BERCUHİ BERBERYAN

Bercuhi Berberyan

KAPLUMBAĞA

Yeni bir soykırım

Bence bu olup bitenler, dünyanın batı tarafından doğu tarafına uygulanan yeni bir soykırım. Bütün o bölgeleri boşaltmak mı istiyorlar nedir? Ölen ölür, kalan sağlar asimile edilir gibi bir hesap mıdır? 21. yüzyılda, tarihe insanlığın utanç çağı olarak geçecek, korkunç bir dram, bir can pazarı yaşanıyor. Bir gün tarih kitapları bu insanlık ayıbını nasıl yazacak acaba? Zararlı böcek muamelesi gören insanlar, çöp muamelesi gören cesetler, nasıl bir iz bırakacak geriye, temelinden sarsmayacak mı insanlık kavramını? Karınca yuvasını istila eden eşek arısı benzeri haşarattan başka hiçbir canlı türünde rastlanmaz böylesine toplu katliamlara. Kimi küçük böcekleri yemek için yuvalarını dağıtan bazı hayvanlar da geliyor gözümün önüne, ki nasıl da masumlar insanla kıyaslanınca. Yalnızca yemek için öldürür onlar, insanca bir çıkar nedir bilmezler. Tüh! Yazıklar olsun sana insanoğlu! İflah olmayacaksın sen. 

Şifreli kehanetlerinin çözüldüğü kadarıyla, vaktinde Nostradamus’un tüm bu olanları öngördüğü söyleniyor. Çoğunu okumuştum; gökyüzünde patlayan ateş topları, yıkılan binalar, çığlıklar, ölümler ve acı... En ilginci de, dünyanın başına gelecek en büyük felaketin, Doğu’dan başlayacak olduğunu söylemesiydi. İnanmak istemesek de bir bir gerçekleşiyor hepsi. Bu gidişat âdeta benim yıllar önce insanlık için yaptığım ve kimilerine “korku filmi gibi” dediren benzetmeye doğru gidiyor. İnsanları, o her şeyi yiyen, hiçbir şey kalmayınca birbirini yiyen, en son kalanın da açlıktan geberdiği kurtçuklara benzetmiştim. Aç parantez, dünyayı sarsan ‘Walking Dead’ dizisindeki benzerlik çekti mi dikkatinizi? Kapadım. En sonunda yiye yiye bitirecekler birbirlerini demiştim ama bugüne kadar tüm kehanetleri gerçekleşen Nostradamus’a göre öyle olmayacak-mış; bir gün savaşlar bitecek, dinler birleşecek, insanlar birbirleriyle konuşmadan, zihinsel yolla anlaşabilecekler ve dünya altın çağına girecek-miş. Eh, inşallah da, biz görmeyiz. Bu yüzyılda olmaz. Hem 20., hem de 21. yüzyılı gören biz, Ortaçağ’dan beter bir çağın insanları olarak yaşayıp öleceğiz. Ne yazık.

Doğu’da yaşamakta olan bir arkadaşım aradı geçen gün. Ege’de bir tatil beldesinde yaşayan bir dostunun evine gitmiş bir süreliğine. “Çok yıprandım, birkaç gün dinleneyim, güç toplayayım, döneceğim” dedi. Ne yapsın? Ailesi var oralarda, ve sorumlulukları... “Biz uçağa yetişmeye çalışırken arkamızda bombalar patlıyordu. Ah, o senin gördüğün Cizre’den eser kalmadı, bütün duvarlar delik, damlar uçuk, insanlar sersefil. Birden, telefonları, elektrikleri ve interneti kesiyorlar, seni iletişimsiz, çaresiz kıstırıyorlar, sonra tepene bomba yağdırıyorlar. Sizin haberlerden duyduklarınız, yaşananların dörtte biri bile değil.” dedi. Bomba sesleri beyninde yankılanıp durdukça, şu anda bulunduğu yerdeki sessizlik başını döndürüyormuş. Ben yaşadığım yerdeki gürültüden sürekli yakınırken, fena halde irkildim, ya bomba sesi olsaydı? Şükür mü etsem, ne etsem?

Biliyor musunuz, empatik olmanın fazlası zarar veriyor insana. Kendini hep karşındakinin yerine koyma alışkanlığı, ki makul dozu, iyi iletişimin ve doğru insan olmanın en önemli şartıdır, acıyı bedeninde hissetme boyutuna geldiğinde çok acıtıyor. Ben bu, bana zarar yetiyi ilk kez çok küçük yaşlardayken, amcamın kolu kırıldığı zaman, bir hafta kolum ağrıdığında fark etmiştim. Annemden “Alay mı ediyorsun?” diye sıkça azar işitsem de, kör birini gördüğümde günlerce gözüm kapalı, topal birini gördüğümde de topallayarak yürüme gibi temrinlerle de epey geliştirmiş olmalıyım. En çok yararını öğretmenlikte ve tiyatroda gördüm. Ama artık bu yaşta haber programlarını izledikçe sinir hastası olma raddelerine geliyorum. İnsanların öyle zararlı böcek muamelesi görmesine dayanamıyorum. Ya onun yerinde olsaydım veya “Ah, bu insanların evleri, eski huzurlu günleri kim bilir nasıldı” diye düşünerek ağlayıp duruyorum. Bütün bir Pazar gününü kan çanağına dönmüş gözlerle geçirdikten sonra, tam onlar için elimden gelen tek şey olarak, dua edip, halime şükrederek yatmaya hazırlanıyordum ki, dışarıda yine gök gürültüsü misali bir gümbürtü başladı. Pencereden baktım ki, o ne?

Canım belediyem, daha birkaç ay önce tazelediği asfaltları yeniden sökmeye başlamamış mı? Hoppala, yine o ‘Transformers’ misali araçlar sıra sıra dizilmiş karşıma. Gece 24.00’te başladılar, ben 4.30’ta, kulaklarımda pamuklar, bayılır gibi uyumuşum. Yok efendim, “Ya bu sesler bomba olsaydı”, “Ah, zavallı adamlar sabaha kadar çalışıyorlar” gibi gibi nice empati denemesi kâr etmedi. Hâlâ ordalar, kim bilir kaç gece sürecek. Ne diyeyim? Yanı başımızda soykırım misali can pazarı, biz yaklaşan seçimin şovundayız.