Bir sınır kapısını soykırımı meşrulaştırmak için, soykırım kurbanlarının anısına hakaret için, düşmanlık ve nefreti körüklemek için kullananlara, Zoryan Enstitüsü’nün açıklaması yanında Sevgili Takuhi Tovmasyan’ın 19 Ocak Hrant Dink anmasında Agos penceresinden yaptığı ve Hrant Dink’e seslendiği konuşmasını okumalarını öneririm.
Bir önceki yazımda, Ankara’da açılan Talat Paşa anıtını da kastederek; “Toplumun kayıtsızlığı, devletin resmi tarih anlatısını, ret ve inkâr politikasını, ‘haklıydık, yaptık, yine yaparız’ aşamasına taşıyor. Soykırım faillerine halk kahramanı muamelesi yapılıyor adlarına anıtlar dikiliyor” demiştim, daha beterinin sırada beklediğinden habersiz.
Haberi okuduğumda, içimde tarifsiz bir acı hissetmiş, “soykırım, tüm vahşeti ve insafsızlığıyla sürüyor” demiştim. TBMM Başkanlığı’na verilen bir kanun teklifinden söz ediyorum.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu ve 28 İYİ partili, TBMM Başkanlığı’na bir kanun teklifi vererek Türkiye-Ermenistan sınırındaki Alican Sınır Kapısı'nın isminin "Talat Paşa Sınır Kapısı" olarak değiştirilmesini teklif etmişlerdi.
Soykırım tanımını yapan Polonyalı hukukçu Rafael Lemkin, soykırımın toplu bir katliamın yanı sıra bir grubun yaşam müesseselerini, kültürel varlığını, dilini veya ekonomik varlığını tahrip ederek söz konusu topluluğu uzun vadede ortadan kaldırmayı amaçlayan fiillerin tamamına verilen ad olduğunu söyler.
Bunun içindir ki soykırım dendiğinde tek bir katliam değil uzun vadeli bir süreç anlaşılır.
Soykırımın yol açtığı yıkımlar, travmalar güncel politikalar ve güncel eylemlerle yeniden üretiliyor, bu ve benzeri fiillerle kurbanların anısına sürekli hakaret ediliyor, sonraki kuşakların yaraları sürekli kanatılıyor.
Bu teklif bir soykırım itirafı gibi aynı zamanda gerçeği eğmeden bükmeden kabul etmesiyle dikkat çekici. Mesela katliamların Osmanlı döneminde gerçekleştiği, genç cumhuriyetin bu yaşananlardan sorumlu tutulamayacağı gibi hayli yaygın bir tezi de kesin bir dille çürütüyor. Şöyle deniyor:
“Bu adım, hem Milletimizin genç kuşaklarına tarih şuuru kazandırmak, hem de devletimizin tarihî sürekliliğini ve onurlu geçmişini hatırlatmak adına büyük bir anlam taşımaktadır.”
“Devletimizin tarihi sürekliliğiyle” anlatılan, cumhuriyetin bir kopuş değil, soykırımcı öncesiyle, onun devamı olduğu gerçeğidir.
Yine teklifin açık ve net ortaya koyduğu diğer bir gerçek, cumhuriyetçi devletin kurucu babasının Talat olduğudur.
Takip edebildiğim kadarıyla ilk tepki Zoryan Enstitüsü’nden geldi. Agos’un 04.07.2025 tarihli nüshasında yayımlanan açıklamada tarihsel gerçekler hatırlatılıyor, Talat Paşa’nın Ermeni Soykırımı’nın baş mimarı olduğu vurgulanıyor ve şöyle deniyordu:
“Barış ve uzlaşma potansiyeli taşıyan bir sınır kapısının, bu tür toplu katliamlarla özdeşleşmiş bir kişinin adıyla anılması son derece duyarsız bir davranış olduğu gibi, insan onuruna, tarihsel hakikate ve ahlaki sorumluluğa da aykırıdır. Bu tür bir adlandırma, geçmişteki suçları meşrulaştırma riski taşımakta ve hâlâ iyileşmemiş yaraları daha da derinleştirmektedir.”
Bu açıklama öylesine mükemmel ve soğukkanlı bir üslupla tarihi gerçekleri dile getiriyor, barışçıl bir gelecek ve geçmişin dehşetlerinin bir daha asla tekrarlanmaması için yol gösteriyor ve sınır kapısına Hrant Dink adının verilmesi önerisiyle umut, hakikat ve ortak insanlık temellerine çağrı yapıyor.
Evet bu kapıya yeni bir ad verilecekse eğer Hrant Dink adının verilmesi önerisini bütün kalbimle destekliyorum. Çünkü Hrant Dink, bu kapının açılmasını çok istiyordu ve bunun için olağanüstü çaba sarfetmişti.
Bir sınır kapısını soykırımı meşrulaştırmak için, soykırım kurbanlarının anısına hakaret için, düşmanlık ve nefreti körüklemek için kullananlara, Zoryan Enstitüsü’nün açıklaması yanında Sevgili Takuhi Tovmasyan’ın 19 Ocak Hrant Dink anmasında Agos penceresinden yaptığı ve Hrant Dink’e seslendiği konuşmasını okumalarını öneririm:
Şöyle demişti Takuhi Tovmasyan,
“Bak güzel kardeşim, sana söz veriyorum, günün birinde, hayali ile yaşadığın, yüreğini, aklını, nefesini tükettiğin o sınır kapısı var ya… Şayet bir gün açılırsa, Takuhi yayamdan kalma bakır tenceremi alıp, açılan sınır kapısında bir irmik helvası kavuracağım. Senin hayallerinin gerçekleşeceği o günü ben görür müyüm bilmiyorum… Ama şayet yaşarsam bu sözümü tutacağım. Bu fikir beni ancak teselli ediyor. Hatta bazı coşuyorum, hayalimi büyütüyor, bir kazan değil, onlarca kazan irmik helvası yapmayı / yaptırmayı düşünüyorum. Bu topraklarda bir fikir uğruna, bir hayal uğruna can veren veya canı elinden alınanlar için…
Sizler görebilirsiniz diye inanıp vasiyet ediyorum, benim yerime lütfen siz gerçekleştirin benim irmik helvası hayalimi. Alın tencerelerinizi, gidin Kars sınır kapısına, dağıtın iki yakanın halklarına. Yetmedi, bu ülkeye barış geldiğinde gidin her sınır kapısına, Habur’a, Sarp’a, İpsala’ya, Kapıkule’ye, Karkamış’a, Ceylanpınar’a, her dilden bildiğiniz dualar eşliğinde kavurun irmikleri. Dağıtın sınırların iki tarafındaki halklara.
Bakın bu hikâyenin hayali bile nasıl içimi ferahlattı. Gerçeğini yaşamanız dileğiyle, hepinize teşekkür ederim”
Umarım Takuhi’nin insanlığından ders alır, azıcık utanma duyguları varsa utanır, hiç değilse ahlaki sorumluluklarını hatırlarlar.
(Fethiye Çetin'in tüm yazıları)