VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Ortadoğu devrimlerinin daimi başarısızlığı

Arap ordularının saatler içinde İsrail güçleri tarafından imha edildiği 1967'deki 'Altı Gün Savaşı'nın ardından, Arap militanlarından oluşan yeni bir nesil, milliyetçi ideolojiden Marksist-Leninist pozisyonlara doğru radikalleşti. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (FHKC) kurucuları George Habash ve Wadie Haddad, ya da Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi'nden (FDHKC) Naef Hawatmeh ve daha pek çoklarına göre, Jamal Abdul Nasser'inki gibi Arap rejimlerinin İsrail ve onun emperyal derebeylerine karşı girişilen savaşta başarısız olmalarının nedeni sınıf yapılarıydı. Sadece Marksizm'den esinlenen ve Vietnam ile Latin Amerika gerilla hareketlerini model alan bir halk hareketinin Filistin'e özgürlük getirebileceğine inanıyorlardı. Ve bir halk mücadelesine önderlik edebilmek için, öncelikle burjuva Arap rejimlerini devirmek gerekiyordu; böylelikle uzun dönem mücadeleler için gerekli insan gücü kurulmuş olacaktı.

Ortadoğu'yu ve ötesini şekillendirmeye devam eden bu radikalleşme bütün bir nesli etkiledi. Türkiye'den Almanya'ya, İran'da İrlanda'ya, genç militanlar kopyaladılar, ilham aldılar, hatta Filistin Kurtuluş Örgütü fraksiyonlarının kamplarında eğitimden geçtiler. Birkaç tanesinin ismini vermek gerekirse: Deniz Gezmiş ('Türkiye'nin Che Guevara'sı), Abdullah Öcalan (PKK'nin kurucusu), Fusako Shigenbu (Japonya Kızıl Ordu'sunun kurucusu) ya da Abdullah Azzam (Ürdün'deki Filistin Kurtuluş Örgütü destekli kamplardan sorumlu olan 'Afgan-Arapların babası'). Önce Ürdün, ardından da Lübnan tüm dünyadan devrimcilerin eğitim sahası oldu.

20 yıl sonra bu nesil, hem tarih sahnesinden hem de Ortadoğu savaşlarının barikatlarından sessiz sedasız ayrıldı. Birden fazla anlamda başarısız oldular: Arap 'burjuva' rejimlerini devirmekte başarısız oldular; tam tersi bir süre sonra petrol zengini Arap diktatörlerinin bordrolarındaydılar. Filistin'i özgürleştirmekte başarısız oldular. Doğrusu, militanların saldırılarının çoğu gelişigüzeldi, siviller ve şiddetin meşru hedefleri arasında ayrım yoktu ve devrimci bir değişim stratejisi de bulunmuyordu. ABD ordularına karşı Vietnam direnişini, Küba Devrimini ve en önemlisi Mandela'nın Güney Afrika'yı dönüştürme mücadelesini yöneten ideolojiler Ortadoğu'da başarısız oldu. Yine de bu nesil arkasında bir miras bıraktı: ‘Kalaşnikov fetişizmi’ denilebilecek, 'mücadelenin' nihai sonucu haline gelen bir şiddet kültürü mirası.

Bu neslin en büyük başarısızlığı, herhangi bir eleştirel tartışma yapılmadan, dersler öğrenilmeden siyaset sahnesinden silinmeleri oldu. Yerlerini İslam ideolojisinden gelen yeni militanlar devraldı. İslamcılara göre, önceki neslin Arap milliyetçileri ya da Marksistleri –yani babalarının nesli- imansız kimselerdi; dolayısıyla onlardan öğrenilecek ders yoktu. Mao ve Che’nin yerini Hicri yüzyıldaki İslam tarihinden gelen başka fetiş sembolleri aldı, Lenin yerine Ibn Taymiyya’nın yazılarından, Mısır’daki İslamcı mücadeleden ya da İran’daki İslam Devrimi’nden esinlendiler. Seyyid Kutub’un cihadı ya da ‘öncüler’ yapısal olarak Lenin’in devriminden ya da Bolşevik Parti’nin profesyonel devrimcilerinden pek de farklı olmadığından çok bir şey fark etmiyordu.

2011 yılında, bugünün perspektifinden başarısızlık ve hayal kırıklığı olarak nitelendirilebilecek bir başka devrim dalgası patlak verdi. Arap isyanı, Doğu Avrupa ülkelerinde 1989 Kadife Devrimleriyle başlayan ve 2000’de Sırp Devrimi, 2003’te Gürcistan’daki ‘Gül Devrimi’yle sona eren komünizm sonrası devrim serilerinin ardından geldi. Yine de, Çekoslovakya hem diktatoryal rejimi devirip hem de şiddetsiz bir şekilde ülkeyi iki ulus devlete bölerken, Sırbistan ve Gürcistan demokrasi vaat eden ve şiddet içermeyen devrim deneyimleri yaşarken bugünün Arap dünyası bir kan banyosu sarmalında debeleniyor. Bu sefer, önceki neslin solcu militanlarının hayalini kurduğu halk ayaklanmaları da yaşandı fakat yine de özgürlüğe ulaşılamadı. Başarısızlığa uğrayan Arap Baharı’ndan alınan dersler neler? Neden Arap dünyası ‘demokratik devrimler çağı’nda barışçıl dönüşüm konusunda başarısız oldu?

Ortadoğu’daki ve Kuzey Afrika’daki barışçıl demokratikleşme adımlarının hezimete uğramasının hem yakın hem de uzak pek çok ülkeye zararı dokunduğu düşünülürse, bu soru tüm dünyayı ilgilendiriyor. Bu sorulara cevaben kabaca iki açıklamanın ortaya çıktığı söylenebilir. Bazıları Arap toplumlarının değişime, demokrasiye hazır olmadığını ve statükoya yönelik herhangi bir istikrarsızlaştırma hareketinin sadece anarşiye, müesses nizamın çözülmesine yol açacağını düşünüyor. Bu argüman kulağa, eski rejimlerin daimi hükümranlıklarını meşrulaştırıyormuş gibi gelebilir, gerçekten öyle de olabilir. Yine de şu soru sorulmaya değer: Doğu Avrupa’daki ve Latin Amerika’daki değişim dalgasından sonra Ortadoğu, demokratik geçişe ve hukukun üstünlüğüne hazır mı? İktidardaki ordu hakimiyetinin yerini alıp, hukukun üstünlüğünün herkesin yararına olabileceği yeni bir projeyle gelen toplumsal temsilciler, toplumsal sınıflar hangileriydi? Bu toplumsal grup olmadığı için 2011 devrimleri eski rejimlerin istikrarını bozdu ama yerine mantıklı bir proje getirmeyi başaramadı.

Yine de, bu toplumların gelişmesinin önündeki engellerinden biri, yalnızca siyasi kurumsallaşma anlamında değil aynı zamanda ekonomik ilerleme anlamında da eski rejimlerin kendisi. Kolonyal mevcudiyetin bitmesinin ardından, on yıllardır devam eden hükümranlıkları bu toplumların gelişmesine izin vermedi. Tam tersine, 2011 isyanından önceki on yıl içindeki tüm beşeri kalkınma göstergeleri Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin 2000’li yıllarda, 1970’lere kıyasla daha az gelişmiş olduğunu gösterdi. İşte ikinci argümanımız: Arap isyanı başarısız oldu çünkü ‘antik rejim’, ne son Rus Çarı’nın ne de İran Şahı’nın hayal bile edemeyeceği derecede, sonsuz bir şiddet kullanmaya hazırdı.

Bir de tabii başarısızlığa uğrayan devrimlerin en büyüğü, modern Ortadoğu rejimlerine model olan rejim var: 1908 ‘Jön Türk’ devrimi. Askeri subaylar Sultan İkinci Abdülhamid’e karşı ayaklandılar, ‘özgürlük, eşitlik, adalet’ sloganlarıyla

Anayasa adına yetkiyi ellerine aldılar. Fakat hem anayasayı hem de vaat ettikleri tüm ilkeleri kasıtlı olarak ihlal ettiler. Onun yerine, orduyu iktidara getirdiler ve askeri kurallardan oluşan mirasları bugün bile Ortadoğu’nun peşini bırakmıyor. Birinci Dünya Savaşı’na zayıf bir imparatorluğun girmesine neden oldular ve bu savaşın gölgesi altında imparatorluğun milyonlarca vatandaşını öldürdüler.

Başarısızlığa uğramış devrimlerimizden ne zaman ders alacağız?