OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Nereden tutsan elinde kalıyor

Türkiye’de asıl sorun, siyasi-adli düzeltme-temizleme mekanizmasının çalışmaması. Suç, yolsuzluk vs. her yerde olabilir; önemli olan, temizleyip devam edebilmek. Sisteme baktığımızda bu işlevi yerine getirmesi beklenen makam ve kurumlar ya kendileri de pisliğe batmış ya da etkisizleştirilmiş.

 “Denizin derinliklerinin pisliğiyle siyasi-adli düzenin dip pisliğinin aynı anda yüzeye vurduğu tuhaf ama manidar günlerdi.” İleride bu dönem üzerine yazan tarihçiler veya romancılar lafa pekâlâ böyle girebilirler. Evet, dünyanın en demokratik ülkelerinde bile, periyodu uzun da olsa, zaman zaman siyaset, mafya, medya, adliyenin karıştığı yolsuzluk, rüşvet, suçu örtbas etme skandalları yaşanır. Fakat, Türkiye’de bu aktörler arasındaki gayrimeşru, kirli ilişkiler, düzenin aksamasından, boşluğundan ötürü ortaya çıkmış anormallikler veya ‘yol kazaları’ olmayı aşmış, bizzat düzenin kendisi hâline gelmiş durumda. Ayrıca, demokratik ülkelerde böyle skandallar patlak verdiği zaman ciddi sonuçlar doğurur ve failler ciddi bedeller ödemek zorunda kalırlar. Türkiye’de ise son birkaç ayda, demokratik bir ülkeye yüz yıl yetecek bir skandallar zinciri patlak vermiş olmasına rağmen, bırakın siyasi-adli sonuçları, ciddi bir soruşturma dahi başlatılamadı. Türkiye toplumu, ağlanacak hâliyle eğlenen, histerik biri gibi. Bu da açıkça sağlıksızlık belirtisi. 

Türkiye’de asıl sorun, siyasi-adli düzeltme-temizleme mekanizmasının çalışmaması. Suç, yolsuzluk vs. her yerde olabilir; önemli olan, temizleyip devam edebilmek. Sisteme baktığımızda bu işlevi yerine getirmesi beklenen makam ve kurumlar ya kendileri de pisliğe batmış ya da etkisizleştirilmiş. Örneğin, bunca ifadeden, iddiadan, hatta delilden sonra bir tek, ilaç için bir tek savcının çıkıp duruma el atmamış olması, belki şaşırtıcı değil ama geleceğe dair ümitleri kıran bir durum. Böyle bir savcı mutlaka risk almış olur, başına her şeyi getirebilirler (bu bile, kurulmuş siyasi düzenin karakteri hakkında apaçık bir delil). Böyle bir savcı çıksa, arkasında büyük bir toplumsal destek bulur mu peki? İnsan hiç tereddüt etmeden “Bulur” diyemiyor.

Gerçi ortaya dökülen kirli ilişkilerin, beraber yapılan ‘işler’in, kurulan-bozulan ittifakların içinden çıkmak da tek bir savcının yapacağı iş değil, anca geniş bir ekibin işi olabilir. Ciddi manada profesyonel çaba ve emek gerektiriyor. Nitekim, meslek ahlakını, onurunu kaybetmemiş bir avuç gazeteci, bir ucundan tutarak, kirli ilişkileri ölümlüler için daha anlaşılır kılmaya çalışıyor. Öte yandan, adı gazeteci olan kimileri de dikkatleri kendi sahiplerinden ters tarafa çekmek için manipülasyon amaçlı yazılar yazıyor, ‘yarım bilgiler’i piyasaya sürüyorlar. Bu da karmaşıklığı artırıyor.

Diyorlar ya, “17-25 Aralık milattır” diye, gerçekten de bir bakıma öyle. Orada bir eşik aşıldı. Devletin en tepelerini sarmalayan yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma, kara para aklama iddialarından, “montaj bunlar” türünden gevelemelerle sıyrılmanın mümkün olabildiği bir ülkede yaşandığını herkes gördü. Onun için bugün, rüşvete aracılık yaptığına dair kuvvetli deliller bulunan bir ‘gazeteci’nin ‘montaj’ savunmasını ileri sürmesinde şaşılacak bir şey kalmıyor.

Öyle bir suç şebekesinden bahsediyoruz ki, kolları başka ülkelere de ahtapot gibi yayılmış. Kolombiya’dan devasa miktarda kokain kaçırmaktan tutun da, ABD yönetiminin bir nevi hayali îihracat yöntemiyle dolandırılmasına, Türkiye’nin işgal ettiği Suriye topraklarından fabrikaların, hatta organize sanayi bölgelerinin yağmalanmasına kadar binbir türlü iş gelip Türkiye’de, sacayaklarını siyaset, mafya, medya ve yargı mensuplarının oluşturduğu bir yapıya dayanıyor. Türkiye, bir nevi ‘sin city’ olmuş durumda. Hani, korsan filmlerinde görürüz ya, korsanların, kanunun giremediği güvenli bir limanları olur ve binbir milletten korsan orada toplanır, onun gibi. Hâlbuki Suriye’ye ‘vatan millet’ söylemleriyle, ‘devletin bekası’nın bunu gerektirdiğini söyleyerek girdiler ve bu sözlerle milletin rızasını almaya çalıştılar. Aldılar ama, anlaşılan o ki söz konusu olan bu kirli yapının bekasıymış. Vatan millet masallarıyla komşu ülkenin toprağını işgali için halkın ‘rıza’sını alıyorlar, sonra da oranın yağmasıyla zengin oluyorlar. Tabii, halk denen kitlenin de aptal yerine konmaktan rahatsız olması, en azından bir dahaki sefere bu tür milliyetçi hamasetle bir yerlere sevk edilmeye çalışıldığında iki kere düşünmesi beklenir. Peki, gelecek sefer böyle olacağına dair umut var mı?