OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Maşalyan ve Petrus

Diaspora bizim teyzelerimiz, halalarımız, dayılarımız, amcalarımız, kuzenlerimizdir. Biz bu insanlara nasıl “Bizimle ilgisi yok” deriz? Sonra nasıl yüzlerine bakarız? İsa suçlandığı için onu inkâr eden, güçlüden korktuğu için onunla ilgisi olmadığına dair yeminler eden Petrus’tan ne farkımız kalır? Petrus’un İsa’yla göz göze gelince utancından nasıl ağladığını da, bir ruhani olarak Maşalyan hepimizden iyi bilir.

Yeni yılın ilk günlerinde yeni patrik Maşalyan Akşam gazetesine bir röportajı verdi ve Ermeni diasporası hakkında birtakım ifadelerde bulundu. Hepsi tamamen yanlış olmamakla birlikte, “Diasporanın bizimle ilgisi yok” gibi vahim ifadeler de o röportajda yer buldu. (Patrik Maşalyan’ın sözleri muhakkak ki bir editoryal ‘süzgeç ve makas’tan geçmiştir fakat ben kaçırmadıysam, kendisi gazetenin kullandığı ifadelere itiraz eden veya bunları düzelten bir açıklama yapmadı.) Tarihsel olarak baktığınızda, bugün Ermeni diasporası olarak adlandırılan ve aslında birbirinden epey farklı topluluklardan oluşan kitle, bugün Ermenistan olarak adlandırılan devletten ziyade ‘bizimle’ ilgilidir; buradan çıkmış, buradan neşet etmiştir. Üstelik, Türkiye Ermenilerinin diasporaya çıkması 1915’le bitmiş bir süreç de değildir; yaşadıkları yerde karşılaştıkları zorluklardan kurtulma motivasyonuyla bugün hâlâ devam etmektedir. Yani, diaspora bizim teyzelerimiz, halalarımız, dayılarımız, amcalarımız, kuzenlerimizdir. Biz bu insanlara nasıl “Bizimle ilgisi yok” deriz? Sonra nasıl yüzlerine bakarız? İsa suçlandığı için onu inkâr eden, güçlüden korktuğu için onunla ilgisi olmadığına dair yeminler eden Petrus’tan ne farkımız kalır? Petrus’un İsa’yla göz göze gelince utancından nasıl ağladığını da, bir ruhani olarak Maşalyan hepimizden iyi bilir. Diasporadaki kişi ve kurumlarla aynı fikirde olmayabiliriz; hatta taban tabana zıt düşünebiliriz ama bizimle ilgileri olmadığını söyleyemeyiz. 
Diaspora toplumları ile Türkiye Ermenilerinin, soykırımla ve onun hafızasıyla ilişkilenme biçimleri arasında farklar olduğu doğrudur ki bu da gayet anlaşılırdır. Biri, soykırım konusunda duygu ve fikirlerini çok daha özgürce ifade edebileceği yerdeyken, öteki küçüklükten itibaren bu konudaki laflarını tartarak, temkinli konuşması gerektiğini öğrenir. Bu arada, diasporada soykırım hafızası konusunda kuşaklar arasında da farklar vardır. Sanıldığının aksine, diasporada da soykırımdan kurtulanlar her şeyi birebir çocuklarına aktarmış değildir. Soykırım hafızası daha ziyade ikinci, üçüncü kuşakta ön plana çıkmış bir olgudur. Diasporadaki her birey soykırımla yatar, soykırımla kalkar veya her soykırım aktivitesine katılır diye bir şey yok ama soykırımı hatırlama ve anmanın diaspora toplumlarında önemli bir kimlik unsuru olduğu da doğrudur. Kanaatimce, karşılaştırmalı bir şekilde şunu söylersek yanlış olmaz: Diasporada esas olan soykırımı mümkün olduğunca sık hatırlamak iken, Türkiye Ermenileri unutma veya unutmuş gibi yapma üzerine temellenen bir hayatta kalma stratejisi geliştirmiştir. Birinin var olma stratejisinin temel unsuru hatırlamak, diğerininki unutmaktır. Bu bakımdan farklıdırlar. 
Doğrusunu isterseniz, bana ikisi de farklı bakımlardan sağlıksız geliyor. ‘Sağlıksız’ derken, kişinin sahip olduğu kolektif bir kimlikten ötürü hayatla ve diğer insanlarla kurduğu ilişkinin gerilimli olmasını kastediyorum. Diasporanın yaptığı gibi 100 küsur yıl sonra bile hâlâ, kendine yapılan kötülüğü, uğradığı haksızlığı anlatmak zorunda kalmak da, Türkiye Ermenileri gibi böyle bir yok oluş yaşanmamış gibi yapmak da, psikolojik açıdan bana sağlıklı gelmiyor. Fakat bu iki farklı varoluş biçiminin sebebi ve sorumlusu aynı: Türkiye devletinin ve toplumunun çoğunluğunun inkârcı tutumu ve politikası. Birileri, inkârdan da öte, kurbanı suçlu çıkarmaya çalışınca, kurban da o acı tecrübeyle hesaplaşıp, onu kabullenip kenara koyamıyor. Bir diğeri ise, yarın korkusundan ağzını açıp inandığı şeyi, acısını ifade edemiyor; ya yaranmak için muktedirin ağzıyla konuşuyor, ya bir orta yol bulmak için kıvranıyor, ya da sessini çıkarmayıp görünmez olmaya çalışıyor. Bunların hangisine sağlıklı denebilir?
“En iyi dönemimizi AKP’yle yaşadık” sözüne gelince. Cumhuriyetin Ermenilere ve diğer ‘Lozan azınlıkları’na (bu tabiri, bazı hususları yanlış aksettirdiğini vurgulamak için tırnak içine alıyorum) karşı karnesi maalesef o kadar kötü ki, bu sözün bir doğruluk payı var. Gelin görün ki, bu açıdan AKP’nin ilk dönemleriyle şimdi arasında zıtlıklar var. Gasbedilen vakıf mallarının bir kısmını iade etmek için, eksik gedik de olsa bu konuda önemli bir iyileştirme yapan da, Ermeni patriğinin özgür biçimde seçilmesini engelleyen de AKP. Örneğin, tarihi ortada olan Sanasaryan Han’ı iade etmemek için direnen de aynı AKP. Soykırımın konuşulması, özgürce tartışılabilmesi konusunda da en büyük açılımlar AKP döneminde oldu ama bugün durum neredeyse eskisinden beter. “Soykırım” diyenler kanuni ve gayrikanuni çeşitli risklerle, tehditlerle karşı karşıya kalıyor. Bu yüzden daha geçenlerde Diyarbakır Barosu eski yönetimine dava açıldı. Ama pardon, Türkiye’de yargı bağımsızdı, unuttum.