OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Soykırım parlamentoların işi mi?

Almanya Federal Meclisi’nin Ermeni Soykırımı’nı tanıyan kararından sonra, Türkiye’de mutat olduğu üzere bir hezeyan dalgası yükseldi. Hamasi ezberler ortalığa döküldü. Karar metnini dahi okumadığı belli olan yorumcular, iç kamuoyunun duymak istedikleri sözleri söyleyerek görevlerini yerine getirdiler. Cumhurbaşkanı ve bakanlar düzeyinde verilen tepkiler ise ırkçılığın en dip noktasından ses verdi.

Karar hakkında Türkiye’de yapılan yorumlara geçmeden önce soykırımın tanınmasına faydacı yaklaşım üzerine birkaç söz söyleme gereği hissediyorum. Bundan evvelki yerli-yabancı kimi girişimlerde gözlemlenen ve Alman meclisinin son metninde de zaman zaman kendini hissettiren bu yaklaşım, soykırımın tanınmasını güncel siyasette elde edilecek kimi faydalarla gerekçelendirip meşrulaştırmaya çalışıyor. Türkiye-Ermenistan diyaloğunu geliştirip geliştirmeyeceği, iki ülke arasında kapalı olan sınırın açılmasına katkıda bulunup bulunmayacağı gibi...Benim bakış açıma göre, ister uzak ister yakın geçmişte vuku bulmuş olsun, soykırım gibi olayların tanınmasının zemini ve gerekçesi siyasi fayda değil ahlaktır, hakikat karşısında insanın sorumluluğudur. Faydacı yaklaşımı tersten okuduğunuz zaman, soykırımları tanımanın kimseye bir faydası olmayacaksa tanınmamasında, unutulmasında bir beis yoktur sonucu çıkar. Sovyetler’in yıkılması sırasında ve sonrasına olaylar başka türlü gelişebilir, iki ülke arasındaki sınır açık olabilir ama Türkiye devleti soykırım inkarcılığını sürdürüyor olabilirdi. O zaman “ataların acılı ruhları” unutulacak mıydı? Dolayısıyla, bana göre bu tip kararların Ermenistan’la Türkiye arasında diyalog yollarını açıp açmaması önemiz değilse de tali bir mevzudur. Ayrıca, Türkiye’nin bu gibi kararlar neticesinde Ermenistan’la diyalogdan uzaklaştığı yargısı da, bu kararlar olmasa Türkiye diyaloğa açıkmış gibi hiç de sağlam olmayan bir varsayıma dayanıyor. Yeri gelmişken şunu da belirteyim: soykırım tartışmalarında Ermenistan’ın biricik hatta birincil muhatap olarak konumlandırılması da tartışmalıdır. Nihayetinde o da bir devlettir. Kendi tanımladığı çıkarları, öncelikleri ve hedefleri vardır. Soykırımın tanınması,  soykırım çalışmaları ve tartışmaları bunlarla her zaman uyumlu olmayabilir. En büyük muhatap hak, hakikat ve adalettir. Buradan bakınca, “Soykırım kararları almak parlamentoların işi değil” savı da boşa çıkar, zira hak ve doğru bildiğini söylemek nasıl herkesin işiyse parlamentoların da işidir. Onları bundan alıkoyacak olan, yukarıda zikrettiğim güncel siyasi çıkarlar olabilir ancak ki bu da hiç saygıdeğer değildir. Nitekim, ABD yönetimini soykırımı tanımaktan alıkoyan bu gibi güncel hesaplardır; yoksa ne olduğunu biliyorlar.

Parlamentoların soykırım kararı alamayacağını söylerken ileri sürülen argümanlardan bir tanesi de, soykırım kararının ancak mahkemeler tarafından alınabileceği savıdır. Bu sav, soykırım kavramının sığ bir yorumuna, yani onu salt bir hukuki kavram olarak anlayan yoruma dayanır. Soykırım, bir hukuk kavramı olmasının ötesinde, bir siyasi-sosyolojik vakadır, bir ‘felsefesi’ vardır; çok boyutlu, komplike bir kavram ve süreçtir, salt hukuk bağlamında ele alınamaz. Aksi takdirde, ortada Soykırım Çalışmaları gibi ciddi, kapsamlı ve çok boyutlu bir akademik disiplin olmazdı. Mahkeme kararına ihtiyaç, soykırım suçundan dolayı gerçek kişileri yargılayıp cezalandıracağınız zaman ortaya çıkar. Dolayısıyla, “Mahkeme kararı olmadan herhangi bir vakaya soykırım denemez”, iddiası mesnetsizdir. Aksi takdirde, akademik literatürde farklı vakalar için bu tabiri kullanan makale ve kitapların, bibliyografyalarına her bir vaka için bir mahkeme kararı eklemeleri gerekirdi!

Propaganda uğruna AİHM’i de istismar etmeye devam ediyorlar. Mahkemenin Perinçek kararını çarpıtarak, ömrü ülke dışında uzun olmayacak başka bir yalanı ülke içi amaçlar için besliyorlar. Güya, bu karar AİHM kararlarını çiğniyormuş. AİHM, “1915’e soykırım denemez”, demedi; “Soykırım değildir” demenin bir ifade özgürlüğü olduğuna, bunu söyleyenlerin cezalandırılamayacağına hükmetti. Aradaki dağlar kadar farkı ancak görmek istemeyenler ve kötü niyetliler görmez.

Bu karardan sonra bildik, “Tarihi tarihçilere bırakalım”, “Ortada yeterince somut veri yok, tarihçiler çalışsın” safsataları da yinelendi. Halbuki, durum hiç öyle değil. Tarihçiler bu konuda çalıştı ve çalışıyor zaten. Ermeni soykırımı bir eski Mısır gizemi değil. Öyle bir hava yaratılmaya çalışılıyor ki, zannedersin arkeologlar gelecek kazı yapacak, hiç bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkaracak. Evet, soykırım gibi bir konuda her zaman sorulacak sorular, aranacak yanıtlar vardır, tartışma o anlamda bitmez ama Ermeni soykırımı dediğimizde hiç bilinmeyen bir konu üzerine konuşmuyoruz. Ortada ciltler dolusu, binlerce sayfalık literatür var. Diğer hepsi bir kenara, Mavi Kitap ve Raymond Kevorkian’ın “Ermeni Soykırımı” kitabı bile bölge bölge neler yaşandığını belge belge ortaya koyuyor. Gel gör ki, bu devasa literatür cahilin özgüveninde bir çizik bile yaratmıyor! Türkiye’de Ermeni soykırımına karşı alınan tavırda bilgisizliğin önemli bir yeri olduğuna inanırım ama bazılarını ikna etmek için yapılacak bir şey olmadığını da öğrendim. Hangi bilgiyi onların önüne dökerseniz dökün, fark etmeyecektir çünkü ikna olmak için açık bir beyin ve vicdan gerekir. Bunlara sahip olanları ‘ikna etmek’ için de fazla bir uğraşa gerek yok zaten. Ötekiler için, Talat mezarından kalksa, “Biz bu işi Ermeni halkını yok etmek üzere planlayarak yaptık”, dese para etmez. Onu da anında “Alman emperyalizminin uşağı” ilan ederler. Baksanıza, Alman meclisinin, görgü tanığının konuşması olarak nitelenebilecek kararına karşı benzer çemkirmeler gösterdiler. O kadar ki, Alman arşivlerine, 1. Dünya Savaşı sırasında sansürlenen raporlara atıfta bulunan karar metnine rağmen, buradaki kimi yorumcular, “Ne biliyorsunuz, arşive mi baktınız da söylüyorsunuz?”, dediler (ben kendim ‘akmaz kokmaz gazetecilik’ ekolünden Hakan Çelik’in ağzında duydum). Yahu, karar da tam onu söylüyor ya zaten: “Evet arşivlere baktık da söylüyoruz”. Ayrıca, bu arşiv belgelerinin daha geniş kitlelere ulaşması için de yollar öneriyorlar. Ama yok, bize düşen bunların hiçbir sanki metinde yokmuş gibi Türk’ün Türk’e propagandasına devam etmek; e tabii ondan sonra da haliyle Türk’ün Türk’ten başka dostu olmuyor çünkü bunları başka kimse yemiyor.