BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Seçim gerçeği

Uzunca bir süredir her şeyimiz ‘seçim’e odaklanmış, her türlü başlangıç, her türlü işlem, anlamsız bir şekilde beklemeye alınmıştı. Sözleşmeler, satışlar, alışlar, gitmeler, gelmeler, organizasyonlar, planlar, hatta davalar, kararlar ve de akla gelmeyecek daha bir dolu şey. “Dur hele, şu seçim bi yapılsın”, “Hele seçime kadar bekle”, “Seçimden önce bitmeli” gibi cümleler milyonlarca kez tekrarlandı, tekerleme gibi dillere dolandı. Bir de yazılı, görsel, sanal, sosyal, bilumum medya sayesinde, bilir bilmez, anlar anlamaz, herkes siyaset hakkında ahkâm keser oldu. Muhtemel sonuçlar ve onlardan doğacak sonuçlar haftalarca tartışıldı. Ay, sokak çığırtkanları da cabası... Biliyor musunuz, bangır bangır, tepeme vura vura geçmelerine sinir olsam da, onlar bana çocukluğumu hatırlatıyorlar. 

Eskiden Kurtuluş’ta, şimdi yerinde koca apartmanların yükseldiği bir arazi vardı (ki onun da öncesinde bostanmış), bir dönem yazları oraya bir cambazhane kurulurdu, Ali Belenli Cambazhanesi. O cambazhanenin çığırtkanları, akşama kadar sokaklarda, güm güm davula vura vura, şarkılar söyleyerek, megafonlarla avaz avaz bağırarak dolaşırlardı. Bazen aralarında, uzun sırıklar üzerinde yürüyen bir adam ve soytarılar ve şaklabanlar da olurdu. Tabii, o yıllarda, böyle arabalara ses düzeni kurmak gibi teknolojik kolaylıklar yoktu, duyduğumuz çıplak insan sesi olurdu ve hiç de rahatsız olmazdık. Onlar hangi sokaktan geçerlerse, arkalarından o sokaktaki evlerde oturan çocukların, ana babalarına, çokça da büyükanne ve büyükbabalarına yalvarma fasılları başlardı, “Ne olur, bu akşam gidelim” diye. Ne nostalji ama, değil mi?

Neyse, gazetemizin bu sayısından sonraki sayıda her şey olup bitmiş olacak. Bakalım bu hengâme neye yarayacak; kim düş kırıklığına uğrayacak, kimin ekmeğine yağ sürülecek; hangi vaat tutulacak, hangisinin bir türlü sırası gelmeyecek; yapılan onca masraf nerelerden çıkacak... Üstüne üstlük, geçen hafta hep birlikte İstanbul’u 562. kez yeniden fethettik ya (“Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordu”)... Hani iki milyon insan, 120 kapıdan, üzerleri aranarak girdikleri, 1800 metre karelik dev platformun, 500 metre karelik dev ekranın, etrafında çadır hastanelerin kurulduğu, ambulansların beklediği meydanda ne biçim coştular. O kadar insan bir ara sus pus da oldular; o ara Kur’an okundu. Artık İstiklal Marşı okunacak yerlerde de Kur’an okunacakmış. Bu arada komşu meydanda da miting vardı, millet iki meydan arasında sıkışıp kaldı. Şimdi siz tüm bunlara yapılan harcamaları düşünün. Gerçi ben gemi de bekledim, dedikodusu vardı ama olmadı. Olsa o da artık tuzu biberi olurdu zahir.

Bu seçim öncesi masrafları doladım ya bu ara dilime, cimri falan sanmazsınız beni umarım. Değilim. Yalnızca emekliyim. Ucu ucuna geçinmenin, sürekli alıştığın düzenin altına düşmemeye çalışmanın ne demek olduğunu iyi bilirim. O yüzden, boşa yapılan bu gösteriş harcamalarına daima hayıflanırım. O paralarla kaç fukara doyar kim bilir... Emeklilere göstermelik değil, gerçekten zam yapılabilir. Okulsuz köylere okul yaptırılabilir. Hepsinden vazgeçtim, o sözde, hayatları kurtulsun diye ülkeye alınıp da sokaklara salıverilen, dilenebilmek için bir parmak çocukları sürekli uyutarak telef eden Suriyelilerin tepesine dam bile yapılır. Tamam, kestim.

Bunca tantanada asıl acı olan nedir, biliyor musunuz? Ülke genelinde, acaba kaç kişi, neler olup bittiğinin farkında? Seçim olunca ne olacağını sanıyor, ne bekliyorlar acaba? Hatta herkes neyin seçimi olduğunun bilincinde mi? Ah, ne yazık, hiç sanmıyorum. Böyle düşünmeme sebep olan şey, bir yarışma sorusu. İzlerken şaşkınlıkla irkilmiştim ya, sonradan çıkıp gitmiş aklımdan. Geçen akşam kendi programında, Okan Bayülgen sarınca parmağına, hatırlayıverdim yeniden.

Soru şu: Haziran ayında yapılacak olan seçimlerde hangisi seçilecek? Dört cevap maddesi şöyle: Başbakan, milletvekilleri, belediye başkanları, bakanlar. Yarışmacı genç kız emin olamadı ve seyirci jokeri hakkını kullandı. Zaten bilmesini beklemiyordum, zira gençlerin bu konulara olan ilgisi malum. Asıl ilginç olan, seyircinin cevabıydı. %30’u “Başbakan”, %18’i “belediye başkanları”, %7’si “bakanlar”, ve ancak %45’i “milletvekilleri dedi. Yani %55 gibi büyük bir çoğunluk bilemedi. Nasıl? İşte ülke gerçeği. Üstelik bu daha, iyi kötü mürekkep yalamış bir büyük şehir insanı cehaleti. Hadi “yüzeyselliği” diyelim, çünkü o stüdyoda toplanan insanlar genelde birçok soruyu biliyorlar. Geride koskoca bir Anadolu, yani büyük bir ihtimalle büsbütün bilgisiz bir halk oyu potansiyeli var. Eh, bu durumda seçim sonuçlarına nasıl bel bağlanabilir? Öyle görünüyor ki ülkemizde daha çok uzun zaman, halkı cahil bırakıp gözünü boyayarak bildiğini okuma politikası sürer gider.