Yaram kadar büyüdüm ben

Perihan Mağden'in yeni kitabı Yıldız Yaralanması: 'Perihan Mağden öyle bir roman yazmış ki, hepimiz hayatımızın aynadaki yansımasına bakıyor ve bir genç kızın naif, heyecanlı, umutlu ama bir o kadar da tutkulu, takıntılı ve hüzünlü gözlerinden kendimizi seyretmeye davet ediliyoruz.'

DENİZ CENK DEMİR

Her insanın kendi yıldızı, parlayan, ısıtan, kamaşan ve yakan bir ışık huzmesi ile yüreklerde derinlere kayıp giderken, ardında kendi karadeliğini bırakır mı acaba? O karadelik her şeyi yutup yok etmek ister mi karanlığının açlığını bastırmak için? Ya da o kara delikler bir başka paralel evrene açılır da, siz eğer o yolculuktan sağ çıkabilirseniz büyüdüğünüzü mü hissedersiniz? Anne kavramının ve anneliğin ilginç dehlizlerinde bu soruya cevap bulmak zor olsa gerek… Perihan Mağden öyle bir roman yazmış ki, hepimiz hayatımızın aynadaki yansımasına bakıyor ve bir genç kızın naif, heyecanlı, umutlu ama bir o kadar da tutkulu, takıntılı ve hüzünlü gözlerinden kendimizi seyretmeye davet ediliyoruz.

Yıldız Yaralanması
Perihan Mağden

Everest Yayınları
314 sayfa

Ateş ve su bir arada

Bir genç kız düşünün. Ölümüne hayran olduğu süperstarına, yıldızına vurgun. Hayatının merkezinde sadece yıldızı duran. O çekildi mi evreninin hiçliğinde hiçlenen. Taptığı tanrısının ışığında eriyen. Hayallerini parıldatan bir arzunun uçsuz bucaksız deryalarında yalnız bir kayıkla giden. Babasız, anneli ama bir o kadar da annesiz. Anneannesi ile yaşayan. Hikâyesi saklı olan. Bir yıldız düşünün ki tıpkı tüm yıldızlar gibi güzel, ışıltılı, çekici bir hayatın ortasında parıldayan. Yalnız ama kuşatılmış, deli dolu ama yorgun, milyonların sevgisiyle harlanan ama harlandıkça sevgisizlikten kararan. Köpüklü banyoların, özel jet ve araçların, kürklerin, şampanyaların, markaların arasında zengin ama bir kalemde tüm servetleri umarsızca elinin tersiyle itecek kadar doygun ve de müdanasız. Ateş kadar küstah ama su kadar akıcı ve sarmalayıcı. Bu ikisi bir noktada buluşmayı başarırsa ne olur?

Yıldız yaralanması işte bu görkemli dünyevi ayinin içinde yazılmış bir günlük gibi. Bu ayinin ağıtsız kurbanlarına çarpıcı bir bakış. Bir çarpışmanın, eriyişin, yanışın ardında bıraktığı yaranın pansumanını, uyuşturmadan, oyarcasına yapmak gibi. Can acıtıcı hatta kimi zaman Mağden’in diğer romanlarında olduğu gibi grotesk. Yer yer ışıltılı bir klostrofobi duygusu geçiriyor okuyana. Gerçek ile gerçeküstünün nerede olduğunu belirsizleştiren büyüleyici bir salınımda kurgulanmış bir roman bu. Yıldız’ın metin içine serpiştirilen şarkı sözleri ise, Cumhuriyet’e ve kültürel evrenine dair post-dadacı bir manifesto kıvamında.

‘Yıldız Yaralanması’, genç bir kız olan Sun’un, kanatıcı bir gerginlik içinde olan anneannesi Sitare Hanım ile annesi Güneş’in kendisine sunabildikleri yoksullaşmış ve geleceği belirsiz bir hayatın koridorlarından Türkiye’nin süperstarı olan Yıldız’ın görkemli malikanesine sızmayı başardığı, kısa ama dikenli bir yolculuğun romanı. Süperstar Yıldız’ın iç içe geçmiş dehlizli labirentlerle dolu dünyasında, Hikmet Hanım, menajer Ertan, avukat Selen, şoförler Muhittin ve Necmi, asistan Tijen, Yıldız’ın sevgilisi iş adamı Cengiz Bey, Yıldız’ın hasta annesi Belkıs Hanım, Yıldız’ın büyük aşkı imkansız Teo Man, ve romanda adı verilmeyen gizli babadan sonra tek karakter olan malikanenin mutfağındaki ahçı var. Yıldız Yaralanması, simülasyonu andıran kurgusu ile, hepimizin hayatına uygulanabilecek çok katmanlı ama kendi gerçekliğimiz ile buluştuğunda başka bir boyutu da barındırmayı başaran psikolojik bir metin.

Füzyon etkisi yaratıyor

Türkiye’nin politik kültürüne, kültürel evrenine dair çok şey söyleyen ve okuyan kişinin kişisel tarihi ile kaynaştığında bir füzyon etkisi yaratan bu roman, memleketin kahramanlarına, yıldızlarına, elitlerine ve onu yöneten gerçekliğine dair bir metafor gibi. Sun ile Yıldız’ın yerine neyi ve kimi koyarsanız koyun, bu politik kültürün bataklığında boğulan ‘parrhesia’nın makus talihiyle karşılaşacaktır. ‘Parrhesiastes’lerin vicdan kuaförlerince kaybedilen sessiz çığlıklarını duyabilmek için, o algı eşiğini geçmeye yelteneceksiniz.

Peki bir metinden bu kadar şey beklemek doğru mu? Unutmayın, Perihan Mağden’den bahsediyoruz. Türkiye’de olgunlaşmanın gizli bir tarihi ya da bir dönüşümün alternatif tarihi yazılacaksa eğer, onun sesi hiç şüphesiz hakkı en başta verilmesi gereken ses olacaktır. ‘Yaram kadar büyüdüm ben annane’ diyen Sun’un sözleri hepimizin mottosu olmaya da adaydır bu topraklarda.

Bitirmeden önce, son bir söz kitabın kapağına dair olsun. Etrafımızca çok kolay ‘kitsch’ bulunduğunu düşündüğüm bu kapak, aslında roman için seçilmiş en güzel kapak bence. Bilinçli bir şekilde seçilmiş olduğu o kadar belli ki. Bu tercih, ‘kitsch’liğe dair bir gerçekliği ifade ettiği için önemli. Romanı okuduktan sonra bu kapağın bu romana ait olduğuna ikna oluyorsunuz. Sanki Sun’un gazeteden keserek yaptığı bir kolajın, gazetelerden, dergilerden kesip biçip tuttuğu hayran defterinin üzerine geçirilen bir kapak kadar amatörce ve tatlı bir rüküşlüğü içinde barındırıyor. Bu yüzden de Yıldız Yaralanması’na pek yakışıyor. 

Bizleri, kendi yüreğimizin semalarında asılı duran yıldızların vurduğu o dipsiz gölün titrek ışıklarına bakmaya davet ediyor Perihan Mağden. Bakalım siz de kendi yıldızlarınızın yüreğinizde açtığı yaralarla yüzleşebilecek misiniz?

 

 

Kategoriler

Kitap ԳԻՐՔ