BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Şu film işi, deli işi

Eveeet... Şimdi size, geçen hafta “Dönüşümde anlatırım” dediğim şeyi anlatacağım. Ben, Nevşehir ve Kayseri’de çekilen bir film işine bulaştım dostlar. “Bulaştım” diyorum, çünkü, senaryoda kullanılan dili olayın geçtiği döneme uyarlamak, kimi şivelerle ilgili yol göstermek gibi yardımlarla başladım, sonra, hiç niyetim yokken, kendimi kafa göz olayın içinde buldum.

Yakınlarım bilir, bunca yıllık tiyatrocuyum da, kamera karşısında olmayı sevmem. Sinemanın mutfağı, kamera arkası ilgimi çeker ama ön taraf hiç bana göre değil. Nedendir bilmem. Belki de kompleksten. Çünkü sahnedeyken, izleyenlerin seni nasıl görebileceğini bilirsin. Sinemada öyle mi? Yönetmen ne isterse osun, nasıl isterse öylesin. Neyse, fazla uzatmayayım da, size yaşadığım unutulmaz deneyimi ve sinema dünyasından izlenimlerimi anlatayım.

Anadolu’nun bir köyünde geçen, bir dönem filmi yapılıyor. Niteliği ve konusu hakkında detaylıca yazmaya henüz iznim yok; tamamlanma aşamasına gelsin hele, yazarız herhalde. Öyle notlar aldım ki, sonrasında kitap olur valla. Filmin genç yönetmeni ve prodüktörü dil ve şive konusunda el vermemi istediklerinde, yazdıkları senaryoyu elime alıp “Şu şöyle söylenmeli, bu böyle söylenmeli” diye okudum. Sıra yabancı bir misyoner kadın tiplemesinin sözlerini okumaya geldiğinde, ikisi bir ağızdan “Bu şiveyi senden başka kimse yapamaz” dedi. Eee? Ne olacak? Ben oynamam.

İtirazlarım para etmedi. Daha doğrusu, gençleri sevdim ve de yüreklerini avuçlarına aldıklarını sezdim. Bilirsiniz, yürek avuca alındı mı benim için akan sular durur. Böylece bulaşmış oldum. Bir bulaştım, pir bulaştım. Öyle ki, bir hafta kalacaktım, iki hafta kaldım. İçinde olduğum sahneler çekildi ve ben bırakıp dönemedim. İnanın, çok zor iş bu dostlar. En kıytırık film bile çok zor çekiliyor. İzlediğiniz her filmi değerlendirirken, bunu aklınızdan sakın çıkarmayın. İki dakikası en az beş saatlik emek.

Doğrusu çok heyecan verici bir deneyimdi ama itiraf etmeliyim, kulisini hiç sevmedim. Acayip bir şekilde ‘sen-ben’ var. Kimse kendi işi olmayan şeye elini uzatmıyor. Böyle deyince, “E tabii, herkes kendi işini yapmalı” diyebilirsiniz ama kastettiğim o değil. Öyle şeyler var ki, insan azıcık ucundan tutabilir. Mesela kostüm sorumlusu var diye, başka görevi olan biri, yere düşeni bile kaldırmıyor. Biz tiyatro kulisinde daima el ele, can cana oluruz.

Ha, belki de amatör olmanın farkıdır bu, profesyonel tiyatrolar da böyledir, bilemem. Yine de, tarif edemediğim bir fark var. Sevmedim. Bir kız vardı mesela, tam bana göreydi. Öyle tertipliydi, yardımseverdi ve namuslu bir kulisi vardı ki, dayanamadım, “Senin tiyatroyla ilişkin var mı?” diye sordum. Tiyatro okuyormuş. Gördünüz mü? Adı Türkü’ydü, yazayım bari, bilinsin. Eh, yolu açık olsun.

Ah, ilk gün sette bir şey sordum, “Onu sanat bilir” dediler, ben de adı Sanat olan birini aradım fır fır. Meğer, ‘sanat’, ‘prodüksiyon’, ‘teknik’ falan gibi ekipler varmış, birinin işini diğeri yaparsa eline yapışırmış. Benim acemiliğim işte... Sonuç olarak, yapılan işten zevk aldım mı? Aldım. Bir daha yapar mıyım? Hayır. Tiyatro başka.

Ama öyle ilginçlikler yaşandı ki, faş etmemek için kendimi zor tutuyorum. Bence bu film işi deli işi. Ama dürüst ve işini aşkla yapan delileri Allah seviyor, yardım ediyor. Hele yapılan işin kendi ruhu varsa ve bu işle bir dolu ruh şad oluyorsa... Konuyla ilgili fazla konuşmama sözü vermeme rağmen, bir sahnenin çekimi sırasında yaşananları anlatmasam çatlarım. Okuyunca yukarıda söylediklerime hak vereceksiniz.

Şimdi, şöyle bir sahne düşünün: Kimsesiz kalmış iki çocuk, hayalet şehir gibi bomboş bir köyün sokaklarında, şaşkın şaşkın bakınarak yürüyorlar. O sırada, olayın dramatik boyutunu güçlendirmek için, yağmur bastırmalı ve rüzgâr esmeli. Bunun için yağmur, rüzgâr ve şimşek makineleri var fakat inandırıcılık için, hava güneşli olmamalı. O yüzden, çekimin gün batarken yapılmasına karar verildi. Derken efendim, kararlaştırılan günün sabahı uyandık ki, ne görelim? O güne kadar günlük güneşlik olan hava boz bulanık. Hemen işe girişildi tabii.

Çekim saati gelene kadar gökyüzü kapkara bulutlarla kaplandı. İki çocuk, dekor çarşıda yürümeye başladılar, oğlan elini kaldırıp avucunu açacak ve yağmur makinesi çalışmaya başlayacak. Tam yeri geldi, yönetmen talimat verdi ve... Şakır şakır gerçek yağmur yağmaya başladı. Rüzgâr makinesini çalıştırdılar, anında gerçek rüzgâr fırtına halini aldı. Gök gürültüsü, şimşek, rüzgâr, yağmur... Resmen Allah yardımı... Çadırlar uçuyor, tutuyoruz, bağırıyoruz, ağlıyoruz. Çocuklar kurutulup yeniden çekiliyor. Orada kaç kişi varsa hepsi ağlıyor.

Çekim bitti. Yağmur ve rüzgâr durdu. Güneş açtı. Nasıl? İşte bunu unutmak mümkün değil.