YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Babacan: Dengeleri değiştirecek mi?

Sadece Batı’nın finans çevreleriyle arayı iyi tutarak ya da liberal/global ekonominin gereklerini yerine getirerek yeni bir çıkış yolu bulunabilir mi? Biraz zor. Bunların ötesinde, yoksulların, ezilen kesimlerin ihtiyaçlarına da yanıt verecek bir politika geliştirmek gerekiyor.

AKP içinden çıkan iki ismin (Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan) kuracakları parti ile nasıl bir ‘rüzgâr’ yakalayacakları, Erdoğan’ın –yedeğindeki milliyetçi/saldırgan güçlerle birlikte– bu iki isme ne kadar sert davranacağı merakla beklenmekteydi. Davutoğlu’nun, başbakanlığı döneminde sergilediği performans ve nihayetinde ‘görevden alınmış bir figür’ olarak, büyük bir etki yaratması beklenmiyordu ama Abdullah Gül’ün desteğini alan Ali Babacan’ın ne yapacağı gerçekten merak ediliyordu. 

Babacan geride bıraktığımız günlerde yaptığı açıklamalarla ve reklam filmi havasındaki bir videoyla siyaset sahnesine girmiş oldu. Ve aynı hızla da Erdoğan’ın tepkisini çekti. Babacan söz konusu videoda, AKP döneminde olumlu denebilecek ne yapıldıysa kendisinin parti içinde ve etkili olduğu dönemde yapıldığını, Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesiyle işlerin bozulduğunu söylüyor. Dediklerine geçeceğiz ama önce Babacan’ın yarattığı etkiye bakalım. 

Siyaset sahnesindeki kilitlenmeyi gören ve içinde bulunduğumuz, gittikçe de artan otoriter çizgi nedeniyle bunalan CHP ve CHP dışındaki sol muhalefette iki eğilim göze çarpıyor. İlki Babacan’a Erdoğan’ı zorlayacak bir isim olacağı düşüncesiyle prim vermek ve söylediklerini büyütmek, yaymak. İkincisi ise, mevcut iktidarın öyle ya da böyle bir parçası olduğundan hareketle, Babacan’ı kıyasıya eleştirmek. 

Şimdilik bu topa girmeden olup bitenlere bakalım. AKP içindeyken, Babacan’ın, AKP’nin Batılı finans çevreleriyle bağlantısını sağlamak, aradaki hattı korumak ve Erdoğan’ın kırdığı tüm potları ve Batı’nın hoşuna gitmeyecek milliyetçi/İslamcı çıkışlarını düzeltmek gibi bir işlevi oldu hep. Bunu bir politika icabı olmaktan ziyade, siyaseti zaten bu olduğu için yapıyordu. Ancak bu aynı zamanda bir ihtiyaçtı, zira Erdoğan yeni bir Milliyetçi Cephe (MC) çizgisine geçmeden önce Batı’yla ilişkiler AKP için çok önemliydi. 

Çünkü hem Türkiye ekonomisi -kurgulandığı haliyle- Batılı finans çevrelerinin desteği olmadan var olamazdı (ki mevcut yapı aslında hâlâ öyle), hem de 2010’lara kadar ‘klasik devlet’ ten gelebilecek her türlü darbevari hamle için Batı’ya ve onun finans çevrelerinin desteğine ihtiyaç vardı. Refah Partisi deneyiminden gerekli dersleri çıkarmıştı AKP. (Babacan bir keresinde AKP'nin kuruluş yıllarında Batı ile ilişkiler konusunda örgütü epey ikna etmeleri gerektiğini söylemişti) 

Ancak 2015 sonrası artık bu bağlantıya ihtiyaç kalmadı. Erdoğan çözüm masasını devirdiğinde klasik devletle kurulacak koalisyonun harcı da çoktan karılmıştı. 

Babacan ve Mehmet Şimşek bu ortamda otomatik olarak dışlandılar. Gül de öyle. 2016 sonrası Olağanüstü Hal rejimiyle başlayan fırtınada Gül ve Babacan beklemeyi tercih ettiler. Ancak siyasette fazla beklemek de iyi değil. 

Şimdi, Babacan’ın “İyi ne varsa bizim zamanımızda oldu” sözlerini bu arka plan çerçevesinde okumaya çalışalım: O dönemde ekonomik açıdan Londra ve New York’un desteği arkalarındaydı ama en az onun kadar önemlisi, 2008’deki küresel kriz dolar bolluğu yaratmış, 1 Dolar 1,3 TL’ye kadar gerilemiş, (Amerikan Merkez Bankası Fed'in "helikopterle dolar dağıttığı" dönemler) Türkiye bu dönemi –yoksullar, emekçiler açısından değil ama– yeni AKP zenginleri, klasik burjuvazi ve AKP’ye yakın orta-üst sınıf açısından görece rahat geçirmişti. 

Dolayısıyla Babacan kritik bir rol üstlenmişti ama şartlar da ona ve AKP’ye yardımcı olmuştu. Bu yüzden bu konuda söylediklerine bu açıdan bakmakta fayda var. 

Bütün bu defterler kapandı. Şimdi yeni bir dönem var, ve önümüzde yeni sorular. En önemlisi: Babacan’ın bilhassa sosyal medyada ve internette yarattığı rüzgârın muhafazakar seçmende bir karşılığı var mı ya da olacak mı? 

Bunun yanıtını vermek şu aşamada zor. Hem siyaset hem de ekonomi artık çok değişti. Dünyada ve Türkiye’de yeni bir yapı var. Sadece Batı’nın finans çevreleriyle arayı iyi tutarak ya da liberal/global ekonominin gereklerini yerine getirerek, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını yeniden sağlayarak, kurumların özerkliğini geri vererek yeni bir çıkış yolu bulunabilir mi? Bence biraz zor. Bunların ötesinde, yoksulların, ezilen kesimlerin ihtiyaçlarına da yanıt verecek bir politika geliştirmek gerekiyor. 

Daha da ötesinde, siyasette başta Kürt sorununa ve Milliyetçi Cephe koalisyonu tabanı dışında kalan kesimlerin özgürlük sorunlarına eğilen bir siyaset gerekiyor. Bu son söylediklerimi Babacan ve ekibi iktidardan gelen/gelecek sert hamleleri göze alarak dillendirecekler (tabii, böyle bir niyetleri varsa) ve muhtemelen daha çok sıkıntı içindeki muhafazakâr orta sınıfla ortak bir dil tutturmaya çalışacaklardır.

Bunun devamı olarak Erdoğan’ın sert ve –emrindeki medyanın da etkisiyle– gürültü yaratacak hamleleri karşısında Babacan’ın sakin tonu toplumda bir seçenek olarak görülebilir mi sorusu da var elbette. 

Bunların yanıtlarını zaman içinde göreceğiz. Ancak AKP ve MHP’nin milletvekili transferini yasaklama girişimlerinin; Babacan ve Davutoğlu’nun milletvekili transferleriyle grup kurabilmelerinin ve böylece seçime girebilmelerinin önüne geçme (İYİ Parti örneğini hatırlayalım) amacı taşıdığı açık. Bu da bir ‘baskın seçim’ ihtimalini akıllara getiriyor. Babacan iktidar blokunda bir huzursuzluk yaratmış, belli; öyle görünüyor ki daha da yaratacak. Dolayısıyla Babacan’a -kategorik olarak- vurmanın ya da onu siyasi taktiklerle göklere çıkarmanın ötesinde bir bakışa ihtiyaç var. Bu konuya devam edelim, gündem izin verdikçe.