OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Fakat çoğumuzun hemfikir olacağı bir şey varsa, o da hayatın çok kısa olduğu, zamanın çok hızlı aktığıdır. Gene çoğumuzun, hayatta bir atımlık barutu var. Bunun sebepleri hem hayatın kısalığı, hem de insanoğlunun yarattığı sınıflı toplum düzeni.

William Saroyan’ın ‘Ödlekler Cesurdur’ isimli hikâyesinde anlattığı gibi, etrafın baskısına, aşağılamalarına, hatta saldırılarına maruz kalmak, sürüye uymaktan daha zordur aslında. Hayatınızın normal akşını bozmak, daima kaçarak yaşamanın getirdiği zorluklar da cabası. Onun içindir ki korkanlar da cesurdur, hatta belki daha cesurdur.

Bu ülkenin İçişleri Bakanı’nın, polise “Yakaladığınız uyuşturucu satıcılarının ayaklarını kırın, suçu bana atın” demesinin üstünden daha bir sene bile geçmedi ama doğru dürüst konu bile olmadı. Dikkatinizi çekerim, salık verdiğinin bir suç olduğunun o da farkında.

Bunu tek başına yapmıyor tabii. Hatta, Avrupa’yı ‘bitiren’ faktörler arasında en üst sıralarda da yer almayabilir ama bir rol oynuyor. Önce Avrupa’nın bitmesiyle kastımız nedir kısaca onu açıklayalım, sonra Türkiye’nin devlet ve ülke olarak bundaki payına bakalım.

Biz bugün Ermenilerin Osmanlı ordusunda askere alınmaları konusunu ne derece, nasıl ve hangi şartlarda hatırlıyoruz? Başka bir deyişle, bunun tarihi nasıl yazılıyor? Hatta, hatırlanıyor ve yazılıyor mu diye de sorabiliriz.

1980 darbesinden sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalanların yaşadıkları acılar, hem onların, hem bizim belleklerimizde hâlâ taze. 80’lerden geriye doğru gittiğinizde de şimdiki gibi birçok ‘entelektüel-siyasi göç dalgası’ bulmak mümkün. Ben size bunun ‘ilk örneklerinden’ birini hatırlatacağım. Çoğunuzun belki hiç bilmediği...

Başlıktaki sorunun tek bir cevabı yok. Ermeni Soykırımı’nı mümkün, hatta görece kolay kılan çok sayıda faktör var. Bu yazıda işin sosyolojisiyle, kitle psikolojisiyle ilgili bir noktaya değinmeye çalışacağım.

Türkiye’de savcı ve yargıçlar için korunması gereken en kutsal kavram adalet değil, devlet ve kendilerince tarif ettikleri Türklüktür. Dolayısıyla, bunların tehdit altında olduğunu düşündüklerinde bütün evrensel hukuk normlarını, hadi onu da geçtim, en basit akıl ve vicdan işlevlerini terk etmeye hazırdırlar.

Ermeni feministler, Ermeniliğin korunması ile kadın haklarının elde edilmesi ve eşitlik talepleri arasında sıkışıp kalıyorlar. Nitekim, 20. yüzyıl, Türkiye Ermeni toplumu için olduğu gibi Ermeni feministler için de bir gerileme dönemi oluyor.