VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Osmanlı Nostaljisi

Son beş yıldır yeni bir popüler nostalji arzusu türedi: Osmanlılar geri geldi. Televizyon dizileri, tarihi konu eden kitaplar ve romanların Türkiye’de ve Arap dünyasında bir araç olarak kullanılması, geçmişe yolculuk yapmaya yönelik kitlesel bir talep olduğunu gösteriyor. Hep beraber Osmanlıları unutmak için geçirdiğimiz onlarca yıldan sonra bir baktık ki geri gelmişler!

Geçmiş, Osmanlılar I. Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra ‘Ortadoğu’ya hâkim olmaya gelen güçlerin umrunda değildi. Bölgede geniş toprakları işgal eden İngiliz ve Fransız sömürgeciliği için Osmanlılar, gayrimeşru ilan edilip unutulacak bir şeydi. Kendi yönetimlerini medeniyet olarak tanımlayıp Osmanlı’nın gericiliğinin karşısına koydular. Mustafa Kemal gibi Türk milliyetçileri için de durum pek farklı değildi. Osmanlılar unutulması, hafızalardan silinmesi gereken bir geçmişe aitti. Osmanlıların geride bıraktığı enkazdan yeni ve muzaffer bir ‘ulus’ doğmalıydı. Osmanlı-Arap harfleri bırakıldı, İslam sansürlendi ve Osmanlılar susturuldu. 

Sömürgeciliğin bölgeyi terk etmesinin ardından doğan Arap devletleriyle durum değişmese de bu devletlerin açıklaması farklıydı: Osmanlıları muhafazakar bir tutumla yabancı işgalciler olarak görüyor ve unutmak istiyorlardı. Osmanlılar birdenbire Selçuk ve Moğol göçebelerle Arap topraklarına gelen, Bağdat’ı yakıp yıkan ve Arap-İslam medeniyetini yozlaştıran barbar Türklere dönüşmüştü. Arapların geri kalmışlığının sorumlusunun Türk işgali olduğu öne sürülüyordu. Artık, büyük bedeller ödenerek nihayet kazanılan bağımsızlıkla Baas’ın -yani yeniden doğuşun- serpilme vakti gelmişti. 

Tek partili totaliter devletlerin bir örneği olan Türk Kemalizmi şaşırtıcı bir şekilde uzun ömürlü oldu. Daha da şaşırtıcı olansa iktidarı hiç mücadele etmeden, öylece AKP’ye devretmesi oldu. Irak ve Suriye’deki Arap kardeşlerinin ömrü daha kısa, sonlarıysa daha kanlı olmuştu. Suriye’de, özellikle de 2011’deki halk ayaklanmasından beri kan gövdeyi götürse de sonu hâlâ görebilmiş değiliz. 

Osmanlı nostaljisine dönüş, Ortadoğu’daki ulus-devletlerin başarısızlığı ve parçalanışı ve özellikle de Sünni kolu olmak üzere siyasal İslam’ın yükselişiyle alakalı. Modern siyasal İslam, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün ve İslam Halifeliği’nin bitişinin travmasını taşıyor. 1928’de Mısır’da kurulan Müslüman Kardeşler ve 1953’te Ürdün’de kurulan Hizb-ut Tahrir (Kurtuluş Partisi), halifeliğin yeni bir İslami düzenle çözülmesini telafi etmek amacıyla ortaya çıkmışlardı. 

Osmanlı geçmişine yönelik siyasi ve toplumsal ilginin en güçlü uyanışı AKP 2002’deki seçim zaferiyle başladı. O zamanlar adlandırıldıkları şekliye ‘Müslüman demokratlar’ Kemalist milliyetçiliği reddedip Osmanlı geçmişiyle yeniden bağ kurmak istediler. Osmanlı diplomasisi hakkında çok da uzak olmayan bir geçmişte yapılan konuşmaları ve yazılan makaleleri hatırlıyor musunuz?

Türkiye ve ötesindeki bu yeni Osmanlı çılgınlığı yeni sorunlar ve zorluklar doğuruyor. Bu yeni sorunlara iki örnek vereyim: Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara’daki devasa ve tartışmalı yeni sarayını devraldıktan sonra ilk yabancı misafirini ağırladı. 2015’in Ocak ayının ortalarıydı; Erdoğan’ın misafiri Filistinli lider Mahmud Abbas’tı ki Filistin davasının Araplar ve Müslümanlar için teşkil ettiği muhayyel merkeziyet düşünülürse Abbas, sembolik değeri için özellikle seçilmişti. Bu merkeziyet muhayyeldi, çünkü Araplar ve Müslümanların Filistinlilere yarardan çok zararı dokunmuştu. Gördüğümüz resim şuydu: Erdoğan, Abbas’tan uzun olduğundan hafifçe kambur duruyordu ve arkalarındaki merdivenlerde de miğfer ve zırh giymiş iki sıra asker dizilmişti. Bu bir maskeli balo değil, en saf haliyle Osmanlı çılgınlığıydı!

Osmanlı hükümdarlığı üç kıtaya yayılan, çok kültürlü oluşuyla öne çıkan geniş bir imparatorluktu. 14. yüzyılda kurulmuş ve 20. yüzyılın ilk dönemlerine kadar ayakta kalmıştı. Osmanlılar Sırbistan’ı 440 yıl boyunca yönetti; Filistin ise Osman’ın soyundan gelenler tarafından ‘sadece’ 402 yıl boyunca yönetilmişti. Yani, Osmanlı geçmişine özlem duyarken, özlediğimiz şey tam olarak nedir? Osmanlı geçmişinden, bugünü ilgilendirecek ne tür bir ders çıkarmak istiyoruz? Onlarca sultandan hangisi bizim kahramanımız? 

İkinci örneğe geçeyim. Eskişehir’de bir AKP toplantısı. Büyük bir posterin sol tarafında Ahmet Davutoğlu’nun gülümseyen suratı, sağ tarafındaysa II. Abdülhamid’in ciddi görüntüsü var. Altındaysa şöyle yazıyor: “Padişahım, Sultan Abdülhamid’im, Emanetin Artık Emin Ellerde, Rahat Uyuyabilirsin”.

AKP, tıpkı Müslüman Kardeşler ve Hizb-ut Tahrir gibi, Osmanlı deneyimini parlak sayfalarıyla değil, II. Abdülhamid’den oluşan son bölümüyle hatırlıyor. O, Tanzimat reformlarını ve ‘Osmanlıcılık’ı terk edip ümmetçiliğe dönen ‘Kızıl Sultan’dı. İşte bu yüzden İslamcılar için böylesine yüce bir baba figürü. Fakat Abdülhamid aynı zamanda anayasayı askıya aldı, ilk modern polis devletini kurdu ve gazeteleri sansürledi. Vilayetlerde ve başkentte halkını katletti; oysa onların canını ve malını koruması gerekirdi. Her şeyden önemlisi de Abdülhamid toprak ve itibar kaybetmekle kalmayıp nihayetinde de imparatorluğu kaybetti. Hükümdarlığının sonunda imparatorluk Balkanlardaki en zengin vilayetlerini kaybederek fakir bir Ortadoğu devletine dönüşmüştü.

Hayalini kurduğumuz Osmanlı İmparatorluğu Abdülhamid’in hüsrana uğraşmış modeliyse, belki de doğru yoldayızdır, kim bilir?