OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Griye yer yok

Son zamanlarda, özellikle son aylarda yazı yazmak, ülkenin siyasi ve fikir hayatına dair söz söylemek, Ermeni toplumunu da kesen derin yarılma sebebiyle hayli zorlaştı. Bu noktaya nasıl ve neden geldik, uzun bir mesele. Bu tartışmada kimse ‘ara formları/pozisyonları’ kabul etmeye razı değil. Herkes, her konuşanın kendinden yana, kendi gibi, üstelik ‘ağır’ konuşmasını bekliyor. “Böyle böyle ama işin bir de şu tarafı var” diyenler, kimseye yaranamıyor. Ve bu, yarılmanın bütün tarafları için geçerli. Örneğin, “AKP iktidarları döneminde siyasetin normalleşmesi, birtakım tabuların yıkılması, azınlıkların durumu açısından eski dönemlere göre hatırı sayılır ilerlemeler hayata geçirildi ama son senelerde, başta Erdoğan olmak üzere, söylenenler ve yapılanlar ve geleceğe dair işaretler hiç parlak değil, hatta vahim” dediğinizde, birçokları hoşnut olmuyor. Ya da, Erdoğan’ın 1915 taziyesi için “Bu, Türk devlet geleneği içinde bakıldığı zaman önemli ve büyük bir adımdır fakat içerik itibariyle bakınca, olayı tarihsel anlamda yanlış konumlayan inkârcı bir metindir” dediğinizde, gene kimseye beğendiremiyorsunuz. Çünkü bu ifadelerde AKP’ye/Erdoğan’a hem övgü, hem yergi var; halbuki istenen ya hep övgü, ya hep yergi. Bu yazının da kaderi muhtemelen aynı olacak.

Bazıları, AKP iktidarına Cumhuriyet’in üzerine oturduğu temel anlayışları değiştirmek anlamında –ki değiştirilmesi de gerekiyor (du)– devrimci bir potansiyel atfederek, geri kalan her şeyi ikincil, hatta önemsiz konuma itiyorlar. Dolayısıyla, AKP iktidarlarının ve Erdoğan’ın, yukarıda ‘vahim’ olarak nitelediğimiz sözlerini ve eylemlerini, devasa yolsuzluklarını ya görmezden geliyor, ya da yarım ağız geçiştiriyorlar. Fakat, gümbür gümbür eleştirilmeyi hak eden bu söz ve icraatları böyle geçiştirmelerinin, kendileri gibi AKP’ye devrimci potansiyel atfetmeyenlerde öfkeyi yükselttiğinin ya farkında değiller, ya da bunu umursamıyorlar. Mesela, 17-25 Aralık süreci diye adlandırılan olaylar. Bir tanesi bile herhangi demokratik bir ülkeyi altüst etmeye yetecek onlarca ses kaydı dinledik. AKP’nin ve Erdoğan’ın yanında duranlar bunun bir darbe girişimi, devletin içindeki gayrimeşru yapıların işi olduğunu ileri sürerek bunlara itibar etmemiz gerektiğini ileri sürdüler. “Ama konuşulanlar...” dediğimizde, “Darbenin yanında mısın yoksa?” diye bizi susturmaya çalıştılar. (Montaj martavallarını burada zikretmeyi zül sayarım). Peki şimdi? Bugün hâlâ darbe tehlikesi mi var? Halk yerel seçimlerde ve cumuhurbaşkanlığı seçimlerinde verdiği oylarla ‘darbe tehlikesi’ni ortadan kaldırmadı mı? Öyleyse, o ‘demokrat’ yazarlar bugün neden o ses kayıtlarının hesabının sorulmasına gayret etmiyorlar? Bir kısmı da o zaman bize iddiaların mahkemeye yansıdığını, beklememiz gerektiğini söylemişlerdi. Ne oldu o süreç? Sürpriz, sürpriz... Savcılık, 25 Aralık dosyası hakkında takipsizlik kararı verdi. Eh, bu karardan sonra bize de, düşen ortada hiçbir şey olmadığına, adı geçen herkesin bebek kadar masum olduğuna inanmak! Hep beraber bu pisliğin üzerine yüzükoyun uzanalım ve rahatlayalım; bizden istenen, işte bu. Bir zamanlar, AKP’ye karşı olanlar, onların takiye yaptığına, aslında niyetlerinin başka ve kötü olduğuna inanmamızı istiyorlardı. Bugün ise, koşulsuz AKP destekçileri, aynı şeyi yani niyet okuması yapmamızı ve AKP ve Erdoğan’ın makro (devrimci) niyetinin iyi olduğuna inanmamızı istiyorlar. Bizim konumumuz ise aynı: Ayinesi iştir kişinin...

Öbür tarafa dönüp baktığımızda da, AKP’nin ve bütün AKP’lilerin ‘en başından beri ve fıtraten’ kötü olduğuna iman etmiş ve herkesi de ‘iman etmeye’ çağıran bir kesim var. Herkese kapıları açık ama, geçmiş günahlarını ikrar edip tövbe etmek şartıyla! Analizleri tamamen ahistorik, yani zamandan ve onun getirdiği değişimlerden bağımsız. Onların beklentilerini kendi adıma karşılayamayacağım için üzgünüm. Bugün AKP’yi de, Erdoğan’ı da en sert biçimde eleştiririm ama son 13 senenin yaşanması gerektiğini de söylerim; çünkü evet, bu normalleşmedir fakat normalleşme herkesi mutlu etmeyebilir. AKP iktidarlarına kadar bu ülkede her şeyi ‘normal’ zannedenler, bu cumhuriyetin kimleri ezerek, yok ederek yükseldiğini bir an olsun akıllarına getirmediler. Devlet onlara dokunmadığı için her şeyi normal zannettiler.

Temmuz 2012’de şöyle yazmıştım: “Kimse AKP’yi, ‘demokrasi havarisi’ veya AKP yöneticileri ‘demokrasi âşığı mübarek insanlar’ olduğu için desteklemedi; söyledikleri ve yaptıkları siyaset ve söz söyleme alanını genişlettiği için destekledi. Tabii, genişleyen bu alanda ülkenin sosyolojik bir gerçeği olan muhafazakârlığın ve dindarlığın sesi ve görünürlülüğünün artması da beklenen hatta kaçınılmaz bir durumdu(r). Özgürlüklerin genişlemesiyle görünür olan bu akımların kendilerinin özgürlükçü ve demokrasiyi sindirmiş olmamaları, demokrasinin bilinen bir ikilemidir. Ama bu ikilem demokrasiden vazgeçilmesini hiçbir zaman gerektirmez. Eskiden bu tip akımların kontrolünü (aslında kendisi de muhafazakâr olan) orduya havale etmiştik, İslamcıları gerektiği zaman gerektiği kadar onlar korkutuyordu, biz de rahatça arkamıza yaslanıyorduk. Bugün yapılması gereken ise, demokrasinin kurum ve kuralları içinde herkesin inandığı fikrin mücadelesini vermesidir.” Dolayısıyla, kendimi kandırılmış gibi de hissetmiyorum, çünkü yapılandan fazlasına hiçbir zaman itibar etmedim veya Nuray Mert’in deyişiyle, kimseye ‘tam vekâlet’ vermedim. Şimdiki gibi.