OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Kürt sorunu, yeniden...


Cumhurbaşkanı Erdoğan ülkede bir Kürt sorunu olmadığını yağlı ballı değil ama ‘ya’lı ‘be’li
sözlerle ilan etti. Gözümüz aydın! Ama bir dakika, çözümü için Öcalan’la konuşulan mesele Kürt sorunu değilse nedir? ‘Güneydoğu sorunu’mu? Bir aralar devlet katında bu tabir rağbet görüyordu. Yoksa söylenen, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” lafı mıdır? E o zaman döndük dolaştık, geldik mi seksenlere, doksanlara? Bunun için Erdoğan’a ne gerek vardı? Demirel’ler, Çiller’ler, Ağar’lar da bu kadarını söylüyorlardı zaten. Hatta mesele Kürtlerin varlığını teslim etmekse, Demirel de “Kürt realitesini tanıyorum” dememiş miydi? Gene de Erdoğan’a haksızlık etmeyelim, kendisini bu isimlerle aynı kefeye koymayalım, zira bu meselede bu isimlerden ileri bir noktada olduğuna işaret eden söz ve eylemleri olmuştur ama o da kendisine haksızlık etmesin ve bu isimleri, devletin ceberut tarafını hatırlatan, başladığımız noktaya döndüğümüz izlenimi veren sözler söylemesin. Her ne hesapla olursa olsun.
Üstelik, Erdoğan’ın devlet ağızları bununla sınırlı değil. Bir de şu meşhur “Başbakan, bakan bile oldun, daha ne istiyorsun?” repertuarı var ki, Erdoğan konuşmasında onu da zikretmiş. Ermeniler için söylenegelen “Nazır, sefir bile oldular, yine de doymadılar” laflarıyla bire bir aynı. Evet, bir-iki Ermeni nazır oldu, varsın yüzbinlercesi boğazlanmış olsun, önemli olan nazır olabilmişler mi, o. Varsın bir Kürt bakan “Kürdüm” dediğinde dünyayı başına yıkmış olsunlar. Varsın Kürt vekiller Meclis’ten yaka paça atılmış olsunlar. Kürt’ten bakan olur, vekil olur ama Kürt olmaz. “Bütün bunlar geçmişte kaldı” diyorsanız, o zaman Cumhurbaşkanı neden hâlâ ‘eski’nin bu laflarını tedavüle sokuyor? Kimse kusura bakmasın, burada yeni bir şey yok; bildiğin İttihatçı kafası.

Yok eğer deniyorsa ki mesele ne Kürt sorunu, ne terör sorunudur, ama demokratikleşme sorunudur, o zaman da sormak gerekir, “O halde neden sadece Öcalan’la ve Kürtlerle müzakere yürütüyorsun?” Demek ki orada özel bir durum var. Ülkede genel bir demokrasi sorunu olduğu, dolayısıyla demokratikleşmeye birlikte Kürt sorununun da çözüleceği kabulümdür. Ama gel gör ki, meseleyi böyle tanımlayan, hükümetten ziyade Öcalan ve HDP; hükümete kalsa demokrasimiz İskandinavya standartlarında.
Bazen Erdoğan’a ‘stratejik bir akıl’ atfediyorlar ya, bilmiyorum hangisi daha kötü, bu lafları
inanarak söylemiş olması mı, yoksa böyle bir strateji hesabı gereği söylemesi mi... İnanarak söylüyorsa çözüm süreci için umut kırıcı. Yok öbür şık doğruysa, o zaman da strateji söz konusuysa ahlak teferruat demektir.

Ateşyan nereye koşuyor?

Bir anlaşılmaz kabul edilemez tutum da, Patrik Genel Vekili Aram Ateşyan’dan geldi. Gerçi senelerdir patrik seçimini engelleyen bir tutum takınıyor zaten, ama son söyledikleri işin tuzu biberi oldu. Mealen “Devlet de tanımam rapor da, patrik seçimi Ruhani Kurul’un (yani onun) istediği zaman yapılır” dedi. Devletin karşısındaki bu cesaretini umarız başka konularda da koruyabilir fakat artık bu patrik seçimi meselesinin su kaldırır yanı kalmadı. Gerilim biriktiren bir fay hattı gibi, her an boşalabilir.

Gözlemlerim o ki, Ermeni toplumu içinde bu konuda bir gerginlik ve öfke birikimi var. Seçimlerin bir an evvel yapılması gerekiyor. Seçilecek kişinin unvanı, yani adı vekil mi olacak, kaymakam mı, kâhya mı olacak, çok önemli değil. Önemli olan, o makama nasıl geldiği, çünkü meşruiyetin kaynağı oradadır.
Ateşyan mucizelere ve dolayısıyla Mesrob Mutafyan’ın bir gün makamına döneceğine
inandıklarını söylüyor. Raporla bir patriğin görevine son verilirse bundan sonra herkesin gelecekteki patrikler hakkında bu tür raporlar alıp patrikleri makamdan indirebileceklerini iddia ediyor ve aklımızla dalga geçiyor. Bir patriğin görevini sürdürmesine engel bir durumu yokken onun hakkında sahte rapor almak o kadar kolay mı? Birileri buna cesaret etse bile, birileri de karşı çıkacaktır. Öte yandan, Mutafyan’ın durumu tıbbi açıdan kesin görünüyor. Yine de pekâlâ seçilecek kişi vekâleten seçilebilir ve beklenen ‘mucize’ bir gün gerçekleşir, Mutafyan iyileşirse görevinin başına döner. Seçilecek kişi bunu bilerek seçimlere girer. O da din adamı olduğuna göre, mucizelere inanacaktır!
Patriğin ve Patrikhane’nin konumu sadece ruhani meseleleri ilgilendiren bir konum olsaydı
seçim o kadar sorun olmayabilirdi ama, başlı başına ayrı bir tartışma konusu olmasına rağmen, beğenelim veya beğenmeyelim, Patrikhane’nin bir temsilci pozisyonu var ve Ateşyan da bunu inkâr eden bir tutum içinde değil. Ama hem temsilci pozisyonunu üzerine alacaksın, hem dinî olmayan konularda da fikir, irade beyan edip, icraatta bulunacaksın, hem de seçimden kaçacaksın, bu tutarsızlıktır, gayrimeşrudur. Seçim olmadan temsiliyet olmaz.