AYLİN VARTANYAN

Aylin Vartanyan

PARRHESİAPAR

Yazan kadınlar olma yolunda

Ernaux’nun yazmaya ilk başladığı yıllar, ailemizdeki kadınların yaz(a)madığı zamanlara denk geliyor. Yazmanın Ermeni kadınlar için kesintiye uğratıldığı, önceliklerinin ailelerini ve kendilerini ayakta tutacak ev içi ve ev dışı emeğin çok yoğun olarak omuzlarına yüklendiği gerçekliğini de hatırlamamız lazım.

“Okuduğum, yaşıma göre fazla ağır/bir kitapmış. Öyle dediler sonradan / Başım ağrıyordu ama sözcüğüm yoktu / Tanımlarla yaşıyor insan besbelli / Baş ağrısını bilmedikçe, anlatamıyorsun olanı/kendine bile/İki elimi başıma götürmüştüm/ Başın mı ağrıyor diye sordu biri / O söze tutundum, evet öyleydi / Sözünü bulunca başım ağrıyabildi”.

Karin Karakaşlı, geçtiğimiz Mayıs ayında Aras Yayıncılık tarafından basılan ‘Kenar Süsü’ adlı toplu şiirleri kitabındaki, “Kutsal Üçleme-I. Edebiyat” başlıklı şiirinin ilk kıtasında sözün ve deneyimin hassas ilişkisinden bahsediyor.  Aynı şiirin ikinci kıtasının sonunda şöyle diyor Karakaşlı: “Boşluk biçimlendi kalem oynadıkça”.  Parrhesia kolektifi üyeleri olarak, her yazı yazma sürecimiz bir düşünce veya deneyim ile başlayan ve adım adım şekil alan sözler dizisine evriliyor. Bizi yazmaktan alıkoyan onca engel ve endişe varken, bir kolektifin içinden birbirimize destek vererek yazabilmek boşlukta sessiz kalmaktan çıkarıyor bizleri. Deneyim ve gözlemlerimiz aramızda yaptığımız konuşmalar sonrasında anlam bulmaya başlıyor. “Bunu da kim okur dediğimiz” noktada önemsizmiş gibi gözüken keskin bir gözlem yazıya dökülüyor.

2022 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan Annie Ernaux’nun kitapları bir süredir baş ucumda. 1940 yılında Fransa’nın Normandiya bölgesinde doğan Ernaux’ya bu ödül “kişisel hafızanın köklerini, yabancılaşmalarını ve kolektif kısıtlamalarını ortaya çıkarma cesareti ve klinik keskinliği için” verilmiş. 23 yaşında yazmaya başlayan yazarın bu ödülü alabilmesi için 60 yıl kadar beklemesi ve 82 yaşına gelmesi gerekiyormuş.

Ernaux kendisiyle yapılan bir söyleşide yazan bir kadın olmaktan ziyade yazan biri olduğunu ancak bir erkeğinkinden farklı olarak kadın hikayesine sahip biri olduğunu ifade ediyor. Kişisel alanda yaşadığı deneyimleri hafızasından titizlikle, muhteşem bir sahicilik ve cesaretle çıkarıp, kişisel alandan kamusal alana taşıyor. Beni en çok etkileyen kitaplarından biri olan ‘Olay’ adlı eserinde yazar 1963 yılında kürtajın yasadışı olduğu Fransa’da hamileliğini sona erdirmek için yaşadığı ölüme yakın tecrübesini anlatıyor. Kitabın basımı 2000 yılında gerçekleşebiliyor.

Gecikmişlik kadın hikayelerinin bir alın yazısı olsa gerek. Yazar verdiği kararın ağırlığını, erkek doktorların umursamazlıklarını ve bilmişliklerini 37 yıl boyunca içinde taşımak zorunda kalıyor. Henüz üniversite öğrencisiyken yazdığı ‘Boş Dolaplar’ adlı kitabı 1963’de yaşadığı  deneyimin kurmaca hali. Kitap çoğu yayınevi tarafından çok iddialı olduğu için ilk başta reddediliyor ve sonunda 1974 yılında basılıyor. Bir kadının bedenini ve ruhunu yaralayan bir deneyim hakkında yazabilmesi için kaç yıl beklemesi gerekiyor?

Agos için yazı yazmaya başladığımızdan beri Parrhesia kolektifi üyeleri olarak birbirimizi yazdıklarımız üzerinden de tanıma fırsatı bulabiliyoruz. Karakaşlı veya Ernaux gibi edebi eserler üretmiyoruz ancak onlar gibi ilham veren yazan kadınların eserlerine yaşadığımız dönemde ulaşabildiğimiz için çok şanslı hissediyoruz. Yazılarımızda kadın gözünden  Ermeni toplumu içinden veya dışından bazı gözlemlerimizi ve gündelik hayat deneyimlerimizi aktarmaya çalışıyoruz. Diasporada doğmuş büyümüş bir Ermeni kadının kendisini sansürlemeden ifade edebilmesinin olasılıkları nelerdir sorusu hep bizimle. Neyi, nasıl sansürlediğimizi çoğu zaman bilmeden, okuyucunun tepkisini on adım öncesinden hayal etmeye çalışarak, bir yazıyı defalarca gözden geçirerek yazmaya çalışıyoruz çoğu zaman. Yazdıklarımız Türkçe, Ermenice ve İngilizce olarak yayınlandığı için, Türkiye’de yaşayan Ermeniler, Türkiye dışındaki Ermeni toplulukları ve Ermenistan’da yaşayan okurlar tarafından nasıl algılanır ve Ermeni olmayanlar yazdıklarımızı nasıl anlar diye kafa yorup binbir dereden su getirdiğimiz oluyor.

Kendi adıma konuşacak olursam, Ermeni kadın kimliğimle yazdıklarımın kamusal alana taşınması geç bir yaşımda oldu ve bu gecikmişlik konusu o yüzden ilgimi çekiyor. Bu kolektifin içinde olmasaydım sonsuza kadar sessiz kalabilirdim. Deneyim ve gözlemlerime hakkıyla şekil verebilme konusunda endişeli olmak beni yazmaktan alıkoyan temel çekince oldu. Yazmanın insanı kırılgan hale getirebileceğini ilkokul sıralarında öğrenen biri olarak, Karakaşlı’nın bahsettiği baş ağrılarımın adını koymadan ve o ağrıların ne olduğunu anlamadan yaşamayı tercih ettim yıllar boyu. Kolektif içinden yazmak bana o yüzden çok ilham verdi.

Ernaux’nun yazmaya ilk başladığı yıllar, ailemizdeki kadınların yaz(a)madığı zamanlara denk geliyor. Yazmanın Ermeni kadınlar için kesintiye uğratıldığı, önceliklerinin ailelerini ve kendilerini ayakta tutacak ev içi ve ev dışı emeğin çok yoğun olarak omuzlarına yüklendiği gerçekliğini de hatırlamamız lazım. 20. Yüzyılın başlarında hala kağtaganlık/göçmenlik süre giderken, hayatta kalma mücadelesi ve ev kurma uğraşı devam ederken, Ermeni kadınların yaratıcı eylemleri evi ve ev ahalisini güvenli bir ortamda ve sağlıkla ayakta tutmak yolunda kendini göstermiş. Annelerimizin ve büyük annelerimizin yaratıcı işlerinin çok azı kamusal alanda görünür olsa da, günümüzde  Ermeni kadınlar olarak nihayet yazabiliyorsak, kadınların yıllar boyu verdikleri hak mücadelesine ve kadın yazılarını taşıyan platformların çoğalmasına çok şey borçluyuz. En değerli yol göstericimiz ise  ailelerimizdeki birçok kadının yaşadıkları farklı yoksunluklar içinden yaratmanın ve yeşertmenin yollarını bulabilmek için verdiği mücadeledir.