Balıkların hafızası yoktur, o yüzden de sallandırılan her oltanın ucundaki yeme kanarlar, hem de her seferinde. Bir dakika önce aynı yemin takılı olduğu iğneyle yaralanmış olsalar da, yine atlarlar. Hatta sudan çıkarılırken çırpınıp kaçmış olsalar bile, yine yeniden yakalanırlar. Bu sayede insanlar yüzyıllardır aynı yöntemle onları avlarlar. Gitgide katliama dönüşen avlanma yöntemlerini hiç saymıyorum tabii, gerek yok, zaten ona hafıza mafıza fayda etmez.
Balıklara sarma nedenime geleyim bir an önce. Biz ülkecek balık hafızalıyız; başımıza gelen her şeyi, yenisi geldikçe unutur, ilk kez oluyormuş gibi şaşırıp şoklara gireriz. O derece ki, tarih bile tekerrür etmekten bıkmıştır artık. İflah olmaz bir illettir bu, ve sanırım çaresi yoktur. Bizi yönetenler de aslında ırsi olan kendi balık hafızalarını görmezden gelerek, bu illetten sıkça yararlanırlar. Mesela, herkesi toplu olarak etkileyen bir olay olmuşsa, hele de pek kolay halledemeyecekleri, kesin çözüm üretemeyecekleri ya da çözmeye niyetli olmadıkları bir olay olmuşsa, hop diye yeni bir olay yaratıp eskisini unuttururlar. Olay yaratmak için fazladan bir çaba sarf etmeye gerek yok zaten. Koskoca memleket, olay mı ararsın? Her güne bir şey var nasılsa, bütün mesele, hangisinin gündemde olanı bastırabilecek güçte olacağını hesaplayıp, onu köpürtebilmek. Bu duruma ruhumun yaşlı tarafı “Gündeme gündem bindirmek” diyor, genç tarafı da “Gündemlere ‘elim sende’ oynatmak” diyor. Valla, kendim dedim, kendim sevdim bu lafları.
Ha, bir de o köpükleri ziyan etmeden alıp, çıkar çanaklarına ustaca aktarma gibi özel bir beceri geliştiriyori o baştaki büyük balıklar. Kafalarına nicedir koydukları bir yaptırım varsa, onu bu genel ürküye çare gibi sunuyorlar. Ki sonra o çareyi, ucu kendi çıkarlarına dokunan her şeye kullansınlar...
Düşünüyorlar; biz bu paniklemiş, öfkelenmiş, korkmuş küçük balıkları, nasıl yatıştırırız? Önce dikkatlerini başka bir yöne çekeriz, sonra büyük bir kepçeyle alıp, her tehlikeden uzakmış hissi veren, aynı denizdeki dört yanı kapalı bir akvaryuma koyarız. Sonra etraftaki ucu iğneli oltaları, özel bir kerpetenle bir bir koparırız, hatta kötü yaratıklardan birkaçının da işini bitiririz. Böylece rahat hissederler kendilerini. Nasılsa kısa sürede oraya neden alındıklarını unutacaklar ve o kapalı yerde, kendilerinin de aynı aletle nasıl kolayca avlanabileceklerini akıl bile edemeyecekler. Biz işimize bakalım, gerisi Allah kerim. Bence genel zihniyet bu. Aralarından, balık bedeninde fil hafızası olanlar da çıkabilir, onları ya usulünce susturur, ya da bertaraf ederiz.
Ay, ne teşbih yaptım yahu... Neyse, şaka gibi algılanmasın, bu derece balık hafızalı bir ülke olmamıza çok üzülüyorum aslında. Neden böyleyiz acaba? Hep kolayca kapılırız yeni dalgalara, bizi oradan oraya savuran eski dalgaları hemen unuturuz. Denenmişi durmadan yeniden deneriz. Sütten dilimiz yanar. Sonra yine sütten dilimiz yanar. Öyle olalım diye mi tarih kitaplarımız yaz-boz tahtasına döner? Öyle kalalım diye mi cahil kalmamız tercih edilir? Bilmem ki ne olacak halimiz... Nasıl kurtulacağız bu illetten? İnsanlarımızın insanlık özellikleri, insana has duygular bastırıldıkça, yasaklar arttıkça, inançlar bile körü körüne dayatıldıkça, yok olmaya doğru mu gidiyor? Vahşileşiyoruz, gaddarlaşıyoruz. Yanlış olana daha kolay meylediyoruz.
Bu durumdan yine tepede oturanlar yararlanacak, ben size söyleyeyim. “Madem bu vahşetler, bu şiddetler –ki birçok normal duygunun bastırılmasından doğuyor– bu kadar çileden çıkarıyor sizi ve korkunç cezalar yakıştırıyorsunuz, tamam o zaman, biz de asarız onları” diyorlar. İdam cezası geri gelirse bu tür şeylerin azalacağına inanacağımız sanılıyor. Kimi gerçekten sanıyor da… Oysa eskiden idam korkusu ne cinayete engel olmuştu, ne şiddete, ne tecavüze. Tabii, unuttuk. Balık hafızalıyız çünkü. Böyle bir cezayı gerektiren suçları işleyenler, hiçbir zaman yakalanmayacaklarını sanırlar aslında. Yani bir şey fark etmez. Olan yine bize olur. Hatırlayın, bu ülkede sorgusuz sualsiz ne gençler asıldı vaktinde.
Tarkan’ın söylediği bir şarkı vardı, “Unutmamalııı, hatırlamalııı” diye başlayıp “o güzel günleriii” diye devam ederdi hani, işte onu “o kötü günleriii” haline getirip unutmamalı, hatırlamalı. Hatta unutmamalı ki, başbakan bile asmış bir ülkeyiz biz. Başka sözüm yok.