Din dersi program taslağı ve kaçırılan fırsatlar

İnanç ve ifade özgürlüğü uzmanı Dr. Mine Yıldırım, Zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersinin programıyla ilgili olarak yapılan son değişikliği değerlendirdi.

Zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersi, dersle ilgili gelişmelerin tetiklediği insan hakları ve, özel olarak, inanç özgürlüğü tartışmalarıyla ve ilgili yargı kararlarıyla Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda önemli bir araç olmaya devam ediyor. Öyle ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2007’de aldığı Hasan ve Eylem Zengin /Türkiye ve 2014 yılında aldığı Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye kararı (artık Zengin grubu kararları olarak anılıyor ve izleniyor) ile bu yolculuğa uluslararası bir insan hakları mahkemesi de dahil olmuş oldu. AİHM kararlarının infazının Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nce izlenmesi mekanizması,  DKAB dersi içeriği ve öğretim biçiminin, belirli bir izleme prosedürü çerçevesinde Türkiye yetkililerinin benzer insan hakları ihlallerini önlemek için atacağı adımlar hakkında Bakanlar Komitesi’ni bilgilendirmesini gerektiriyor.

DKAB dersinin son program değişikliği de Dışişleri Bakanlığı’nın Bakanlar Komitesi’ne sunmuş olduğu eylem planı uyarınca hazırlanmış.  Ülke içinde konuya ilişkin ilgi ve farklı ilgi/çıkar gruplarının konuya ilişkin çalışmalarının (başvurular, raporlar, açıklamalar vs.)  da konuya ilişkin adımların atılmasında etkili olduğu düşünülebilir.  

Zaman kaybı

Sivil toplumunun farklı görüşlerden paydaşlarının raporlar  ve çalıştaylar aracılığıyla konuya olgunluk ve yetkinlik düzeyi yüksek katkılar sunduğu bir alan bu.  DKAB dersinin askıya çıkan program taslağı, gerek insan hakları standartlarını gerekse sivil toplumun ortaya koyduğu zengin katkılardan daha fazla yararlanabilirdi. Program incelendiğinde, demokrasi, barış ve insan hakları alanında ilerleme fırsatları sunan bu dersle ilgili değerlendirilebilecek fırsatların kullanılmamasına ve kaybedilen zamana insan üzülmeden edemiyor. Bazı temel düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.

1 ) DKAB dersinin içeriğine yöneltilen eleştirilerin bir kısmı  ve AİHM kararı Aleviliği merkeze alarak değerlendirme yapılmasına sebep oluyor. Aleviler açısından yeni programın ne kadar tatmin edici olduğunu Alevi gruplar ifade ediyorlar. Fakat  sadece Alevilik üzerinden iyileştirme yapılması yeterli olmayacağını da görmek gerekiyor. Nitekim, programda ortaya konan kazanımların bazıları (“Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu kavrar” gibi) Ateist ya da dine ve yaratılışçılığa karşı eleştirel bir duruşa sahip olan ebeveynlerin çocuklarını kendi inançları veya felsefi görüşleriyle uyumlu bir şekilde yetiştirme hakları ve benzer düşüncelere sahip çocukların düşünce, din veya inanç özgürlüğüne bir müdahale oluşturacaktır.  Ateist bir aile bu programı temel alarak AİHM’e başvuru yapacak olsa Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin eğitim hakkını koruyan I. Protokolü’nün 2. Maddesi’ni ihlal ettiğine dair bir karar çıkması şaşırtıcı olmaz. Bu çerçevede çocuğun da inanç özgürlüğü hakkına sahip olduğunu ve gelişen kapasitesi ölçüsünde bu hakkını kullanmasının uluslararası sözleşmelerle güvence altına alındığını hatırlamakta fayda var. Bu hak çocuğun hem devlete hem de ebeveynlerine karşı korunması gereken bir haktır. Diğer bir deyişle ne devlet ne de anne baba çocuğun inanç özgürlüğü konusunda açık bir çek sahibi değildir. 

2) DKAB dersinin mevcut ve askıdaki programı incelendiğinde sistematiğinde temel tutarsızlığın hem dinler hakkında bir eğitim hem de din (İslam) eğitimi olmaya çalışması.   

Dinler hakkında öğretim geleneksel dinleri içeriyor; Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerine birer ünite ayrılıyor (11. Sınıf / bu önemli bir gelişme, tabii içeriğinin nesnel ve objektif bir şekilde verilmesi gerekecek), Hint ve Çin dinleri bir ünitede (12. Sınıf) ele alınıyor. Öte yandan, 11. sınıfta ele alınan  Ateizm, Deizm, Politeizm, Pozitivizm, Sekülerizm, Agnostisizm ve Nihilizm, Din ve Hayat ünitesinde din istismarı ve yaygın hurafe ve batıl inançlarla aynı üniteye alınmış. Bu bölümleme MEB’in dinler ve felsefi hayat görüşleri açısından bakış açısını yansıtıyor. Oysa, insan hakları hukuku açısından bakıldığında din veya inanç terimi geniş bir şekilde yorumlanmalı, geleneksel inançlar ve felsefi görüşler ve yeni akımlar arasında ayrım yapılması uygun değildir. Türkiye’de süregelen bu ayrım felsefi dünya görüşlerine taraflı bir yaklaşımı ifade ediyor ve DKAB dersinin yeni programında aşılmalıydı. 

Ahlak eğitimi program boyunca farklı sınıflar ve ünitelerde karşımıza çıkıyor. Kısa bir süre önce PODEM ve Norveç Helsinki Komitesi tarafından gerçekleştirilen ‘Eğitimde Çoğulculuk ve İnanç Özgürlüğü: Yetişkinlerin ve Çocukların Gözünden

Okullarda Din Dersleri ve Dinin Görünümleri’ çalışmasında ebeveynlerin okuldan ve özel olarak da DKAB derslerinden önemli bir beklentisinin çocuklarının “ahlaklı” birer birey olarak yetişmesine katkı yapması. Peki ama “ahlaklı” bir birey yetiştirme süreci hangi kaynakları temel alacak? Bu önemli bir soru. Askıdaki program bu konuda önceki programlardan farklı bir yol izleme konusunda köklü bir adım atamamış; ahlak ilkelerinin kaynağını İslam dini oluşturuyor. Oysa, dürüstlük, hesap vermek, bağışlama, cömertlik gibi etik konularda ülkemizde yaşanan din, inanç ve felsefi dünya görüşlerinin tümünden kaynak göstermek zor olmasa gerek. Kuşkusuz bu sistemlerin bazı ahlaki konularda farklı görüşleri olabilir, zaten böyle bir ders de bu gibi farklılıkları öğrenmek ve tartışmak için ideal bir araç olacaktır.

DKAB dersinin taslak programı, “dinimiz, peygamberimiz, vb.” ifadelere yer vermese ve duaların ezbere okunması yerine duaların okunması ve ortaya koydukları ilkelerin öğrenilmesine yer verse de, din eğitimi olma niteliğini koruyor. Bu konuda en önemli testlerden biri programla ilgili olarak, Hristiyan ve Yahudi öğrencilerin zorunlu DKAB dersinden muaf olmalarına gerek var mı, sorusunu sormak. Şayet ders, gerçek anlamda dinler hakkında bir ders niteliğine sahipse, neden Hristiyan ve Yahudi öğrenciler muaf oluyor? Hala muaf olmaları gerekiyorsa, neden DKAB herkesin inanç özgürlüğü hakkı korunarak dinler hakkında tarafsız ve nesnel bir ders dönüştürülmedi?  Taslak programın mevcut hali hala bu soruyu ortadan kaldırmış değil. Üstelik ders haftada iki saate çıkarıldığı için inanç özgürlükleri ihlal edilen öğrencilerin ve ebevyenlerin mağduriyeti artmış oldu.

Zorunluluk meselesini anlamak açısından ‘Eğitimde Çoğulculuk ve İnanç Özgürlüğü: Yetişkinlerin ve Çocukların Gözünden Okullarda Din Dersleri ve Dinin Görünümleri’ çalışmasının saha çalışması kısmı ilginç bir bulgu ortaya koyuyor. Buna göre özellikle muhafazakar aileler DKAB dersinin zorunlu olmasını istiyor çünkü aksi takdirde çocuklarının  bu dersi seçmeyeceklerini düşünüyorlar. Seçmezlerse de çocukları için önemli olduğuna inandıkları dini bilgileri edinemeyecek veya ahlaklı birer birey olarak yetişmelerine katkı yapılamayacak. Aynı çalışma laik ve gayrimüslim ebeveynler zorunlu DKAB dersinin ‘zorunlu’ olmasına ‘razı geldiklerini’ ancak dinler hakkında nesnel ve objektif bir derse dönüşmesini istediklerini ortaya koyuyor. Aslında, seçmeli din dersleri muhafazakar ailelerin çocukları için bu din eğitimini sağlayabilir ancak zorunlu olmasını istiyor olmaları çocuklarının seçmeli dersleri yeterince seçme isteği göstermediğine işaret ediyor olabilir. Ebeveynlerin yaşadığı çıkmaz anlaşılabilir olsa da, potansiyel olarak binlerce öğrenci ve ebeveynin inanç özgürlüğünün ihlal edilmesine yol açacak bir dersin devam ettirilmesi için geçerli bir sebep olamaz. Milli Eğitim Bakanlığı her iki talebe de karşılık vermeye çalışırken ikisini de hakkıyla gerçekleştirememe durumunda kalabilir. 

3) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu tarafından yayınlanan Devlet Okullarında Dinler ve İnançlar Hakkında Öğretim Üzerine Toledo Kılavuz İlkeleri (Toledo İlkeleri) üzerinde titizlikle çalışılmış ilkeler ortaya koyuyor. Yeni programda bunlardan yararlanma fırsatı da kaçırılmış görünüyor. Toledo İlkeleri’ne göre dinler hakkında öğretim, hassas, dengeli, kapsayıcı, doktrinsel olmayan, yansız olmanın yanı sıra inanç özgürlüğüyle ilgili insan hakları ilkelerini temel alan niteliklere sahip olmalıdır. Toledo İlkeleri’ne göre dinler hakkında öğretimin kazanım hedeflerinden biri, dinsel topluluklar ve üyelerine ilişkin olumsuz basmakalıp tipler hakkında bilgi sahibi olarak bunları fark etmek ve sorgulamak, olmalıdır.  Yeni programın bu tip basmakalıp tiplemeleri ve önyargıları somut olarak ele almadığını, öğrencilerin sorgulaması için yönlendirmediğini görüyoruz. Oysa, bu hem eleştirel düşüncenin uygulanması hem de Türkiye’de insan hakları hukukuna saygılı bir şekilde birarada yaşamaya önemli bir katkı sağlayacaktır.

4) Toledo İlkeleri dinler hakkında eğitimin bir kazanımı olarak, “dinsel farklılıklara saygının olmadığı zamanlarda, tarih içinde, aşırı şiddet yaşandığına dair tarihsel ve psikolojik bir anlayışa sahip olmak, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın olduğu ortamda, saygılı ve hassas bir şekilde karşı harekete geçebilme becerisine sahip olmayı” ortaya koyuyor. Dünya ve Türkiye tarihi din temelli veya din karşıtı şiddet olaylarının yaşandığı örneklerle dolu. Bu somut meseleleri din kültürü dersinde ele alabilmek barışa ve insan haklarının korunmasına katkı sağlayacaktır. Bu bağlamda cihat konusunun yeni programda yer alması yerinde bir adım. Dünyada tarih boyunca, özellikle de yakın geçmişte etkili olmuş olan İslam dini kaynaklı bu kavramın din kültürü dersinde ele alınması gerekir. Öte yandan, önemli olan soru bu kavramın nasıl ele alınacağı. İlahiyatçılar, pedagoglar ve barış eğitmenlerinin katkıları önemli fırsatların kaçırılmamasını sağlayacaktır.      

5) DKAB dersinin ağırlıklı olarak Türkiye’de çoğunluğun bağlı olduğu Sünni Müslümanlığı öğretiyor olmasının, çoğunluğun inancı düşünüldüğünde anlaşılır olduğu söylenir. Bu doğru. Öte yandan, Türkiye’de büyük bir inanç çeşitliliği olduğu ve bazı grupların çok küçük ve içine kapalı olduğu düşünülürse, normal hayatın akışı içinde öğrencilerin temas etme imkanlarının çok sınırlı olacağı gruplar ve inançları hakkında öğrenmeleri de önemli. Bunun için en uygun ders DKAB dersi olarak görülüyor. Bu açıdan 12. Sınıfta bir ünite ayrılan “Türkiye’de Bulunan Bazı Dini Gruplar” ünitesi önemli. Gruplar şöyle sıralanıyor: 1. Musevi Hahambaşılığı 2. Ermeni Kilisesi 3. Süryani Kilisesi 4. Fener Rum Patrikhanesi 5. Türk Ortodoks Kilisesi 6. Yehova Şahitleri 7. Nusayrilik 8. Bahailik 9. Yezidilik. Burada en azından, Latin Katolik topluluğuna ve Türk Protestan topluluğuna yer verilmemiş. Yine, bu bölüm daha geniş bir şekilde tasarlanabilir ve “Türkiye’nin İnanç Çeşitliliği” başlığı altında ateistler gibi Tanrı inancına sahip olmayan grupları da içerebilirdi. Diğer ilginç bir nokta başlığın “grup” kategorisini içermesine karşın bazı grupların, aslında yasal olarak tanınmayan, kurum isimleriyle anılması, bazılarının grup olarak anılması, bazılarının ise doğrudan inanç ismiyle anılması. Bu da biraz hazırlıksızlık veya kafa karışıklığına işaret ediyor olabilir.

6) Son olarak, DKAB dersi taslak programının oluşturulmas süreci eleştiriye açık. Yukarıda da sözü edilen Bakanlar Komitesi’ne Aralık 2015’te sunulan eylem planında konuya ilişkin tavsiye kararı alacak geniş katılımlı bir çalışma grubu kurulacağı, bu grubun çeşitli kamu kurumu ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle akademisyenlerden oluşacağı ve Mart 2016’da başlayan çalışmaların 2016 sonunda tamamlanacağı ifade edildi. Ne var ki, çalışma grubu oluşturulduğu halde kimlerden oluştuğu, kimlerle görüştüğü ve hazırladıkları raporun içeriği kamuoyuyla paylaşılmadı. Sivil toplumun ve birçok inanç topluluğunun son derece ilgili olduğu bu konuda daha şeffaf ve kapsayıcı bir süreç yürütülmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

MEB’in DKAB dersinde köklü değişimler yaparak barışa ve insan haklarının korunmasına katkı sağlayacak dinler hakkında bir eğitime dönüştürme şansı hâlâ var. Umalım ki bu fırsat değerlendirilsin.

Kategoriler

Güncel Azınlıklar



Yazar Hakkında