Tiyatroda Devrim: Bir Halk Düşmanı

Tiyatro oyuncusu ve yönetmen Eraslan Sağlam bu hafta, 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nin sabırsızlıkla beklenen oyunu ‘Bir Halk Düşmanı’nı yazdı. Henrik Ibsen’in 1882 tarihli bu oyunu, dünya tiyatrosunun en önemli tiyatro topluluğu Schaubühne Berlin tarafından sahnelendi. Oyunun yönetmeni Thomas Ostermeier, 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde Onur Ödülü’ne layık görülmüştü.

ERASLAN SAĞLAM
eraslansaglam@gmail.com

“Yine mi devrim” demeyin. Müsaade buyurun. Benim devrimim “iki al bir öde” türünden. Hem tiyatro sanatındaki devrim, hem ekonomik ve politik sistemi alt eden bir devrim. Devrimin öznesi Schaubühne Berlin’in daimi yöneticisi ve 19. İstanbul Tiyatro Festivali’nde izlediğimiz ‘Bir Halk Düşmanı’nın yönetmeni Thomas Ostermeier. Bir diğer özne, oyunun dramaturgu Florian Borchmeyer. Nesnesi ise Henrik Ibsen’in metni...

Günümüz tiyatrosu, tıpkı günümüz dünyası gibi hastalıklarından hoşnut, ona övgüler düzmekle meşgul. Shakespeare’in 66. sonesini boşa düşürmenin beyhude çabasıyla iştigal:

“(...)

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

(...)”

Naftalin kokulu yeniler

Hâlbuki Shakespeare, bizleri alıklaştıran televizyon dizilerindekilerden daha büyük entrikaları gözler önüne seriyor: Sistemi yürüten devletin entrikaları! Mesele ihtiyarları doğramayı aklamaksa, uzak bir tarihten gelen Dostoyevski, ‘Suç ve Ceza’da Raskolnikov sayesinde bunu başarıyor. Shakespeare ve Dostoyevski, devrim yapan devrimciler tabii ki. İbsen gibi, Ostermeier gibi, ‘Bir Halk Düşmanı’ gibi... Ortak özellikleri, hakikatle ilgileniyor olmaları. Nâzım Hikmet’in ‘Ferhad ile Şirin’inde olduğu gibi, hikâyelerde toplumsal olanın peşine düşüyorlar. Yaşar Kemal gibi, William Saroyan gibi... Yani an geliyor, naftalin kokusu infialimizle itham ettiğimiz eskiler, dertlerimizi dert edinip, dertlerimize yaklaşma halleriyle yenilerden de yeni oluyor.

Çernobil eski değil. “Zehirsizdir” deyip çayı yudumlayan, sonra da kanserden ölen bakan da eski değil. Kaz Dağları’nda siyanürle altın aranması, siyanürün içme suyuna karışması hiç eski değil. İbsen’in 1882’de yazdığı ‘Bir Halk Düşmanı’ da bu anlamda çok yeni. Halkın içtiği suyun bugün de zehirli olduğunu biliyoruz. İbsen’in sembolizminde bu zehrin nelerden oluştuğunu ve nerelere kadar ulaştığını da biliyoruz.

Halk düşmanı değil, çapulcu

Halk için ya da halka karşı devrimci olduğumuz durumlarda değişmeyen bir şey var: Yaptığımız bütün devrim ve karşı devrimlerle âşık oluyoruz, evleniyoruz, ana-baba oluyoruz, içki içiyoruz, tuvalete gidiyoruz... Devrim, hayatın her yerinde. Bu anlamda ‘Bir Halk Düşmanı’ da tiyatroda bir devrim! Kuş kondurmadan titizlikle yapılan sahne tasarımı, hayatın her yanına bulaşan devrim düşüncesinin seyirciye çok iyi aktarılmasını sağlıyor. Devasa panolar ve bu panolara tebeşirle çizilmiş mekânlar ve durumlar... Tebeşir ve panoyla ikna olduğumuz mekânların, ışık ve müzikle başka mekânlara dönüşümü... Yani devrim!

Peki bütün bunları nasıl beceriyorlar? Tabii ki dramaturjiyle. Schaubühne, dilimize pelesenk olan, ilgili ilgisiz her alanda kullandığımız ‘yeni bir okuma’yı tam anlamıyla uyguluyor: Artık yönetmen de fikir sahibi ve fikrini sahneye taşıyabiliyor. Bu fikrin seyirciye ulaşması için, dramaturguyla entelektüel bir çalışmaya girişiyor. Yönetmenin ilgi alanları içindeki ilk kalem, neyi nasıl söyleyeceği sorunu oluyor.

Yönetmenin ve dramaturgun bunu yapabilmesi için, dünyanın gidişatı hakkında bir fikrinin olması gerekiyor. ‘Bir Halk Düşmanı’nda tam olarak gördüğümüz şey bu. Ostermeier ve Borchmeyer dünyadan habersiz değiller. Dünyada olup bitenler yönetmeni çokça ilgilendiriyor. Bu nedenle oyun, turne programındaki her yerde ilgiyle izleniyor: New York, Atina, İstanbul...

“Yine mi devrim” dediğiniz gibi “yine mi Gezi” demeyin. Ostermeier, Gezi diyor. Gezi’deki direnişten etkileniyor ve bunu –neredeyse- oyununun merkezine taşıyor. Schaubühne, tecimsel olmayan bir uyanıklıkla, oyunun çevirisinde ‘halk düşmanı’ yerine ‘çapulcu’ kelimesini kullanmayı tercih ediyor. ‘Bir Halk Düşmanı’ bütün çapulculara bir ‘selfie’ yollayarak, tiyatroda da yalnız olmadığımızı ispat ediyor.

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro