Aynaların içine kişisel bir yolculuk

BÜRKEM CEVHER

Bir kere daha çocuk edebiyatının ne kadar güçlü olabileceğini kanıtlayan bir kitapla karşılaştım bu ay. Kitabın kapağı öylesine büyülü bir dünya vadediyordu ki kitap elime geçer geçmez bütün işleri bir kenara bırakıp bir oturuşta okudum. Açıkçası konusunu bilsem bu kitabı asla okumazdım. Kişisel nedenlerle hasta çocukları veya bir çocuğun ölümünü konu alan kitapları asla okumuyorum. Ancak Mårten Sandén’in yazdığı, Zeynep Tamer’in dilimize çevirdiği ve Can Çocuk tarafından yayınlanan ‘Aynasız Ev’e başladıktan sonra romanı elinizden bırakamıyorsunuz. Son zamanlarda okuduğum, benim için en sağaltıcı kitap ‘Aynasız Ev’ oldu diyebilirim. 

12 yaşındaki Thomasine, babasıyla birlikte o yaz tatilini büyük büyük halası Henrietta’nın evinde geçirmektedirler. Henrietta yüz yaşını çoktan aşmıştır ve artık ölmek üzeredir. Babası Thomas, Henrietta’ya bakmakta ve kendi iç dünyasında yaşamaktadır. Evde olanların çoğu zaman farkında değildir, farkına vardığında da hiç önemsemez. Oysa kızı Thomasine için babasının bir anlık gülümsemesi bile öylesine değerlidir ki! 

Henrietta’nın evinde onlarla birlikte amcası Daniel ve Daniel’in  çocukları Erland ile Signe, halası Kajsa ve onun kızı Wilma da vardır. Daniel ve Kajsa, Henrietta ölmeden evin değerini öğrenemeye çalışmakta ve en kısa zamanda evi elden çıkarmayı düşünmektedir. Oysa Thomasine bu tartışmaların amcası ve halasını aslında hiç de mutlu etmediklerinin farkındadır. Evin değerini emlakçıdan öğrendikten sonra “Daniel Amca’nın gözlerinde gördüklerim beni neredeyse ağlatacaktı. Tuhaf bir şekilde canlılığını kaybetmiş iki göz,” diye düşünür Thomasine. 

Thomasine kendinden iki yaş büyük kuzeni Wilma ve beş yaşındaki kuzeni Signe ile çok iyi anlaşır. Wilma yaşı gereği dış görünüşünü dert eden bir genç kızdır, kitap okumayı çok sever. Signe konuşmayı bilse bile çok az konuşur. Onun sesini neredeyse unutmuştur evdekiler. Yedi yaşındaki Erland ise sürekli başkalarını rahatsız eden, diğer kuzenlerinin çevresinde dolanıp onların her konuştuklarını dinleyen, Henrietta’nın odasına girip onun takma dişlerini çalacak kadar pervasız bir çocuktur. Thomasine, Erland’ı şu sözlerle tanımlar: “Erland bana Småland’da bir çiftlikte oda kiraladığımız yazı hatırlatıyordu. Hava sıcak ve nemliydi. O kadar çok sinek vardı ki onlardan kurtulamazdınız. İlk başta sinirlenip onları kendinizden uzak tutmaya çalışsanız da, birkaç hafta sonra pes ederek etrafta istedikleri gibi gezinmelerine izin verirdiniz.”

Büyük keşif

Bir gün çocuklar Henrietta’nın kocaman evinde saklambaç oynarlarken Signe çok büyük bir keşif yapar. Evdeki bütün aynaların bir gardırobun içinde saklandığını ve bu gardırobun, gerçek evin yansıması olan başka bir eve açıldığını fark eder Signe. Üstelik orada kendi yaşlarındaki Hetty ile arkadaş olmuştur. Hetty ile geçirdikleri saatler sonunda Signe’de büyük bir değişim gözler herkes. Signe hem artık konuşmaktadır hem de eskisi kadar çekingen değildir. 

Wilma’nın ise en büyük sorunu dış görünüşüdür. Çok az yemek yiyen, güzelliğine çok önem veren bir annenin kızı olması sorunları daha da katmerlendirir. Hatta bir seferinde “Neden? Neden annem gibi güzel olmadım ki?” diye hıçkırarak ağlar. O günün gecesinde Thomasine ve Wilma gardıroba girerler. Orada Hetty, Wilma’ya gerçek Wilma’yı gösterir. O gardıroptan çıktığında Wilma daha dik durur, gözleri daha berrak ve nettir. Artık kim olduğunu keşfetmiştir. Bu keşfetme sürecini anlatmaz yazar, sadece kişinin kendini keşfetmesinin yolunun kişinin yine kendisinde olduğunu sezdirir. Tüm büyük yazarlar gibi çocuklara her şeyi açıklamanın gereksiz olduğunu bilir Sandén, onları çocuk veya yetişkin diye ayırmaz, onlar okurdur. Okurun da en az kendi kadar düşünebileceğini, çıkarımlar yapabileceğini bilmektedir. Bu da yazarın hem başarısı hem de bilgeliğinden gelir. 

Üçüncü kuzen Erland ise daha travmatik bir kendini keşif sürecinden geçecektir. Gardırobun varlığını diğer çocukların laflarını dinleyerek, herkesi huzursuz ederek keşfeder. Ancak gardırobun diğer ucunda onu kendi iç dünyası karşılar: karanlık, kasvetli hatta fırtınalı. Üstelik o yeni dünyada ağzını bir deri örter; artık konuşamaz, sadece böğürebilir. Hetty, “Erland iyi bir çocuk,” der. “Karanlığın onun içinde toplanmış olması kendi suçu değil.” Thomasine, Hetty’nin bu dediklerinin doğru olduğunu hisseder. Erland’a ancak onu çok seven biri yardımcı olabilecektir. Bu kişi Erland ve Signe’nin babası Daniel’dir. Gardıroba girme sırası Daniel’e gelmiştir. Gardıroptan çıktıklarında Erland yepyeni bir çocuk, Daniel ise karısının onları terk ettiği gerçeğini artık kabullenmiş bir adamdır. 

Yüzleşme

Ama asıl önemli yüzleşme için Thomasine’in babası Thomas’ın gardıroba girmesi gerekecektir. Thomasine, gardıroba her girenin kendini keşfettiği yolcuklara çıktığını görür ama kendisi asla böyle bir yolculuğa çıkamaz. Hetty’nin ona yardım etmediği gerçeği Thomasine için bir hayal kırıklığıdır. Hetty ona, “Wilma, Signe ve Erland’ın kendi iç dünyalarında keşfetmeleri geren şeyler vardı... Kuzenlerinde olduğunun aksine, hayatının önünde duran engel sen değilsin. Başka biri,” der. O başka biri, kendi iç dünyasında yaşayan babasıdır. 

Thomasine’in erkek kardeşi Martin birkaç yıl önce ölmüştür. O günden sonra annesi ve babası kederlerini farklı şekillerde yaşamaya başlamışlardır.  Bir yazar olan Thomas artık yazmayı bırakmış ve kendi içine kapanmıştır. “Martin’in ölümünden önce babamın gözlerinin nasıl olduğunu hatırlıyorum bazen. Şimdikinden tamamen farklılardı. Daha yuvarlak ve parlaktılar. Ayrıca daha mavi değiller miydi, diye de düşünüyorum. İnsanın gözleri nasıl bu kadar değişebilirdi?” Oysa annesi kederini içine atmış ve hayatına kaldığı yerden devam etmeye çalışmıştır:  “Annem hayata devam etmemiz gerektiğini söylüyor. Anılarını kendine saklamadı ve kederini sökü atmalıymışsın.” 

Ne yazık ki anne ve babanın kederlerini tamamen zıt şekillerde yaşamaları ikiliyi ayırmıştır. Muhtemeldir ki Thomasine’in annesi, Thomas’ın kederine dayanamamıştır. Thomas ise acısıyla nasıl mücadele edeceğini bilemediği için kendini büyük halası Henrietta’ya adamış, bu şekilde kederini içine gömmeye çalışmaktadır. “Babam artık yazmıyordu. Sadece Henrietta’yla ve benle ilgileniyordu. Annemse kendisiyle ilgilenilmesini artık istemiyordu, bu nedenle babamla annem nadiren görüşür oldular. Boşanma ya da ayrılık söz konusu değildi ama annem bizim eve yaşarken, benle babam Henrietta’nın evinde yaşıyorduk. Bu çok uzun zamandır böyle devam ediyormuş gibi hissediyordum.” 

Thomasine babasını bir türlü bırakamaz. Babasına yardımı olamayacağını bilir ama babası ile kalmak ona daha iyi gelir çünkü annesi hiç ağlamaz: “Tavana baktım ve annemin neden ağlamadığını merak ettim. Ben nadiren de olsa ağlardım. Babamsa sadece kimsenin onu görmediğini düşündüğü zamanlarda ağlıyordu. Bazen tüm evrenin neden sürekli ağlamadığını düşünürdüm.” En azından babasının yanında ağlayabilir Thomasine. 

Hayata dönüş

Thomas, gardıropta en büyük dileğini gerçekleştirecek, ardından hüngür hüngür ağlayarak rahatlayacaktır. Evet, bir evlat kaybetmenin kederi hiçbir zaman geçmeyecek ancak bu acıyla yüzleştiği için artık hayatına geri dönecektir. Thomasine’in hayatındaki en büyük engel babasının kederiydi. Babasını bırakamıyor, annesinin yanına gidemiyordu. Üstelik o da bir kardeş kaybetmişti ve ne annesi ne babası onun kederini yaşamasına yardımcı olamıyordu. Thomas’ın gardırop yolculuğu Thomasine’in de kurtuluşu oldu. 

Gardırop, Kajsa dışında tüm ev halkının kendi içindeki benliklerini keşfetmelerine yardımcı olur. Kişisel iç yolcuğu ve kendiyle yüzleşmenin, ‘aynalı gardırop metaforu’ ile işlendiği bu romanda okurlar da gerçekten gardırobun içine girmeden bu içsel yolculuğa çıkarlar. Herkesin içinde bir boşluk vardır. Daniel, Erland ve Signe için evi terk eden annenin boşluğudur onları öylesine işlevsiz kılan. Ancak bu boşlukla yüzleştikten sonra Erland içindeki kötülükten kurtulur. Daniel önemli olanın Henrietta’nın evinden gelecek para değil, çocuklarının iyiliği olduğunu fark eder, Sigme yalnızlığından kurtulup kendini kapadığı sessizlikten çıkar. 

Wilma, yaptığı bu içsel yolculukta güzelliğin sadece makyaj veya saçla değil kendi iç dünyasını zenginleştirmekten geçtiğini anlar. Hatta anne ve babasının onun için seçtiği eğitim hayatını reddedip kendi isteklerine yönelir. Bu seçimleri ona ihtiyacı olan özgüveni verir ve o zaman aslında ne kadar güzel olduğunu fark eder. 

Thomas ise, gardıroba yaptığı yolculukta, ölen oğlunu kurtaramamanın vicdan yükünü üzerinden atar. Gidenlerin yarattığı boşluk hiçbir zaman doldurulmaz ama o boşlukla yaşamanın yolunu bulabilmektir önemli olan. Thomas bu yolu bulur ve Thomasine’in önündeki en büyük engel böylece ortadan kalkar. “Hayatımız sadece daha büyük olanın yansıdığı cam kırıklarından ibarettir ve her insanın içinde saklı olan ayrıntıları vardır. Bunları görmeye cesaret edebilmek için birbirimize ihtiyacımız vardır.”  

Bir okur olarak ben de her karakterle birlikte kendi içsel yolculuğuma çıkmak zorunda kaldım. Hayattaki en büyük korkumun hayatımı ne kadar ele geçirdiğini fark ettim. Bu korkuların engel değil hayatın akışı içinde birlikte yaşamak zorunda olduğumuz sevimsiz yol arkadaşları olduğunu fark ettim. Kitabı okurken, bir ara kızım dizimde yatıyordu ve kızımın atan kalbini bacağımda hissediyordum. Çıktığım hayat yolculuğunda o kalbin yaşanan her günü değerli kıldığını ve bunun kıymetini bilmem gerektiğini anladım. Gelecek? Geleceği düşünerek korkuların hayatlarımıza engel olmaması gerektiğini ‘Aynasız Ev’in aynalı gardırobunda öğrendim. Her okurun başka bir yolculuğu olacaktır. Kendinizi ve çocuklarınızı bu yolculuktan mahrum etmemeniz dileği ile...

Aynasız Ev

Marten Sanden

Çeviri: Zeynep Tamer

Can Çocuk

128 sayfa.

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ