OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

“Türk düşmanı”

Eleştirdiğimiz, bütün bir grup olarak Türk halkı değildir. O da halklar içinde bir halktır, diğerleri ne kadar kötüyse o kadar kötü, diğerleri ne kadar iyiyse o kadar iyidir. Sorun olan ve eleştirdiğimiz, Türklüğü/Müslümanlığı diğer grupların üzerinde gören ideoloji ve o ideolojinin hâkim olduğu öteden beri süregelen yönetim biçimidir.

Türkiye’nin geçmiş ve bugünkü iç ve dış politikalarını, Türk-Müslüman olmayan gruplara karşı giriştiği uygulamaları, Türkçülüğü eleştirdiğinizde sık sık Türk düşmanı, hatta ırkçı olmakla suçlanıyorsunuz. Bir nevi “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır” taktiği. Bu yazıda “Benim de Türk arkadaşlarım var, hepsini çok severim” basitliğine kaçmadan, bu konuda açıklayıcı birkaç söz edelim.

Gerek bu köşede, gerek sosyal medyada geçmişte ve bugün Türk/Müslüman olmayanlara karşı yapılan zulümleri, haksızlıkları sık sık konu ettiğim doğrudur. Bunda, ezilen, eritilen o gruplardan birinin mensubu olmamın payı tabii ki büyüktür ama bunları konu etmek aynı zamanda tarihçi-akademisyen kimliğimin bir parçası olarak işimin, mesleğimin gereğidir. Konu ettiğim(iz) bu haksızlık ve zulümler, belli bir Türklük anlayışı çerçevesinde ve failleri tarafından Türklük adına, Türklüğü ‘yüceltmek’ amacıyla yapılmıştır. Bunlar vakıadır ve bunlardan bahsetmek Türk düşmanı olmak demek değildir. Bunların Türklük adına yapılmış olması da bizim tercihimiz veya kabahatimiz değildir. Eleştirdiğimiz, bütün bir grup olarak Türk halkı değildir. O da halklar içinde bir halktır, diğerleri ne kadar kötüyse o kadar kötü, diğerleri ne kadar iyiyse o kadar iyidir. Sorun olan ve eleştirdiğimiz, Türklüğü/Müslümanlığı diğer grupların üzerinde gören ideoloji ve o ideolojinin hâkim olduğu öteden beri süregelen yönetim biçimidir, ki bu ideoloji ve yönetim biçimi kendi gibi düşünmeyen Türkleri de âdeta esir almıştır. Onların da tepesinde sallanan, farklı bir şey düşünüp söylediklerinde, Türk/Müslüman olmayanlara yapılanları dürüstçe ifade ettiklerinde kafalarına inmeyi bekleyen Demokles’in kılıcı gibidir. Zaten bu insanlara yöneltilen ‘suçlama’ da her zaman aynıdır: “Sen Türk değil misin?”

Kafanızı çevirdiğiniz her yerde o anlayışla karşılaşmanız mümkün. Irkçı kişi Ümit Özdağ, geçenlerde mülteci konusu bağlamında attığı bir tweet’te şöyle diyordu: “Biz Türkler Anadolu’ya sığınmacı veya mülteci olarak değil, muzaffer fatihler olarak geldik. Suriyeli sığınmacılar ile bizi karıştıranları uyarayım. Yanlış adım atmayın.” İşte sorun burada, bu anlayışın farklı tonlarında. Hadi diyelim ki fi tarihinde buraya “muzaffer fatihler olarak geldiniz”, fakat asıl sorun, eriştiğimiz 21. yüzyılda hâlâ kendinizi bir yerleri silah zoruyla zapteden fatihler olarak görmeniz, bununla övünmeniz ve geri kalan herkesten bu sebeple tam itaat beklemeniz, tam itaati reddedeni de alışkanlığınız olduğu üzere tehdit etmenizdir. Hayır bayım, Türk’e tabi olmayı reddetmek Türk düşmanlığı değildir.

Yukarıdaki tweet’te de görüldüğü üzere bu anlayışın üç lafının dördü tehdit. Bitmeyen bir millet-i hâkime olma hırsı ve o hırsın yaptığı zulümler. İşte biz buna karşıyız, davamız bununladır. Ayrıca, bugün konuşan birinin kendini ‘muzaffer fatihler olarak gelenler’ safına bu kadar emin biçimde nasıl kattığı da ayrı soru(n). Kaldı ki, kendi tabirinizle, madem ‘gelen’ sizsiniz bari bağdakine saygınız olsun, daha doğrusu olsaydı. 

Müslümancı/Türkçü yönetim anlayışının ve onun toplumdaki aksinin uzak ve yakın geçmişte yaptığı haksızlıkları, zulümleri anlatırken de genelin anladığı anlamda bir tarafsızlık iddiam yok, hiç de olmadı. “Her iki tarafa da eşit mesafede” değilim. 6-7 Eylül’de evine tecavüz edilenden, Varlık Vergisi adı altında ocağı söndürülenden tarafım (Siz listeyi bildiğiniz gibi uzatın). Fakat bir iddiam var, o da dürüstlük. Hata yapabilirim, bilgi eksikliğim olabilir ama bile bile yalan söylemem, çarpıtma yapmam. Maddi yanlışım, bilgi eksiğim varsa söyleyenin başımın üzerinde yeri var ama öfkem(iz)den dolayı Türk düşmanı olarak nitelenmeyi reddederiz. Tabii ki öfkeliyiz. Geçmiş nesillerimizin hayatını karartmış, bugün de süregelen ve üstelik bugün bu yüzden hiçbir pişmanlık emaresi göstermeyen, bilakis ‘iyi olduğunu’ ya açıkça söylene ya da ima eden anlayış ve ideoloji karşısında öfkeli olmayıp da ne yapacağız? Yoksa, öfkeli olmak da sadece efendiye, millet-i hâkimeye has bir ayrıcalık mı?