OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Pazmaşen nere, Whitinsville nere

Anlaşılan o ki, özellikle Pazmaşenli (bugün Sarıçubuk, Elazığ) Ermeniler Whitinsville’e gelmiş. Böyle göç hikâyelerinde hep olduğu üzere, önce erkekler, fabrikada çalışıp para göndermek amacıyla gelmişler.

Bu hafta biraz ‘hikâye’ anlatalım mı? ABD’nin Massachusetts eyaletinde Whitinsville diye bir kasaba duymuş muydunuz? Yakın zamana, yani ‘Armenian Weekly’ gazetesinin 19 Haziran 2021 tarihli sayısındaki Pauline Getzoyan imzalı yazıyı okuyana kadar ben de duymamıştım. Kasaba ismini, kurucusu olan Whitin ailesinden almış. Ailenin, 20. yüzyıl başlarında dünyanın en büyük tekstil fabrikası olan ‘Whitin Machine Works’ ismindeki fabrikası da buradaymış. Bu kasabayı ve bu fabrikayı Anadolu’ya bağlayan bir bağ da var. Şöyle ki, 1880’lerden başlayarak Anadolu’dan, özellikle de Harput civarından Ermeniler bu kasabaya gelerek bu fabrikada çalışmaya başlamışlar. Zaman içinde topluluk büyümüş tabii. Bugün o insanların torunları hâlâ Whitinsville’de yaşıyor. Yakınlarda, Whitinsville Ermenilerinin oradaki geçmişine dair veri ve fotoğraf toplamak için ‘The Armenians of Whitinsville’ (Whitinsville Ermenileri) isimli bir proje başlatmışlar. (Merak edenler şu siteye bakabilir: 

Anlaşılan o ki, özellikle Pazmaşenli (bugün Sarıçubuk, Elazığ) Ermeniler Whitinsville’e gelmiş. Böyle göç hikâyelerinde hep olduğu üzere, önce erkekler, fabrikada çalışıp para göndermek amacıyla gelmişler. İlk bağlantılar Amerikalı misyonerler tarafından kurulmuş. Göç, tahmin edilebileceği üzere, özellikle, Anadolu sathına yayılmış 1894-1896 katliamlarından sonra hızlanmış. (Konumuz o değil ama göçün yapısal dinamikleri ve bu dinamiklerin ömrü konusunda da güzel bir örnek bu.) 

‘The Armenians of Whitinsville’ projesi sitesinden tarihsel bir fotoğrafYıllar süren bu göç sırasında fabrikanın sahibi Arthur Fletcher Whitin Ermenileri tanımış ve onlara bir yakınlık hissetmiş olacak ki, Zeytun ve Maraş civarındaki katliamlardan sonra açıkta kalan Ermeni sığınmacılara yardım olarak 200 dolar göndermiş. Bunu, Maraş’ta misyoner olarak çalışan Clara Hamlin Lee’nin Whitin’e teşekkür etmek amacıyla yazdığı mektuptan öğreniyoruz. (Bu mektup hem yukarıda bahsettiğim yazıda, hem de sitede yer alıyor.) Bu arada, Clara Hamlin Lee de, bugün Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Kolej’in kurucusu olan Cyrus Hamlin’in kızıymış. 1853’te İstanbul’da doğmuş, 1902’de Maraş’ta zatürreeden ölmüş. Misyonerler konusu Türkiye’de hep bazı önyargıların, siyasi bağnazlıkların kurbanı olarak çok yüzeysel şekilde ele alınıyor. Örneğin, bu kadın kâğıt üstünde “Amerikalı bir misyoner”, fakat baktığınızda ömrünün uzunca bir kısmı Anadolu’da yaşayarak, çalışarak geçmiş ve nihayet kısa ömrünü orada insanlara yardım ederken tamamlamış. ‘Yabancı’ olduğu kadar, aslında yerli de.

Clara Hamşin Lee, Whitin’e mektubunu, bugün hâlâ Boğaziçi Üniversitesi’nde, aynı isimle anılan, öğretim üyelerinin yemek yediği ve benim de defalarca bulunduğum Kennedy Lodge isimli binadan yazmış. (Dünya küçük! Zaman da belki sandığımızdan kısa.) Katliamlar sonrası Maraş’taki yoğun ve depresif çalışmaların ardından biraz nefeslenmek için İstanbul’daki Robert Kolej’e gelmiş ve uzun zamandır geciktirdiği Whitin’e teşekkür mektubunu burada yazmış. 29 Haziran 1896 tarihli mektuptan bazı önemli satırbaşlarını aktaralım: 

“Sevgili Mr. Whitin,
Üç ay kadar önce veznedarımız Mr. Peet’ten Maraş’ta acı çekenler için yaptığınız 200 dolarlık katkıyı öğrendim… Teşekkür etmek ve parayı nasıl harcadığımız anlatmak için hemen cevap yazamadığım için utanç doluyum. Kasıtlı olmayan bu gecikmem için sizden ancak özür dileyebilirim. 
[…]
Gönderdiğiniz 200 doların hepsini, Zeytun açıldıktan sonra oradan Maraş’a akan zavallı sığınmacıların giyim ihtiyaçları için ayırdım. Maraş’ta yardım parasına bağımlı zaten 9000 kişi vardı ve 1000 sığınmacı da dolunca onlarla ne yapacağımızı bilemedik.
[…] Hayatımda daha önce böyle bir sefalet görmemiştim. Sığınmacı konvoyları muhafızlarıyla (!) birlikte günler boyunca Zeytun’dan geldikçe Maraş’ın Müslümanları onları taş yağmurlarıyla karşıladılar, sokaklardan geçerken sopalarla dövdüler, muhafızlar hiç itiraz etmedi, daha ziyade durumdan eğlence çıkardılar. Bazıları bu şekilde sokaklarda öldürüldü. [Maraş ve şiddet sarmalı üzerine de geçerken bir mim koyalım. O.K.] 
[…]
Sığınmacılara baktığımız bütün bu süre boyunca, Maraş’taki 9000 ve çevre köylerdeki diğer binlerce kişiye de yardım dağıttık… Fakat gelecek iç karartıcı, çünkü şiddet ve zulüm hâlâ yaygın ve hiçbir Müslüman bu tür eylemleri için cezalandırılmıyor.”

Şu kısacık ‘hikâye’de o kadar çok yerel ve küresel süreklilik var ki. Tabii ki, hayatta, kısa veya uzun hiçbir zaman dilimi birbirinin tıpkısı değildir, irili ufaklı farklılıklar hep vardır. Fakat tarihin akışı söz konusu olduğunda bazı şeyler çok yavaş değişiyor galiba.