YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

‘Yerli ve millî’ bir hikâye

‘Kulüp’e dönecek olursak. Neden başlıkta ‘yerli ve millî’ dedim? Yerli, çünkü bu zamana kadar bize ‘yerli’ diye okutulan, izletilen her şey bu ülkenin çoğunluğuyla ilgiliydi ve sanki Türkiye’de Sünni Türklerden başkası yaşamıyormuş gibi bir ‘resmî görüş’ çerçevesinde işleniyordu her şey. Ve ‘millî’, elbette. Daha doğrusu bir ‘millîleştirme’ hikâyesinden bahsediyoruz.

Netflix platformunda yayına giren ‘Kulüp’ dizisi hayli heyecan yarattı, bilhassa Türkiye’de ‘azınlık’ hâline getirilmiş toplumlarda. Bu çok anlaşılır bir durum, çünkü geniş izleyici kitlelerine ulaşmış ‘Salkım Hanımın Taneleri’ filmi dışında, azınlık toplumlarının yaşadığı sıkıntılara hakkaniyetli biçimde bakabilen film ve dizilere susamış hâldeyiz.

Hemen şu notu da düşelim: ‘Salkım Hanımın Taneleri’ dışında da Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin bu topraklarda yaşadıklarını anlatan filmler yok değildi. Ancak daha çok bağımsız film kategorisinde değerlendirilebilecek olan bu yapımlar, ne yazık ki çok geniş izleyici kitlelerine ulaşamadı. Yine de yaptıkları işleri mümkün olduğunca izletmeyi başarabilen Özcan Alper ve Yeşim Ustaoğlu’nu bu çerçevede hatırlamak gerekir. 

‘Kulüp’ün hikâyesi Türkiyeli Yahudi bir aile ve bu ailenin ülkedeki ‘çoğunluk’ ile kurduğu ilişki ve yaşadıkları zorluklar üzerinden ilerliyor. Ve sosyal medyada görüş belirten birçok Türkiyeli Yahudi’nin de dikkat çektiği gibi, belki de ilk kez bir popüler yapımda Yahudiler, perde arkasından dünyayı yöneten, Türkiye’yi karıştıran karanlık tipler gibi değil, gerçek hayatta oldukları hâlleriyle çiziliyor.

Bu aslında önemli bir mesele. Antisemitizm sadece Türkiye’de değil, dünyada da hâlâ zemin bulan bir akım, ne yazık ki. Daha doğrusu, ırkçılığın tehlikeli bir türü. Bu çevreler, yıllar boyunca Yahudileri içindeki yaşadıkları toplumları sömüren insanlar olarak sundu ve iş, Almanya’da Nazi yönetiminde bir soykırıma kadar vardı. Onun öncesinde, Rusya’da ve Avrupa’nın başka ülkelerinde de Yahudilere yönelik pogromlar yaşanmıştı. 

Müslüman ülkeler de bu ırkçı bakış açısından kendini kurtarmış değil. Ülkemizde bunun örneklerine, bilhassa sağ-muhafazakâr kanatta sık sık rastlıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osman Kavala ile uğraşırken onu “Soros’un adamı” olmakla suçluyor ve araya Soros’un Yahudi olduğunu sıkıştırıyor mesela. 

Ancak bu bahsettiğimiz durum, siyasal İslamcı akımla sınırlı değil. Varlık Vergisi, Tek Parti döneminde, basında Yahudi karşıtı yazı ve görüşlerin bollaştığı bir atmosferde çıkarıldı. Onun öncesinde 1934 Trakya Pogromu’nu da saymak gerek. Ancak aradan bu kadar yıl geçtikten sonra siyasal İslam’ın antisemitizm konusunda hâlâ hevesli olduğunu görmek, nasıl derler,  hayli can sıkıcı.

Bütün bu atmosfer bir yandan da, kendini ırkçı ya da Yahudi karşıtı olarak tanımlamayanları bile etkilemiştir. Günlük hayatta Türkiye’deki Yahudilerin hepsinin zengin olduğunu söyleyen çok sayıda insana rastladım. Benzer bir algı Ermeniler ve Rumlar için de geçerli olmuştur. Oysa bir 50-60 yıl öncesine gitsek Balat’ta, Galata’da, Hasköy’de çok sayıda yoksul, zar zor geçinen Yahudi bulabilirdik. Aynı Tatavla’da ve Samatya’da çok sayıda yoksul Rum ve Ermeni bulabileceğimiz gibi... Bu, ne yazık ki kimi sol çevrelerde bile yansımaları olan çok uzun bir mesele. 

‘Kulüp’e dönecek olursak. Neden başlıkta ‘yerli ve millî’ dedim? Yerli, çünkü bu zamana kadar bize ‘yerli’ diye okutulan, izletilen her şey bu ülkenin çoğunluğuyla ilgiliydi ve sanki Türkiye’de Sünni Türklerden başkası yaşamıyormuş gibi bir ‘resmî görüş’ çerçevesinde işleniyordu her şey. Oysa Türkiye’deki Yahudilerin hikâyesi de pekâlâ ‘yerli’ bir hikâye. Yüzyıllardır bu ülkede yaşayan, türlü ayrımcılıklara maruz kalan bir toplumdan bahsediyoruz. 

Ve ‘millî’, elbette. Daha doğrusu bir ‘millîleştirme’ hikâyesinden bahsediyoruz. ‘Millî’ dediğimiz her şeyin içinin nasıl doldurulduğundan bahsediyoruz. Sermayenin Türkleştirilmesi amacının en önemli merhalelerinden biri olan Varlık Vergisi’nin azınlık toplumlarında, bilhassa Türkiye Yahudilerinde yarattığı yıkım, dizide hakkaniyetli biçimde işleniyor. Keza senaryo içinde belki bir kurgu olarak görülebilecek, ancak gerçeğe gayet uygun olduğunu bildiğimiz, gayrimüslimlerin yerine Türklerin çalıştırılması uygulaması da dizide yerini bulmuş. Bu yöndeki telkinlerin yukarılardan, ‘etkili’ yerlerden gelmesi de. Dolayısıyla, aynı zamanda ‘millî’ bir hikâyeyle karşı karşıyayız. 

Bir dijital platform dizisiyle de olsa bu meselelerin gündeme gelmesi önemli. Üstelik daha konuşacak, anlatacak çok şey var.