KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Anne kimim ben, söyle bana

Kaçtığımız imgeler vardır. Kaçtıkça peşimizi bırakmayan imgeler. Yıllardır fronto-temporal demans hastalığı dolayısıyla bilinçsiz bir halde hastane odasında yaşayan Patrik 2. Mesrob Mutafyan, Aret Gıcır’ın ‘Günden Güne’ sergisi aracılığıyla kaçtığımız her şeyi anımsatan bir yoğunlukla karşımızda. 

İstanbul Galata Rum İlkokulu’nda 4 Haziran’a kadar açık kalacak sergi için Aras Yayıncılık tarafından özel olarak hazırlanan Türkçe, Ermenice, İngilizce üç dilli kitap, sergide yer alan tabloların yanı sıra Rober Koptaş ve Evrim Altuğ’un inceleme yazılarını bir araya getiriyor. Adını, yakalandığı verem hastalığından ötürü henüz 26 yaşındayken hayatını kaybeden Garbis Cancikyan’ın yaklaşmakta olan sonunu anlattığı ‘Günden Güne’ (Ore Or) şiirinden alan sergi, hayat ve ölümün bir ömür yer değiştiren o incecik hattına buyur ediyor izleyeni.

Karşımızda her biri gösterdiğinin alt metnini yazmaya ortam sağlayan zengin mecaz anlamlarla yüklü tablolar var. 2. Mesrob’un çehresinin çoğunlukla mask halinde göz, burun, dudak gibi belirleyici parçalardan yoksun olarak resmedildiği tablolar, doldurulacak boşluklarıyla herkesi kendi bakışını anlatmaya davet ediyor. Ressamın buzul bir maviyle yarattığı atmosfer kimi zaman beyin röntgenlerinde kimi zaman da ölümü çağrıştıran o masklaşmış yüzde çıkıyor karşımıza. Her seferinde de ürperterek düşündürüyor. Nereye kadarını göze alabildiysek o kadarını.

Rober Koptaş, o mesafeyi tarih içinde Ermeni halkının ortak ıstırabına kadar götürmeyi göze alanlardan. Yazısının bu bölümü, Aret Gıcır’ın bize imkân sağladığı yorum enginliği ve özgürlüğünü de en isabetli ve çarpıcı biçimiyle gösteriyor: “Mesrob II’nin hastalığı olan fronto-temporal demans, beynin ön lobundaki sinir hücrelerinin uğradığı hasar sonucunda özellikle kişilikte, davranışlarda ve dilde meydana gelen değişiklik ve bozukluklara verilen isim. Kendisinden pek hazzetmeyenlerin bile parlak zekâsını daima takdir ettiği bir kilise önderinin bu tür bir rahatsızlığa uğraması ile 24 Nisan 1915tarihi arasındaki bağı görmezden gelmek de mümkün değil. Bu tarihte, İstanbul’da İttihat ve Terakki yönetimi, Osmanlı Ermenilerinin fikirsel yaratıcıları olan 235 kadar aydını tutuklamış ve onları sonunda ölümün olduğu sürgün yolculuğuna çıkarmıştı… Günden Güne, Mesrob II’nin şahsında, bir halkın beyninin hasara uğratılmasına gönderme yaparken, demans, sadece Patriğin değil, tüm Ermenilerin çektiği ıstırabın billurlaşmış hali olarak beliriyor.”

Aret Gıcır’ın resim serisinde mavi geleneğini bozan kan kırmızı arka fonlu bir tabanca, Ermeni toplumunun sesinin susturulması bağlamında 24 Nisan’ı çağrıştıran 19 Ocak 2007 tarihini ve o gün gazete binasının önünde öldürülen, Agos’un kurucusu, genel yayın yönetmeni Hrant Dink’i anımsattı bana. Tıpkı serideki kuzu kellesi resminin de ‘kurban’ imgesini güçlendirişi gibi.

Patrik 2. Mesrob’un imgesi, yapılmaması için büyük direnç gösterilen patriklik seçimi başta olmak üzere, bugünü ve belirsiz geleceği arasında sanki bitimsiz ve biteviye bir zamanda sıkışıp kalmış Ermeni toplumunu da simgeliyordu. Zamansa, âdeta gizli özne gibi bütün tablolardan bize bakıyordu. Tıpkı Murathan Mungan’ın şiirinde dediği gibi:

Geçiyordum uğradım
boynuz boruların uğultusundaki bulanık zamanlara
belki bir gömüde birkaç eski eşyanın ışıltısı
vurur şimdiye. merdiven altında unutulmuş bir zaman
ya da eski yüzümle karşılaşmak
girişteki aynada 

Toz yalnızca toz Zaman
geçiyor içimizden
adılını mırıldana mırıldana

Hayatın değişim, dönüşüm gücüne direnmek, sadece geleceği değil geçmişi de çarpıtır. Bir bakmışın, anıların elinden alınmış, bir bakmışın adını bile unutmuşun. Hatırlamayı da göze alamadığın için. Zaman geçmiş, sen bir yerlerde asılı kalmışın. Çeken elbiseler, azalan sular içinde. Kandırmışın kendini, oyalamışın. Ta ki kaçınılmaz olan, görmezden gelemeyeceğin boyutta dayatıncaya kadar kendini. Çarmıhtan indirilen İsa Mesih’i kucaklayan Meryem Ana’yı tasvir eden Pieta’nın çağdaş yorumunda annesine sığınan 2. Mesrob’un sorduğu sorudur sanki halimiz: “Anne kimim ben, söyle bana”. Yanıtı bulmak için önce karşısına dikilmek lazım hakikatin. Aret Gıcır’ın daveti o hakikatedir.