Malatya’ya en son Hrant’la birlikte, Haziran 2004’te gitmiştim. Geçen ay bir anayasa toplantısı için davet aldığımda, önceki gidişimde tanıdığım Malatyalı Ermenileri de görebilirim diye düşünmüştüm. Tam bu sırada, Malatyalı Ermeniler Derneği’nin (HAYDer) kentteki Ermeni mezarlığı için bazı çalışmalar yürüttüğünü duymuştum.
HAYDer Başkanı Hosrof Köletavitoğlu ile haberleştik. Tesadüf bu ya, o tarihlerde onlar da Malatya’da olacaklarmış. Malatya’ya iner inmez onlarla buluştum. Mezarlığa mimar Kevork Özkaragöz, Malatyalı Ermenilerin bir temsilcisi ve Başkan Hosrof’la birlikte gittik.
Belediye, yol genişletme çalışmaları sırasında mezarlığın bir kısmını yola katmış, bu sırada mezarlığın bekçilik binası, son dua yeri ve gasilhane de tahrip olmuştu. Bütün bu tahribatın giderilip yeni tesisin hazırlanması görevi Belediye’nin yükümlülüğünde olmasına rağmen, HAYDER, mezarlığa yapılacak yeni binaların maddi yükünü üstlenmişti.
Dernek yöneticileri önce Vali’ye durumu anlatmış, hazırladıkları projeyi göstermişler, Vali de Belediye Başkanı’na telefon ederek yapılacak olanlara destek verdiğini söylemişti. KUDEP Başkanı’nın da bilgisi dahilinde, yıkılmaya yüz tutmuş binaların yerine yeni bir son dua yeri, gasilhane ve bekçi lojmanı projesi hazırlanmış ve Belediye’nin onayı alınmıştı.
Bu şekilde başlayan inşaat sürüyordu. 14 Ocak sabahı mezarlığa gittiğimizde, bina büyük ölçüde bitmiş durumdaydı. Göze hoş gelen, çevreye bir görüntü zenginliği sağlayan güzel bir bina ortaya çıkmıştı.
Ancak, bazı çevreler de harekete geçmişti. “Bina kiliseye benziyor” propagandası başlatılmıştı. Belediye Başkanı, “Şikâyetler alıyorum” diyerek, dernek yöneticilerinden binanın bazı bölümlerini yıkmalarını istemişti. Onlar da istemeye istemeye de olsa bir kısmının yıkımına razı olmuşlardı.
Malatya netameli bir yerdi. Benim de yüreğime bazı kuşkular düşmüştü. Bu nedenle, katıldığım anayasa toplantısı sırasında, bu endişemi, toplantıyı izleyen Belediye Başkanı’nın da anlayacağı bir şekilde dile getirdim.
15 gün sonra bir sabah gelen telefonla bütün binanın Belediye tarafından yerle bir edildiğini duyduğumda, ne yapacağımı bilemez bir ruh hali içine girdim. Önce Belediye Başkanı’nı, daha sonra AB’den Sorumlu Bakan Egemen Bağış’ı aradım. Başkan “Yanlışlık olmuş, yerine yenisini yapacağız” diye bir karşılık verdi. Egemen Bağış da “bunu dünyaya anlatmanın mümkün olmadığı” şeklindeki tepkimi paylaştı.
HAYDer yöneticileri, yeniden Belediye Başkanı’yla konuştular. Projede bazı değişiklikler yapıldı ve Belediye inşaatı üstlendiğini açıkladı. Takipçisi olacağız.
Zihniyet
Malatya Belediye Başkanı, “ ‘Bekçi kulübesini yıkın’ demiştik, yanlış anlamışlar, bütün binayı yıkmışlar” şeklinde bir savunma yaptı. Tabii, “Yeniden yapacağız, yanlışlık oldu” deyince, insan fazla da bir tepki gösterip işin iyice içinden çıkılmaz hale gelmesini istemiyor.
Biliyoruz ki, bu ülkede azınlıklar, bu toprakların has ve eski yerlileri olmalarına rağmen ‘yabancı’dırlar. Bazen bu ifadenin kanunların içine bile girdiği olur. Onlar, bu topraklarda hep öteki olarak yaşamak durumunda kalmış, çoğu zaman kimliklerini bile gizlemek zorunluluğunu duymuşlardır.
Bırakalım uzak tarihi, yakın tarihimiz bile Rumlara, Ermenilere, Yahudilere yapılan baskılar, yok etmeler, mallarını mülklerini gaspetmelerle doludur. Onların da ötesinde, Kürtlere ve Alevilere yapılanlar da farklı değildir.
İşte böyle bir tarihsel gerçeklik üzerinde oturuyoruz. Bu tarihle yüzleşmediğimiz gibi, her gerginlik ortamında yeniden ‘öteki’nin üzerine çullanmayı bir gelenek haline getirmişiz.
Malatya’da olanlar da tesadüf değildir. O mezarlıkta, beş yıl önce boğazı kesilerek öldürülen üç Hıristiyan’dan biri olan Tilmann Geske de yatıyor. Taze bir olaydan söz ediyorum.
Bu zihniyetle mücadele etmek kolay değil. Tarihle yüzleşmek kolay değil. Ama iddia ettiğimiz gibi Türkiye uygar bir ülke olacaksa, sağlıklı bir demokrasi yaratabilecekse, öncelikle bir yüzleşmeye ihtiyaç var. Zihniyet değişikliğine ihtiyaç var.
Malatya, çok taze bir örnek olarak önümüzde duruyor.