’nın Türkiye’yi genel anlamda kazanma kaygısı bulunmadığı söylenebilir. Ancak neden AB dışında kalmasını istediğini bugüne kadar anlatamadığı çevrelere, bundan sonra anlatma imkânı bulacağı düşünülebilir. Zira yasa gündeme gelir gelmez, Türkiye’den gelecek tepkinin ne ve nasıl olacağı biliniyordu; Türkiye de Fransa’yı haklı çıkardı.

İki ülke ilişkilerinde karşılaşılan sorunların AB süreciyle ilgili olduğuna kuşku yok. Türkiye, kolayca altından kalkabileceği bazı adımları atamadı; Fransa da nedensizce müzakere başlıklarını bloke etti. Taraflar ellerindeki bazı tarihi fırsatları kaçırdılar, daha milliyetçi politikalara sürüklendiler ve bugün bunlar açığa çıkıyor.

Günümüzde insani sorunlar, artık devletlerin yetki alanlarını aşıyor, ancak bu kez de çözümleri daha zor hale getirecek biçimde devletlerarası anlaşmazlıklara dönüşüyor. Anlaşmazlıklar artınca devletler tek taraflı önlemler alıyor; bu tek taraflılık ise gerginlikleri hem devletler hem de toplumlar arasında artırıyor.