Nazilerin gözüyle Atatürk

CAN ULUSOY

Nazi Almanyası’nın yeni Türkiye’ye bakış açısı her zaman tartışmalı bir şekilde ele alınmıştır . Bu durumun en önemli nedeni ise konuya açıklık getirecek belge ve hatıratların gerekli şekilde tasnif edilememesinden kaynaklanıyor, ta ki Stephan Ihrig’in kitabı ‘Naziler ve Atatürk’e kadar. Kitapta, Weimar Cumhuriyeti’nden  Hitler iktidarının sonuna kadar hakim olan Nazi anlayışının, Yeni Türkiye’yi algılama biçimleri ve bu kavrayıştan çıkardıkları dersler ele alınıyor. Söz konusu kitabı farklı kılan bir diğer unsur ise tarihyazımsal bir boşluğu doldurması. 

Nazi Almanya’sının farklı dönemlerinde ele alınan Türkiye olgusu,bu kitapla birlikte yeni bir literatür olarak karşımıza çıkıyor. Kitabı iki ayrı dönem etrafında inceleyebiliriz. 

Weimar dönemi

1919’dan 1923’e kadar süren Kurtuluş Savaşı içerisinde Türk hükümeti neredeyse tüm İtilaf devletleriyle ‘de facto’ savaş halindeydi. Dört yılın sonunda zafer elde eden Türkiye, Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla tüm dikkatleri üzerine çekti. Bu, aynı zamanda Sevr Antlaşması’nın  geçerliliğini yitirmesi anlamına geliyordu. I. Dünya Savaşı’nın yenilgisini üstünden atamayan Almanya’nın gözünden bu, miliyetçi bir düşün gerçekleşmesiydi. Söz konusu durum Almanya içerisinde sönmek bilmeyen bir Türkiye sempatisine dönüşerek, Versailles Antlaşması’nın da düzeltilebileceğine dair bir işaret olarak algılandı. Bu süreçle birlikte başlayan Türkiye ilgisi, Mustafa Kemal’in de ‘Türk Führer’ olarak ele alınmasıyla artmaya başladı. Örneğin sadece Deutsche Allegeime Zeitung’ta, Türkiye ve Mustafa Kemal üzerine dört yıllık süreçte 2200 makale ve yazı kaleme alındı. Yazıların genelinde hakim tavır ‘’Türk Führer’’in başarılarını saf millyetçilik ve mazlumluk temalarını kullanarak ele almaktı.

Türk Kurtuluş Savaşı, Weimar dönemi medyasının önemli bir olayıydı; bu durum Almanya’ya büyüleyici bir öykü vermekle de kalmadı. Türk vakası ve Mustafa Kemal’i de Alman bağlamlarının içine sokmuş oldu. Kısacası Türk meselesi ‘Almanlaştırıldı’. Kurtuluş Savaşı içerisinde gerçekleşen her bir hadise Alman basınının en önemli başlıklarından biri olurken, her gelişmeyi ideal Türk rol modelinin bir parçası olarak ele aldılar. Kimi zaman Türkiye’deki gelişmeleri çarpıtmaktan geri durmayan Alman basını, bu durumu kendi iç siyasi dinamiklerini harekete geçirmek için de kullanmış oldu.

Nazi dönemi

Weimar döneminden başlayarak Almanya basınında tartışılmaz bir yer edinen Yeni Türkiye ve Mustafa Kemal, Hitler’in de konuya özel ilgisiyle önemini pekiştirdi. Örneğin Hitler, 1939’da doğum gününü kutlamaya gelen Türk politikacı ve gazetecilerden oluşan bir heyeti kabul ettiğinde, “Atatürk, bir ülkenin kaybettiği kaynakları harekete geçirmenin ve yeniden canlandırmanın olanaklı olduğunu gösteren ilk kişiydi. Bu bakımdan Atatürk bir öğretmendi; Mussolini onun ilk, ben ikinci öğrencisiydim’’ ifadesini kullanmıştı. Bu, Hitler’in tesadüfen ağzından çıkan bir cümle değil, benzer cümlelerin vücut bulduğ  medya söyleminin ayrılmaz bir parçasıydı.

Hitler’in Türkiye hayranlığının bir diğer örneği 4 Mayıs 1941’de yaptığı parlamento konuşmasıdır.  “Türkiye Dünya Savaşı’nda bizim müttefikimizdi. Jön Türkiye’nin büyük mahir yaratıcısı, o zaman şansın terk ettiği ve kaderin korkunç sillesini yemiş müttefiklerin ayaklanması için harika bir rol model sunan ilk kişiydi.”

Bu süreçte, Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki ‘iç tehdit’ tanımı içinde değerlendirilen Ermenilerin ve Rumların ülkeden zor kullanarak ve/veya katledilerek uzaklaştırılmaları, Hitler için Yahudi toplumundan kurtulmak için bir yol gösterici konumundaydı. Hitler bu durumu Kavgam’da ‘’Türklük yavaş yavaş ölüyordu; ama boyun eğdirilmiş ıvır zıvır halklardan boşalan zehirden, Akdeniz kıyısındaki halkların, Levantenlerin, Rumların, Ermenilerin ve dirençli yabani otlar gibi her yeri kaplayan Yahudilerin o ünlü tükürüğünden ölüyordu” şeklinde ifade ediyordu. Hitler ve III. Reich basınının Yeni Türkiye’yi yüceltmesinin en önemli sebeplerinden birisi de ‘etnik homojenlik’ düşünün Türkiye özelinde başarıyla sonuçlandığını düşünmeleridir. III. Reich yazarlarından Karl May’in ‘Doğu Döngüsü’ romanından alıntı yapmak bu konuyu daha anlaşılır kılacaktır: “Ben bir Hıristiyanım ve ‘komşunu sev’ buyruğuna uyarım ve diyorum ki, Türkler Ermenileri öldüresiye dövdüklerinde doğru iş yaptılar...”

1919’dan 1945’e kadar Türkiye’yle ilgili Alman söylemleri birçok bakımdan birbirinin mantıksal devamıydı; Türk Bağımsızlık Savaşı sırasında başlayan milliyetçi basının dili, Nazi iktidarında tam ürün vermeye başladı. Bu durum Türkiye’yi doğulu olmaktan çıkararak, eski klişelerin tekrar değerlendirilmesine neden oldu. Kemalizm ve Kemalist Türkiye, Avrupa’nın her tarafında yeni ve devrimci nitelikte algılandığı halde hiçbir yerde Almanya’daki kadar çok sahiplenilmedi ve ‘ikizleştirilmedi’. Bu bakımdan Yeni Türkiye vizyonu, Nazizm’in kendi modernliğine ilişkin bir vizyon olarak görev yaptı.

Naziler ve Atatürk
Stephan Ihrig
Çeviri: Ahmet Fethi
Alfa Yayıncılık
352 sayfa.