Şili’de direnenlerin müzikal hafızası

General Augusto Pinochet, 11 Eylül 1973’te askerî darbeyle Şili’de kontrolü eline aldı ve ülkeyi 17 yıl boyunca yönetti. Pinochet döneminde 1132 gözaltı merkezinde toplam 40 bin siyasî tutsak işkenceye maruz kaldı.

Şilili araştırmacı Katia Chornik, özellikle Latin Amerika’da, müzik ekseninde, insan hakları, göç, kültürel hafıza ve edebiyat alanlarında çalışmalar yapıyor. Londra’da yaşayan Chornik, Şili’de Pinochet döneminde siyasi gözaltı ve işkence merkezlerinde tutulanların bireysel ve kolektif müzik deneyimlerine dair anılarını bir araya getiren, ‘Cantos Cautivos’ (Tutsak Şarkılar) adlı dijital arşiv projesinin kurucusu ve direktörü. Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği ‘Zor Geçmişlerle Yüzleşme Pratikleri: Yaratıcı Hafıza Çalışmaları’ başlıklı panele katılmak üzere İstanbul’a gelen Chornik’le çalışmaları üzerine konuştuk.

Pinochet döneminde Şili’de yaşanan trajik olaylara dair tanıklıkları aktarmanın çok çeşitli yöntemleri olabilir. Çalışmanızın odağına müziği almanızın nedeni neydi?

Müzik benim evim. Müzikle haşır neşir bir ailenin üyesiyim, ben de müzik eğitimi aldım. Müzik, gözaltı merkezlerinde en çok kullanılan kültürel formlardan biriydi. Müzik herkese dokunabilen bir şey. Duygularla ilgili olduğu için, birçok insan müziğe dair deneyimleri hakkında konuşmakta çok zorlanmaz. 

Bir ‘çevrimiçi müze’ yaratma fikri nasıl doğdu?

Belirli dönemlerde ara vererek de olsa 10 yıldır bu konu üzerine çalışıyorum. Kitle kaynaklı bir çevrimiçi arşiv, insanların kendi hikâyelerini herkese açık bir şekilde paylaşması, çok kullanışlı bir yöntem. Örneğin, Avustralya veya Kanada’da yaşayan biri, hikâyesini bu çevrimiçi müzede kolayca başkalarıyla paylaşabiliyor. Elbette gelen yazıları hemen yayımlamıyoruz, öncelikle editoryal bir süreçten geçiriyoruz. Uzakta olan insanların hikâyelerini öğrenmek için yaşadıkları yerlere gitmek zorunda kalmıyoruz. Bu fikir, sürenin daraldığının farkına varmamla oluştu. O güne kadar yüz yüze görüşmeler yapıyordum. Farkettim ki, malzemeleri hızla ve verimli bir şekilde toplamamı sağlayacak yeni bir sistem bulamazsam, bu tanıklıkları bir araya getirmem mümkün olmayacak. Yani, bu çevrimiçi arşiv sistemini, yaptığım görüşmelerdeki eksiklikleri gidermesi anlamında çok pratik bir araç olarak gördüm. Bu arşiv sınırsız; isteyen herkes, her ülkeden giriş yapabilir. Artık sitenin İngilizce versiyonu da olduğundan, farklı etnik kimliklerden insanlar da paylaşımda bulunabiliyorlar. Site 2010 yılında açıldı. Başlangıçta yalızca Şili Hafıza ve İnsan Hakları Müzesi’yle birlikte çalışıyorduk, ardından hafıza hakkında çalışmalar yapan internet siteleri ve başka insan hakları kuruluşları da projemize ortak oldular. 

Müziğe odaklanan bir hafıza çalışması yürütüyorsunuz. Yaptığınız görüşmelerde, tutsaklık deneyimlerine dair, müziğin dışına çıkan, daha geniş anlatılarla karşılaştınız mı?

Elbette. Müzik, bir nevi pencere gibi. Aslında birçok farklı deneyim, müzikle ilgili hikâyelerle iç içe geçmiş durumda. Gözaltı kampında insanların yemeklerini birbirleriyle paylaşmasından, kamptaki bir kadının doğum yapmasına kadar, çok çeşitli deneyimlerden bahsediyoruz. Tüm bu deneyimler, hafızadaki bir şarkıyla, bir ezgiyle özdeşleştiriliyor, çünkü müzik, kamplarda insanların kişisel deneyimleriyle iç içe geçmişti. Müzik, gözaltı kamplarında çok çeşitli rollere sahipti. İletişim aracı, kamplarda yaşananlara dair bir kayıt, bir günlük... Bu sebeple, sözleri gözaltı merkezlerinde yazılan şarkılar, tıpkı bir gazete gibi yaşananları kayıt altına alır ve yaşananlara dair bir nevi kanıt rolü üstlenir. Müzik bir dayanışma, travmaları anlatma biçimi olmuştu. Ama aynı zamanda bir eğlence aracıydı. Gözaltında yazılan şarkıların çoğu birlikte eğlenmek için söyleniyordu. 

Rejim, müziği kamplarda nasıl kullandı? Tutsakları caydırmak için müziğin kullanıldığı, sistemli bir yöntem var mıydı?

Müziğin çok yoğun bir şekilde kullanıldığına dair işaretler bulunmasına ve Hakikat Komisyonu’nun, biri 1990’larda, diğeri 2000’lerde olmak üzere hazırladığı iki raporda müziğe de değinilse de, ben, ‘sistematik’ kelimesini kullanmak konusunda biraz tereddüt ediyorum. Her iki raporda da, müziğin, birkaç yerde bir işkence teknolojisi olarak kullanıldığı belirtiliyor. Araştırmamda, müziğin bu şekilde sadece birkaç değil, birçok gözaltı merkezinde kullanıldığına dair kanıtlara ulaştım. 1100 gözaltı merkezinden bahsediyoruz; bugüne dek, arşivimiz, bunlardan 30’unda müziğin işkence için kullanılmış olduğunu ortaya koydu. Olayın boyutlarının büyüklüğünü göz önünde bulundurarak, bu konuya biraz ihtiyatla yaklaşmamız gerekiyor. Rejimin tutsaklara karşı müziği fon olarak, bizatihi işkence biçimi ya da beyin yıkamak amacıyla kullandığına dair kanıtlar var ama, eski tutsaklar bu konuda konuşmayı pek istemiyorlar, ki bu çok anlaşılır bir durum. Genellikle olumlu hatıralarını paylaşmayı tercih ediyorlar. Müzik, tutsaklar için, özellikle sistemin dayatmasıyla değil kendi inisiyatifleriyle yaptıkları bir aktivite olduğunda, büyük bir anlam ifade ediyordu. Sorunuza dönecek olursak, arşivimizde, müziğin rejim tarafından kullanıldığına kadar yeterince tanıklık var. Söylediklerime ve iki rapordaki değinilere rağmen, bu konu pek konuşulmuyor. 

Gözaltı merkezlerinde üretilen müziklerin ne kadarı orijinaldi?

Arşivimizdeki şarkıların %30’unun ya tamamı ya da bir bölümü gözaltında yazılmış. Birçok örnekte, şarkının sözleri değiştirilmiş, mevcut ezgilere yeni sözler yazılmış, yani sözler orijinal, ezgiler değil. Hem ezgisi, hem sözleriyle, tamamen orijinal olan birçok şarkı da var. Örneğin Sergio Vesely, gözaltındayken, sözleri ve ezgisi kendine ait 30’a yakın beste yapmış.

Gözaltı kamplarında kurulan müzik gruplarına ve korolara dair neler söyleyebilirsiniz?

Kamplarda enstrüman yapıldığına dair kanıtlar var. Aile üyeleri ve akrabaların ziyaretlerine izin verilen bazı kamplarda, birçok tutsak, ziyaretçilerden enstrüman istemiş. Kamplarda buna izin verilmiş. Kamplarda koroların kurulduğuna dair kanıtlar da mevcut. Örneğin, Başkent Santiago’da, Şili gizli polis teşkilatının ünlü işkence merkezi Villa Grimaldi’de tutsakların inisiyatifiyle kurulan koronun hikâyesi çok ilginç. Tutsaklar, uluslararası bir kuruluş kampı ziyaret etmeden önce, koronun kampın imajını düzelteceğini söyleyerek yetkilileri ikna etmişler. Gözlemciler için sahne almamışlar ama bu arada 80 kişilik koro kurulmuş olmuş. Bu koroda yer alanlardan bazıları, yıllar sonra, 2013’te, Pinochet’nin darbesinin 40. yıldönümünde bir araya gelip koroyu canlandırdılar. Koro üyelerinin çoğu gözaltında kaybedilmiş, ölmüş ya da artık çok yaşlanmıştı.

Pinochet rejiminin ardından Şili’de bir uzlaşma süreci yaşandı. İyileşme süreci uzun ve sancılı oldu, hâlâ da devam ediyor. Uzlaşma –hem Şili’de, hem de başka yerlerde– sizce gerçekten işe yarıyor mu?

Uzlaşma için, öncelikle, söz konusu suçların sorumlularının yargılanması ve mahkûm edilmesi gerekiyor. Pinochet rejiminin bazı kilit isimleri yargılandı ama sorumluların çoğu hâlâ özgürce dolaşıyor. Bu, özellikle de yakınları hâlâ kayıp olan aileler için çok ciddi bir mesele, büyük bir trajedi. Bence ‘uzlaşma’ çok naif bir kavram, çünkü uzlaşma gerçekleşene kadar yara açık kalıyor. 

* ‘Tutsak Şarkılar’a dair ayrıntılı bilgiye http://www.cantoscautivos.org/ adresinden ulaşılabilir.



Yazar Hakkında