OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

HDP’nin yolu

Halkların Demokratik Partisi kuruldu. Bu, çok önemli, değerli bir girişim, ve söylendiği gibi, hem Türkiye siyasetinde özgürlüklerin alanını genişletmek, hem de farklı sosyolojik grupların birbiriyle temasının temelleneceği ve kurumsallaşacağı bir zemin olma ihtimali açısından bir umut. Öyle olduğu için de her kelimemi sakınarak söylemeye çalışacağım. Ayrıca, bu ülkede Kemalist devlet aklının eleştirisi kendileriyle başlamış gibi konuşanlarla; bütün özgürleş(tir)me hamleleri sadece iktidardan gelebilirmiş gibi, onun dışında özgürlük iddiası taşıyan her hamleye binbir sıfat yakıştıranlarla; içinde hatta yönlendiricisi olmadığı sürece hiçbir siyasi hareketi ve girişimi yeterli göremeyecek kadar ego büyütmüş, dolayısıyla entelektüel malzeme çantalarından çıkaracakları her türlü ‘delici ve kesici’ kavramla bu tür yeni girişimleri doğrayıp üstünde tepinmeyi alışkanlık haline getirmişlerle veya danışman köşe yazarlarıyla aynı şekilde algılanmak istemem. Öte yandan, HDP kendinden beklenen rolü oynamayı başaracaksa onunla ilgili konuşmamız, sorular sormamız, cevapları tartışmamız ve evet, eleştirmemiz gerekiyor.

HDP’nin geçen haftasonu yapılan kongresi, kendini geniş kitlelere sunduğu ilk organizasyon, tabiri caizse ilk vitriniydi. HDP sözcülerinin gerek bu kongrede, gerek katıldıkları televizyon programlarında verdikleri temel mesajlardan biri, geçmişin mirasını reddetmedikleri, tam tersine, ona sahip çıktıklarıydı. Miras derken kastedilenin de sol-sosyalist ideolojinin Türkiye bagajı olduğu anlaşılıyor. Nitekim, Hikmet Kıvılcımlı’dan Deniz Gezmiş’e, Mahir Çayan’dan İbrahim Kaypakkaya’ya kadar, Türkiye’deki sol-komünist hareketin birçok ikonik ismi zikredildi. Gerek bu tür göndermelerden, gerek daha doğrudan ifadelerden, ortaya bir Kürt-sosyalist ittifakı görüntüsü çıkıyor. Evet, parti meclisinde farklı isimler olabilir ama şu anki parti imajı bu. Öyleyse bazı soruları net biçimde ortaya koymak gerekiyor. HDP, bu sayılan isimlerin ilkeleri doğrultusunda sosyalist devrimi hedefleyen, bunun için çalışacak bir parti midir? Yok, değilse, neden ‘miras’ diye ortaya bu ileri sürülmüştür? Yanlış anlaşılmasın, bir partinin sosyalist mücadele veya devrim mücadelesi yapmasında kendinden menkul bir yanlışlık veya gayrimeşru bir taraf tabii ki yok. Pekâlâ bir parti sosyalist-devrimci olabilir. Zikredilen miras konusunda ciddi şüphe ve itirazlarım olmakla birlikte, sosyalizm amacından şahsi bir rahatsızlık duyduğum için de bu soruyu soruyor değilim. Fakat, bugünün sosyalizmi o mirasın ilerisine geçmemiş midir, hatta kimi noktalarda ters düşecek kadar? Kaldı ki, asıl mesele şu ki, bu çerçeveyi böyle çizersek, arzu edilen, bizi siyaseten ferahlatacak, düze çıkaracak genişlikte bir ‘özgürlük ittifakı’ kurulabilir mi? Baştan beri murad edilen de buysa, araç amaçla çelişmiyor mu?

Sırrı Süreyya Önder, HDP’nin herkesin kendi kimliğinden, kendi olmaktan taviz vermeden var olacağı bir platform olduğunu söylüyor. Çok doğru, çok güzel. Fakat, benim bu tür bir ittifaktan anladığım, aynı zamanda, herkesin kendi kapsayıcı siyasal projesinden, ideal düzlemde birinci tercihi olacak toplum tahayyülünden az çok taviz vererek bulunacağı bir çatı olduğu. Ayrıca, Gezi olaylarına bakarak memleketteki sosyalist oy tabanının genişlediği sonucunu çıkarmak kolaycılık olur. Gezi’deki övgüye değer dayanışmada, bir makro siyasal projeye destek olmak anlamında sosyalist motivasyon görmek veya Gezi kitlesinin önemli bir bileşenini oluşturan eğitimli, orta sınıf profesyonellerin, mülkiyet ve paylaşım meselesinde ‘klasik’ sosyalist bir anlayışa arka çıkacağını düşünmek, kanımca bir yanılsama olur. Dolayısıyla, Gezi kitlesini de mümkün olduğunca kapsayacak, onları arkasına katacak düşüncenin sosyalizm olup olmadığı da tartışılır. Zaten Gezi’nin alametifarikası ve aynı zamanda zorluğu, böyle tek bir ideolojisi olmaması.

Peki öyleyse HDP gibi bir oluşumun bileşenleri için asgari müşterekler nasıl tanımlanabilir? Ben bu soruya bir öncül önerme üzerinden cevap vermek istiyorum: Bu doksan yıllık bir cumhuriyet ama toplumun bileşenleri arasında bir kurucu anlaşması yok. Anlaşma derken, bazılarının aklına bir masa etrafına toplanıp yazılı bir metni imzalamak gelebilir. Öyle bir şey değil. ‘Kurucu anlaşma’dan kasıt, birbirimizin ayağına basmadan, önünü kesmeden beraber yaşamanın ilkelerini oluşturabilmektir. İşte benim için HDP’nin anlamı ve önemi, farklı toplum kesimlerinin, kültür gruplarının, tercihlerin bu kurucu anlaşmanın ilkelerini beraberce oluşturacağı ve buradan tüm ülkeye yayacağı bir zemin olma ihtimalidir. Bu ihtimal önemlidir, onun için de el vermeye, destek olmaya değer. Fakat, ‘herkes için özgürlük’ ilkesinin yanına katılımın önşartı olarak kattığımız her ilke, ortak zemini daraltacaktır. Ayrıca, asgari birlikte yaşam ilkelerinin oluşturulmasına öncülük edecek, insan hak ve özgürlüklerine günümüzde ulaştığı mertebenin hakkını verecek bir düşünsel miras Türkiye’nin ne sosyalist geçmişinde, ne de başka bir siyasi akımında mevcuttur. Ne yapacaksak, biz bugün kendimiz yapacağız; bunun için sırtladığımız ve ders alacağımız miras da, hem devletin bize, hem de bizim birbirimize çektirdiğimiz ama üzerinde tepinmekte ısrar ettiğimiz acılarımızdır, dertlerimizdir.