Selahaddin Eyyubi ve Kudüs

Suriye ile yaşanan uçak krizinin en acı sonucu, şimdilik, iki pilotun kaybı. Uçağın orada ne işi vardı, uçak gerçekten Suriye’nin egemenlik haklarını ihlal etti mi, ettiyse bile düşürülmesi gerekir miydi gibi sorulara cevap vermek başka uzmanların işi. Ben, ulus-devlet sistematiğine karşı biri olarak sınırsız bir dünyayı; sorunların konuşarak halledilmesinden yana biri olarak ordusuz, silahsız bir dünyayı hayal ettiğimi söylemekle yetineceğim.

Bu haftanın esin kaynağı, Başbakan Erdoğan’ın uçak krizi dolayısıyla yaptığı ‘Salı konuşması’. Başbakan, konuşmasının bir yerinde Kılıçarslan’dan ve Selahaddin Eyyübi’den bahsetti. Bu yazı da, bu iki şahsiyetin dahil olduğu bir olaylar silsilesi (Haçlı Seferleri) ve bir şehir (Kudüs) hakkında.

Haçlı Seferleri, Papa II. Urbanus’un 27 Kasım 1095’te toplanan Clermont Konsili’nde Kutsal Toprakları (Filistin) kurtarmak için yaptığı çağrı ile başlamıştı. Urbanus’un aradığı fırsatı, Bizans İmparatoru I. Aleksios Komnenos (hd 1081-1118) vermişti. Aleksios, yarım yüzyıldır kademeli olarak Anadolu’ya yerleşmekte olan Türklere karşı koyacak askeri güce sahip olmadığından, ordusunu kuvvetlendirmek için Batı’dan ücretli asker yardımı istemişti. Ancak Urbanus,, İmparator’un bu isteğini, Batı’nın kavgacı şövalyelerini, topraksız köylülerini, aç ve sefalet içinde yaşayan halkı, para ve toprak sahibi olacakları düşüncesiyle zengin Doğu’ya askeri bir sefer düzenlemeye teşvik ederek cevapladı.

Ordular Konstantinopolis’te

Haçlı seferine çıkan ilk ordu, Keşiş Pierre l’Hermite’in idaresinde toplanmış, disiplinsiz bir çapulcu kitlesiydi. Belgrad’ı geçip Bizans topraklarına girer girmez yağmaya başlayan bu güruh zorla disiplin altına alındıktan sonra, 1 Ağustos 1096’da Konstantinopolis’e ulaştı. 1 Ağustos 1096’da Konstantinopolis’e ulaştı. Hırsızlardan, hatta katillerden oluşan gruplar şehrin dört bir yanına dağılıp evleri, dükkânları talan etmeye başlayınca, Haçlılar 6 Ağustos’ta Boğaz’dan Anadolu yakasına geçirilerek Yalova yakınlarındaki Kibotos karargâhına yerleştirildiler. Benzer sıkıntılar, Aşağı Loren Dükü Godefrei de Bouillon’un, Tranta Kontu Bohemond’un ve Toulouse Kontu Raimond de St. Gilles’in komutasındaki birlikler şehre geldiğinde de yaşandı.

1096-1097’de Selçuklu Rum Sultanlığı’nın orduları ile Haçlı orduları Nikaia (İznik) civarlarında birkaç kez karşılaştı. Kiminde Selçuklular, kiminde Haçlılar galip geldi. Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan, ahalisinin büyük bir bölümü Rum olan İznik’i Haçlıların şerrinden kurtarmak için Bizans’a teslim etmek zorunda kaldı. Daha kötüsü, Eskişehir yakınlarındaki Dorylaion mevkiinde Haçlı ordusuyla karşılaşan Kılıçarslan, çareyi hazinesini bile geride bırakarak kaçmakta buldu. Arap tarihçi İbn’el Kalanissi durumu şöyle özetler: “Frenkler Türk ordusunu paramparça ettiler. Öldürdüler, yağmaladılar ve köle olarak sattıkları çok sayıda esir aldılar.”

İnsan yiyen Frenkler

Dorylaion Savaşı yüzünden, Haçlı Ordusu bir ayda geçebileceği yolu 100 günde geçti ama 21 Ekim 1097’de, 13 yıldır Selçukluların elinde olan Antakya Kalesi’nde “Buradalar !” haykırışı yükseldi. Kentin Türk yöneticisi Yağsıyan’ın akıllıca ve kahramanca direnişine rağmen, Antakya Haçlıların eline geçti. Bu arada, bir Ermeni kenti olan Edessa (Urfa) da el değiştirmişti. Ardından, üç günlük yürüyüş mesafesindeki Maara düştü. Arap tarihçi İbn’el-Esir şöyle yazdı: “Üç gün boyunca insanları kılıçtan geçirdiler. Yüz binden fazla kişi öldürdüler ya da esir aldılar.” Sayılar abartılıydı ama Haçlıların halka uyguladığı muamele, yazarın belirttiğinden daha ağırdı. Nitekim, Haçlı Ordusu’nda yer alan Frenk kronik yazarı Raoul de Caen şöyle anlatır yaşananları: “Maara’da bizimkiler yetişkin putataparları kazanlarda kaynatıyorlar, çocukları şişe geçiriyorlar ve kızartarak yiyorlardı.” Nitekim Müslümanlar, Batılıların bu yamyamlığını asla unutmayacaklar, tarih boyunca Frenklerden hep ‘insan yiyen kişiler’ olarak bahsedeceklerdi. Buna karşılık, Frenk kronikçileri bu yamyamlığı o günlerde hüküm süren büyük kıtlığa bağlayacaklardı. Örneğin Maara çarpışmalarına katılmış bir başka Frenk kronik yazarı Albert d’Aix şöyle yazmıştı: “Bizimkiler yalnızca öldürülmüş Türk ve Müslümanları değil, köpekleri de yemekten iğrenmiyorlardı.”

Kudüs’ün düşüşü

Maara’nın ızdırabı, 13 Ocak 1099’da Haçlıların ellerindeki meşalelerle her evi tek tek yakmasıyla sona erdi. Haçlıların yeni hedefi Mısır’daki Fatimi Halifeliği’nin elinde olan Kudüs’tü. Arap kaynaklarına göre daha ilk çarpışmada Fatımi orduları tabanları yağladı ve Kudüs, 15 Temmuz 1099’da Haçlı ordularının eline geçti. Şehri koruyan İftihar ve adamları anlaşma uyarınca Askalon limanına gönderildiler ancak şehrin ahalisi bu kadar şanslı değildi. Müslüman, Ermeni, Yahudi ayrımı yapılmaksızın tüm halk bir hafta boyunca kılıçtan geçirildi. Şehirdeki tüm kutsal mekânlar tahrip edildi. Böylece uzun süredir birbiriyle kavga eden, çıkar çatışmaları yüzünden Bizans’la bile işbirliği yapan emirlerin, sultanların temsil ettiği İslam’ın altın çağı sona ermiş oldu.

Bir yıl sonra, St. Gilles Konstantinopolis’e gitti. Dedikodulara bakılırsa, bir daha geri dönmeyecekti. Ardından, –Haçlıların verdiği unvanla– ‘Kudüs Kralı’ Godefroi de Bouillon, Şam Beyi Dukak’ın askerleri tarafından öldürüldü. Birkaç gün sonra Antakya’nın efendisi Bohemond, Selçuklu beylerinden Danişmend tarafından esir alındı ve zincirlenerek Niksar’a götürüldü. Bu üç önemli aktörün art arda safdışı olması Dukak’a umut verdi. Ama Papa II. Pascalis, Bohemond’u kurtarmak için yeni bir Haçlı ordusu topluyordu. Tecrübelerinden ders alan Kılıçarslan ve Danişmend, bu kez güçlerini birleştirdiler ve Haçlı Ordusu’nu Merzifon yakınlarında tarumar ettiler. Kılıçtan geçirilme ve esir alınma sırası Hıristiyanlardaydı... Arkadan gelen iki Haçlı ordusunun da kaderi benzer oldu. St. Gilles, bu yenilgilerin acısını Trablusşam’da ve Humus’ta çıkardı. Arap tarihçilere göre, St. Gilles’in 300 askeri, 7 bin kişilik Müslüman ordusunu kaçırtmayı başarmıştı. 1102 yılının Mayıs ayında, bir Fatimi ordusu, Yafa yakınlarında Haçlı ordularını gafil avladı ama önce Yafa’yı mı yoksa Kudüs’ü mü kurtaracaklarına karar veremedikleri için hiçbirini alamadan ülkelerine döndüler. Böyle bir fırsatı bir kez daha yakalamak için 85 yıl beklemek zorunda kalacaklardı.

Edessa’nın geri alınışı

23 Eylül 1144’te, Musul’un yeni emiri İmadettin Zengi, Edessa’yı geri aldı. Şehrin hâkimi II. Jocelin’in vekili olarak bu olaya tanık olan Süryani Patriği Ebul Farac’a (Bar Habreus) göre, Zengi, şehrin Ermeni ve Süryani halkının şehirden ayrılmasına izin vermiş, Frenklerin ise nesi var nesi yoksa aldıktan sonra liderlerini idam ettirmiş, sağ bıraktığı rahipleri, soyluları ve diğer ileri gelenleri Halep’e esir olarak götürmüştü. Kudüs’ün Haçlıların eline geçişi Frenk istilasının zirvesini oluşturuyorsa, Edessa’nın geri alınışı da Müslümanların zafere karşı uzun yürüyüşünün başlangıcını oluşturuyordu.

Aslında Zengi, aynen selefi gibi içki ve sefahat düşkünüydü ve Müslümanlara, en az Frenklere olduğu kadar gaddar davranıyordu. Ancak ömrünün 18 yılını Suriye ve Irak’ı karış karış gezerek geçirmişti. Bazen saman üstünde, bazen çamurda uyumuştu. Bazen bizzat kendisi, bazen muhbirleri aracılığıyla, bazen anlaşma ile, bazen hile ile düşmanlarını köşeye sıkıştırmıştı. 1146’da Frenk kökenli hizmetkârı Yarenkeş tarafından öldürüldü ancak oğlu Nureddin’in Kudüs’ü geri almaya kararlı olduğunu gören Avrupalılar, Papa III. Eugenius’un gayretleriyle yeni bir Haçlı Seferi başlattılar.

1147 ilkbaharında, Fransa Kralı VII. Louis’nin ve Alman Kralı III. Konrad’ın yönetimindeki ordular, âdet olduğu üzere, geçtikleri bölgelere büyük zarar vererek Konstantinopolis yoluyla Kudüs’e ulaştı. Haçlı Ordusu, 1148’de Şam önünde Arap, Türk ve Kürt askerlerden oluşan bir orduya yenildi ama Zengi, Kudüs’ü geri alamadı. Bu işin şerefi, 39 yıl sonra, Nureddin’in Kürt komutanlarından Şirkuh’un yeğeni Selahaddin Eyyübi’ye nasip olacaktı.

Selahaddin Eyyübi ve Hıttin Savaşı

Nureddin’in geride 1,5 yaşındaki oğlunu bırakıp ölmesi üzerine hiç ummadığı bir anda kendini iktidarda bulan Selahaddin’i durduracak tek güç Bizans’tı, ancak I. Kılıçarslan’ın oğlu II. Kılıçarslan, Bizans ordusunu 1176’da Myriokephalon’da ezmişti. Sade, alçakgönüllü, duygulu, adaletli biri olarak ün yapan Selahaddin’in şansı, Kudüs (Haçlı) Kralı IV. Baudouin’in 24 yaşında cüzzamdan ölmesi ve yerine altı yaşındaki yeğenin geçmesiydi. Çocuk kral bir yıl sonra ölmüş, annesi tacı, gönlünü kaptırdığı Guy de Lousignan adlı şövalyeye takmıştı. Selahaddin’in ordularıyla Haçlı Ordusu Taberiye Gölü yakınlarındaki Hıttin denen yerde karşılaştı. Buradaki kuyular bölgenin en önemli su kaynağıydı ve Selahaddin’in kontrolündeydi. 4 Temmuz 1187’de susuzluktan kırılan Haçlı Ordusu teslim oldu. Ardından Akka, Beyrut, Sayda, Nasıra, Nablus, Yafa ve Aşkelon geri alındı. Kudüs kuşatması 20 Eylül’de başladı ve 2 Ekim 1187’de, Kudüs Haçlılardan geri alındı. O gün, İslam inancına göre, Hazreti Muhammed’in Kudüs’ten göğe yükseldiği gün olan Miraç’ın (27 Recep 583) 566. yıldönümüydü.

Selahaddin Eyyubi başlangıçta şehri kılıçla almaya yemin etmişti ama şehir halkının eğer ölüm mukadderse ellerindeki değerli her şeyi imha ettikten, esir olabilecek kadınları ve çocukları öldürdükten sonra sonuna dek savaşacaklarını söylemeleri üzerine, yufka yüreğine yenildi, yemininden döndü ve erkekler için onar, kadınlar için beşer, çocuklar için birer, geriye kalan yoksul, sakat halk için de toplam 30 bin dinar kurtarmalık karşılığı, şehri kılıçsız teslim aldı. Selahaddin sözünde duracak ve ne katliam ne de yağma olacak, hatta fakirlerin fidyesi de bağışlanacaktı. Bir kaç fanatik Kutsal Kabir Kilisesi’nin yıkılmasını istemişse de Selahaddin bunu önledi, hatta tüm Hıristiyanların buraya hac için gelebileceklerini açıkladı. Bu arada kiliseye çevrilmiş el-Aksa gülsuyuyla yıkanıp tekrar cami yapıldı. Selahaddin’in tek gösterişli işi 9 Ekim 1187’de burada kıldığı namaz oldu. Frenklerin çoğu Kudüs’te kaldı, terk edenlerin malları Selahaddin’in şehre yerleştirdiği Yahudilere verildi.

Haçlıların Kudüs ısrarı

Kudüs’ü kurtarmak için derhal yeni bir Haçlı ordusu toplandı. Fransa Kralı II. Philip August, İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard ile Sicilya ve Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa’nın komutasındaki Haçlı Ordusu 1189’da yola çıktı. Barbarossa, Toros eteklerinde bir nehirde banyo yaparken muhtemelen kalp krizi geçirip, dizlerine bile gelmeyen suda boğulunca, Akka’da kilitlenmiş durumda olan Selahaddin derin bir nefes aldı. Ama yeni bir Hattin zaferi mümkün olmadı, çünkü 1191’de Fransa ve İngiltere kralları ordularıyla Kutsal Topraklara ayak basmıştı. Haçlılar, Akka’yı Kudüs Krallığı’nın yeni başkenti ilan ettiler ve başına Richard’ın yeğeni Kont de Champagne’ı koydular. Kudüs’ün eski hâkimi Guy de Lusignan şerefli bir çıkışla Kıbrıs’a kral olarak gönderildi. (Hanedanı dört yüz yıl burada hüküm sürecekti.) Bundan sonrası Richard’ın, Selahaddin’i Kudüs’ü ve İsa’nın gerildiği çarmıhın parçası olduğuna inanılan Gerçek Haç’ı iade etmeye ikna girişimleriyle geçti. Bu kapsamda, Selahaddin’in kardeşi Adil, Richard’ın kız kardeşiyle evlendi. Selahaddin’in 55 yaşında ölmesi üzerine Adil başa geçti ve Frenklerin savaşmaya değmeyecek kadar zayıfladığını düşündüğü için onlarla barış yapmayı seçti. Böylece Arap-Frenk dünyası, yaklaşık 40 yıl sürecek sakin bir döneme girdi.

1229’da 4. Haçlı Seferi’nin başına geçen Friedrich Barbarossa tarafından savaşsız şekilde geri alınan Kudüs, 1239’da tekrar Müslümanlara (Eyyübiler) geçti ama Arap dünyası için asıl tehlike yoldaydı. Haçlılar Latin İmparatorluğu adıyla Konstantinopolis ve çevresinde –1261’e dek– hüküm sürerken, Moğol orduları, Buhara, Semerkant, Herat’tan sonra Anadolu’daki Selçuklu Rum Sultanlığı’na verecek ve Hulagu’nun ordusu 1258’de Bağdat’ı yağmalayacak, halkı kılıçtan geçirip, kadınların ırzına geçecekti. Böylece Araplar için Haçlı tehlikesi Moğol tehlikesiyle yer değiştirmiş oluyordu.

Yenilenlerin hâletiruhiyesi

Amin Maalouf, ‘Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri’ adlı eserinde, Arapların, Haçlı Seferleri boyunca, Batı’dan gelen yeni fikirlere direndiklerini söyler. Ona göre bu saldırıların en kötü etkisi Arapların kendi içine kapanması olmuştu. İstilacı açısından fethedilen halkın dilini öğrenmek bir beceri iken, yenilenler için fatihin dilini öğrenmek bir uzlaşma, hatta bir ihanet olarak görülmüştü. Böylece, çok sayıda Frenk Arapça öğrenirken, ülke halkı birkaç Hıristiyan’ın dışında Batılıların dili karşında kayıtsız kalmıştı.

Haçlı Seferleri, Batı Avrupa için ekonomik ve kültürel gelişmenin önünü açarken, Doğu’da Müslüman topraklarda engellenemez bir gerileme dönemi başlattı. Bu tarihten itibaren, gerek küçük Müslüman devletlerinin birbirleriyle mücadeleleri, gerek batıdan Frenklerin ve doğudan Moğolların istilası nedeniyle İslam dünyası kendi içine kapandı; dayanıksız hale geldi, savunmaya çekildi ve hoşgörüsüzleşti. Bu oluşumlar, Müslüman dünyayı Avrupa’nın sosyal ve ekonomik gelişmesinden uzaklaştırdı. Başbakan Erdoğan’ın 26 Haziran 2012 Salı günü yaptığı grup konuşmasını bu tarihçe ışığında tekrar dinlemek ne iyi olurdu...