“Kadınların kurtuluşu erkekleri de özgür kılacak”

Canan’ın merakla beklenen son sergisi ‘Işıl Işıl Karanlık’ 15 Ocak’ta, Akaretler’de faaliyet gösteren sanat galerisi Rampa’da açıldı.

Sanatçı, galerinin aynı cadde üzerindeki iki mekânına yayılan sergide, parıltılı kumaşlar, ışıltılı harfler, resim, desen, fotoğraf ve heykel gibi farklı mecralar kullanarak yaptığı çalışmalarla kadın bedenine, toplumsal cinsiyet politikalarına sıra dışı yaklaşımlar getiriyor. Aşk, acı ve delilik arasındaki ilişkiye odaklanan sergide, yaşadığımız coğrafyanın üzerine son dönemde çöken karanlığa, patlamalara ve katliamlara dair referanslar da yer alıyor. Kadın bedeninin çarpıcı temsilleri üzerine kurguladığı eleştirel yapıtlarına alışkın olduğumuz Canan’ın yapıtlarında bu kez, şiddetten en az kadınlar kadar nasibini alan erkek figürler de yansıyor. Sanatçı, toplumsal ve bireysel travmalara aynı hassasiyetle yaklaşıyor ve “İşlerimi bir tür iyileşme sürecinde, travmayla mücadele etme yöntemi olarak üretiyorum” diyor. Sergi 27 Şubat’a kadar devam ediyor.

Serginin tanıtım metninde ve sergiyle ilgili demeçlerinizde güncel duruma göndermeler yapıyorsunuz. İşlerinizin zamansız estetiği ise geleneksel minyatürleri, nakışı, dolayısıyla eskiyi hatırlatıyor. Bu iki yaklaşımı birbiriyle nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Işıl Işıl Karanlık’ sergisi, karanlık kavramından yola çıkarak ürettiğim işlerden oluşuyor. Güncel politikaya doğrudan referanslar veren, belgesel niteliğinde işler yapmaktansa, yaşananların bende yarattığı duygular üzerinden yapıtlar üretmeye çalıştım. Onları başka bir dille ifade etmenin benim için rahatlatıcı bir etkisi vardı. Ursula K. Le Guin, masalların dilini rüyalara benzetir. Masallar sözle anlatılsa da, bu sözler doğrudan anlam ifade etmez, kulağımıza müzik gibi gelir. Ancak, semboller ve dolaylı anlatım aracılığıyla masalın ne demek istediğini doğru algılarız. Ben de işlerimde kullandığım dili böyle görüyorum. Evet, çok acı bir gerçeklikte yaşıyoruz. Bu gerçekliğin tüm detayları medyada ve sosyal medyada direkt olarak önümüze geliyor. Bu dille mücadele etmek zaten mümkün değil. Bu yüzden, başka bir dil kullanma ihtiyacı hissettim. İşlerimi bir tür iyileşme sürecinde, travmayla mücadele etme yöntemi olarak üretiyorum. Karanlık hissinin yarattığı acizlik duygusu karşısında kafanızı bir şekilde meşgul etmeniz gerek; yoksa delirebilirsiniz. Bazı işlerimde kullandığım dikme eylemi de benim için tedavi ediciydi.

Sanatın iyileştirici etkisi, 2015 yılında yapılan birçok sergide ve sanat etkinliğinde vurgulandı. Böylesine karanlık dönemlerden geçerken sanatla uğraşmaya nasıl devam ediyoruz?

Yapacak başka bir şeyimiz yok. Bu sergi güncel politik olayların karanlığı ile kişisel travmaların ve deliliğin karanlığını birleştiren bir karanlık tanımı yapıyor. Julia Kristeva ‘Kara Güneş: Depresyon ve Melankoli’ adlı kitabında güncel politikaların üzerimizde yarattığı travmaların öldürücü etkisinden bahseder. Bunun yanı sıra, Hiroşima’ya atılan atom bombasından dolayı bedeni yanmış bir kadının acısıyla, Paris’teki, aşk acısından delirmiş ve saçı kazınmış bir kadının deliliğinin verdiği acının birbirinden üstün olmadığını savunur. İkisi de eşit derecede acı çeker. Sergi de bu düşünce üzerinden kurgulandı. Travmalarla mücadele etmek için sanatın iyileştirici gücünden uzunca bir süredir faydalanmaya çalışıyorum. Belki üretmeye başladığım yıllarda sanat benim için bir çeşit kavga nedeniydi; şu anda ise hayata tutunma, mücadele etme ve iyileşme aracı. Sonuç olarak, bir şekilde sanat yapmaya devam ediyoruz; bunun nasıl olduğunu ve nereye kadar devam edeceğini ben de bilmiyorum.

'Ay: 3 Kız ve Cin - Işıl Işıl Karanlık’ serisinden, 2015  Fotoğraf: André Carvalho ve Tuğba Karatop, Chroma

Sergideki kendinizi elinizde ruj ve aynayla betimlediğiniz heykelde, geçmişten gelen bir hikâyeye gönderme var. Yıllar önce Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde gördüğünüz, vücudunu rujla boyayan kadını hatırlayarak, bir nevi, deliliğin doğrudan temsilini yapmışsınız. Burada zifiri karanlık yerine, içinde çıkış yolunu barındıran bir delilik halini mi tarif ediyorsunuz?

Hayır, öyle bir delilikten bahsetmiyorum. Deliliğe övgüyü pek onaylamıyorum. Bence deliliği övmek ve bütün sorunlardan kaçısın en kolay yolunun delilik olduğunu düşünmek, kendini delilik mertebesine koymamış insanların genel bir önyargısı. Fakat delilik öyle bir şey değil; öncelikle, çok acı hissettiren bir süreç. O yüzden de, bir çıkış noktası olamaz.

Serginin bir bölümü, şehirde ve ormanda yaptığınız performansın fotoğraflarından oluşuyor. Şehirde çıplak dolaşmak ve şehrin kıyısında, ormanda çıplak dolaşmak neler hissettirdi size?

Ormanda çıplak dolaşmak, herkesin deneyimlediği bir duyguyu hatırlatıyor. Denize giren birçok insan aynı deneyimi yaşamıştır; ıssız bir sahil bulduğunuzda denize çıplak girmeye çalışırsınız, sizi kimsenin görmeyeceği ve yargılamayacağı bir yerde, bu özgürlük hissini tatmak istersiniz. Ormandaki bu his de öyle bir şey; insana bir çeşit sevinç duygusu da veriyor, ufak bir kabahat işleme hissi de. Bir yandan da, günahın, örtünmenin olmadığı, bedenin tamamen doğaya ait olduğu hissine kapılıyorsunuz. Ben doğadaki çekimlerimi o duyguyla yaptım. Herhangi bir kaygı ya da endişe duymadım. İnsan asıl bir başka insanın varlığından rahatsız oluyor. Doğayla bir sorunumuz yok, şehirde ise her türlü tehlikeye açığız. Bu performansı herkesin uyuduğu bir saatte yapmayı tercih etsem de kaygılıydım. Başıma her an her şey gelebilirdi, çünkü şehir hiç uyumuyor.

Güçlü kadın imgesi beni çok rahatsız ediyor. Çünkü güç eril bir kavram, baskıyı ve iktidarı temsil ediyor. Güçlü kadın varsa, onun karşıtı yani güçsüz kadın da olacak. Bu yüzden, kadın ya da erkek, ne kendimi ne de başkalarını bu şekilde tanımlamayı doğru buluyorum.”

İşlerinizde kadını güçlü, mucizeler yaratan ve kendine alan açan bir figür olarak görüyorum. Diğer yandan, sergide, önceki çalışmalarınızda olmadığı kadar çok erkek figürü var. Onlara nasıl bir rol biçtiniz?

Güç kavramıyla ilgili bazı problemlerim var, güçlü kadın imgesi beni çok rahatsız ediyor. Çünkü güç eril bir kavram, baskıyı ve iktidarı temsil ediyor. Güçlü kadın imgesi bende bu yönde çağrışım yapıyor. Güçlü kadın varsa, onun karşıtı yani güçsüz kadın da olacak. Bu yüzden, kadın ya da erkek, ne kendimi ne de başkalarını bu şekilde tanımlamayı doğru buluyorum. Şunu da söylemeliyim: Biyolojik erkeklikle değil, toplumsal ‘erk’, ‘erkeklik’ ve cinsiyet politikalarıyla sorunlarım var. Ama ‘Büyük Biraderin Gözü: Ankara’ adlı işimi, toplumsal cinsiyet politikalarının dışında, güncel politikaların, art arda gelen patlamaların bizde bıraktığı travmatik etki üzerinden kurguladım. Diyarbakır, Suruç ve Ankara patlamaları, yaşananları, hem kadınlar hem de erkekler açısından, bir cehennem gibi algılamamıza neden oluyor. Sonuçta, kadınların kurtuluşu erkekleri de özgür kılacaktır.

Kategoriler

Kültür Sanat Sergi

Etiketler

CANAN


Yazar Hakkında