VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Ermenistan’ın ‘mutlu devrim’i

Ermenistan’da geniş kitlelerin baskısı sonucunda devlet başkanının istifa etmesi hem şaşırtıcı, hem de umut veren bir gelişme oldu. Yaklaşık on beş yıl önce Doğu Avrupa’yı ve Sırbistan’dan Gürcistan’a, Ukrayna’dan Kırgızistan’a kadar, eski Sovyet sonrası ülkeleri etkisi altına alan ‘Renkli Devrim’ dalgasından beri, başarılı olan ‘şiddetsiz devrimler’ görmemiştik. 2010’da Kırgızistan’da yaşanan ikinci devrim ve 2014 Ukrayna Devrimi şiddet yoluna girdi. Ayrıca Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki devrim dalgası iç savaşa dönüşerek, birden fazla dış gücün müdahalesine kapıları açtı, DAEŞ’in ortaya çıkmasına neden oldu, zaman zaman da askerî diktatörlüklerden önceki statükoya dönüşle sonuçlandı. Milliyetçi popülizm ve militarist söylemlerle sertleşen uluslararası atmosfer içinde, Ermenistan’da barışçıl bir rejim değişimi, taze bir nefes gibi. 
Ermenistan’ın yakın tarihine bakıldığında da şaşırtıcı bir olaydı bu. Evet, 1980’li yıllarda, Perestroyka ve Glasnost zamanında ülkede ileri düzeyde bir siyasi kültür gelişmişti; Ermenistan, bir halk hareketinin (Karabağ Hareketi) çıktığı, ilk olmasa da ilk birkaç ülkeden biriydi. Daha sonra, 1990 yılında yapılan yerel seçimlerin ardından, yerel nomenklatura, iktidarı halk hareketinin liderlerine bıraktı. Ancak daha sonra, seçimlerde art arda yapılan hileler, muhalif aktivistlerin korkutulması ve bir kapitalist oligarşinin kurulmasıyla, durum kötüye gitti. En kötü olay, Serj Sarkisyan’ın üçüncü cumhurbaşkanı olarak seçilmesi sırasında yaşandı. Muhalefet seçim sonuçlarına karşı çıkarak gösteriler düzenledi; 1 Mart 2008’de, silahlı kuvvetler, göstericilere ateş açtı ve on kişinin ölümüne neden oldu. Diğer bir ifadeyle, otokratik yönetim ile geniş kitlelerin harekete geçmesi arasındaki çatışma sonucunda kan dökülmesi olasılığı söz konusuydu. 
Dolayısıyla, hem uluslararası şartlar, hem de Ermenistan’ın kendi geçmişi göz önünde bulundurulduğunda, Ermenistan’daki halk hareketinin başarısı tek kelimeyle inanılmaz. Karabağ Hareketi’nden tam olarak otuz yıl sonra, Nikol Paşinyan ve yoldaşlarının barışçıl, şiddet içermeyen ama aynı zamanda radikal bir nitelik taşıyan siyaset iddiası büyük bir başarı kazandı. Her şeyden önce, kentli, eğitimli gençlerin desteğini aldı. Daha da şaşırtıcsı, taşra kentlerinin, kırsal nüfusun, hatta silahlı kuvvetler içindeki bazı kesimlerin güvenini kazanmayı başardı. Muhalefet hareketinin şiddete radikal bir şekilde karşı çıkan tavrı (gün boyu süren gösterilerin ardından meydanları temizlemeleri, gösteri yapan gençlerin neşesi, şarkı söyleyerek ve dans ederek yolları kapamaları), devlet yapılarının önemli bir bölümünün yumuşayarak siyasi değişim yönünde yeni olasılıklara kapı açmasını sağladı. Paşinyan değişimleri tarif etmek için ‘Kadife Devrim’ tanımını kullandı ama, protesto hareketine katılmanın yaygın bir neşe ve mutluluk getirdiği vurgusuyla, ‘Mutlu Devrim’ de denebilirdi. 
Ermenistan’da yaşanan gelişmeleri anlamak için ‘kadife’ ya da ‘renkli’ devrimlerin tarihi çerçevesinde değerlendirmek gerekiyor, ki bu da beraberinde birtakım sorular getiriyor: Ermenistan’daki değişimler ‘kadife devrimler’in ufkuyla mı sınırlı kalacak? Yoksa, geçmişten ders alma olgunluğu sergilenerek, kendi içinde yeni bir dinamik geliştirilebilecek mi?

Bu devrim neden şimdi oldu?
Ermenistan’daki devrimin anlaşılabilmesi için üç noktanın üzerinde durulması gerekiyor: ülkenin siyasi yapısı, yönetici sınıf ve muhalefet. Sovyet sonrası dönemde Ermenistan’da, hukukun üzerindelermiş gibi davranan bir oligarklar sınıfına hizmet eden bir otokratik yönetim gelişti ancak hiçbir zaman tam bir diktatörlük söz konusu olmadı. Ülkede, özellikle internette canlı olan özgür medya bulunuyordu; muhalefet partileri iktidarların yanında marjinal kalsalar da varlıklarını hep sürdürdüler; ayrıca aktif bir sivil toplum vardı. Serj Sarkisyan’ın on yıllık cumhurbaşkanlığı dönemine siyasi başarısızlıklar, siyasi reformların yapılmaması, süregiden göç ve yoksulluk damga vursa da, kentli, eğitimli, farklı bir dünya görüşü taşıyan, yeni bir kuşağın ortaya çıkmasına olanak sağlayan istikrar da bu dönemde oluştu. Devrime öncülük eden, bu yeni kuşaktı.
Ermenistan’daki yönetici sınıfın kökenleri 1980’lerin sonlarına, Sovyetlerin çöküş dönemine ve Karabağ Savaşı’na dayanıyor. Bu sınıf, Karabağ mücadelesiyle oluşan siyasi gruplar ile, Sovyet sonrası dönemde ekonomiyi elinde tutan oligarşi arasındaki ittifaka dayanıyor. Bu oligarşinin temel gelir kaynağı, tüketim malları ithalatı ve hammade yani mineral ihracatı üzerindeki tekeller ile, vergi kaçakçılığı; tahakküm kurmak için kullandığı araç, iktidardaki Cumhuriyetçi Parti ile devlet bürokrasinin bileşimi olan devlet aygıtı üzerinde kurduğu tekel.
Ermenistan çeşitli muhalif hareketlerin ortaya çıkışına tanık oldu: parlamentodaki kurumsal siyasi muhalefet, canlı toplumsal hareketler, ve bunların yanı sıra, şiddete başvuran muhalefet. Kentli, eğitimli orta sınıflara dayanan, aktif sivil toplum, hüküm süren oligarşinin yoz uygulamalarına karşı çıktı; çevre konusunda da, sosyal adalet alanında da mücadele verdi. Bunun yanı sıra, , tabanını Jirayr Sefilyan’ın liderliğindeki eski Karabağ savaşçılarının oluşturduğu, 2016 yazında cumhurbaşkanının istifa etmesi talebiyle bir polis karakolunu basıp işgal eden ‘Sasna Dzırer’ [Sasun’un Delileri] adlı radikal bir grup çıktı. Üç polisin hayatın kaybettiği bu olayda, saldırganlar neyse ki daha fazla kan akmadan teslim oldu. Aynı şekilde, eski gazeteci ve milletvekili Nikol Paşinyan’ın önderliğinde, rejim şiddet içermeyen yöntemlerle değiştirme hedefliyle, seçimler aracılığıyla değişime izin vermeyen rejime karşı geniş bir halk hareketi yaratmayı amaçlayan bir siyasi muhalefet de çıktı. 
Muhalefet için fırsat Mart ayında, Serj Sarkisyan’ın cumhurbaşkanlığı görevindeki ikinci dönemi sona erdiğinde doğdu. 2015’te anayasada yapılan değişikliklerle başkanlık rejiminden parlamenter rejime geçilmişti. O dönemde iktidar partisi bu değişikliklerin demokratikleşmeye hizmet ettiğini savunmuş, Cumhurbaşkanı da sonraki dönemde başbakan olmayacağını tekrar tekrar söylemişti. Ancak 17 Nisan’da iktidar partisi Serj Sarkisyan’ı başbakan olarak seçti. Anayasadaki tüm değişiklikler düpedüz Sarkisyan’ın ikinci görev döneminden sonra da iktidarda kalmasını sağlamak amacıyla yapılmıştı; başbakan olunca görev süresinde sınırlama da olmayacaktı.
Bu durum, muhalefete yalnızca Sarkisyan’ın başbakanlığına itiraz etme değil, değişim talep eden bir hareket başlatma fırsatı sundu. Başlangıçta gösteriler küçüktü; ilk gün katılımcı sayısı otuz-kırk iken, bir haftadan kısa bir süre içinde çığ gibi büyüyüp, 22 Nisan Pazar günü 100 bin kişiye ulaştı. Hareket geniş kesimlerin güvenini kazandığı, otoritelerin meşruiyetini mizah yoluyla sorguladığı ve merkezi olmayan, bastırılması zor bir yapısı olduğu için başarılı oldu. Serj Sarkisyan’ın, halktan gelen baskıyla, ertesi gün istifasını vermesiyle Ermenistan’da 1990’ların başlarından beri görülmeyen siyasi dinamiklerin kapısı açılmış oldu.

Şimdi ne olacak?
İnsanlar devrimlere ya âşık olur ya da onlardan nefret ederler. Adalet olmasa bile özgürlük vaatleri nedeniyle devrimleri severler. Otokratik yönetimleri devirip, yerine kaos, kanlı çatışmalar ve nihayet daha güçlü bir diktatörlük getirdiği için devrimden korkarlar. Ancak, Ermenistan’daki olası gelişmeleri anlayabilmek için Stalin’e ve Humeyni’ye değil, diğer eski Sovyet ülkelerinde yaşanan, şiddet içermeyen devrimlere bakmak gerekiyor.
Birçok ‘şiddetsiz devrim’, eski rejimden unsurlar da barındıran geniş koalisyonlarla, rejim değişimi getirmeyi başardı. Bu koalisyonların yapısı, eski oligarşinin unsurları rejim değişiminden sonra varlıklarını sürdürmesi ve yönetimde kalması nedeniyle, büyük bir dezavantaj oluşturdu; Ukrayna’nın Turuncu Devrim’i (2004) ve Kırgızistan’ın Lale Devrimi (2005), bu durumun tipik örnekleri oldu. Diğeri, Gürcistan modeliydi; bu ülkede Gül Devrimi’nin (2003) ardından Mikhail Saakaşvili ve küçük ekibi mutlak iktidar elde etmişti. O dönemde, neoliberal ideolojiden ilham alan radikal reformlar yapmayı tercih ettiler. İşsizliğe ve toplumsal istikrarsızlığa neden olan bu reformlar, Kasım 2007’de Saakaşvili’ye karşı düzenlenen kitlesel gösterilerin tetikleyicisi oldu. 
Şu anda Ermenistan’da kutlama havası var. Ancak ülkenin gelecekteki ‘mutluluğu’, büyük ölçüde, değişimlerin oluşturacağı siyasi manzaraya bağlı. Devrimci kutuplaşmadan doğacak bir partinin parlamentoya hâkim olması durumunda, demokrasi ihtimali zayıflar. İktidarın tek bir zümrenin, tek bir partinin ya da kişinin elinde toplandığı her sistem, demokrasi açısından kötüye işarettir. Ama gelecekteki parlamentoda, devrimden çıkan reformcu parti, iş çevrelerini temsil eden bir başka partiyle (örneğin Bargavaç Hayasdan [Müreffeh Ermenistan] Partisi) dengelenir ve parlamentoda köylüleri, işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden partiler de yer alırsa, Ermenistan’da, siyasi rekabete ve çoğulculuğa Yerevan’ın sokaklarında değil siyasi kurumlarda tanık olmaya başlayabiliriz. Ancak o zaman “Nihayet geçiş süreci sona erdi” diyebiliriz.